Fadime Özkan’ın röportajı
Kürt meselesi ve çözümü, siyasetin konusu olduğundan bu yana bir şey ya hep atlandı ya da siyasetin gölgesinde kaldı. O ‘şey’ ‘insan’dı. Kürt kimliğini yok saymanın ya da kabul ettirmenin kıskacında kalan insan. Kürdistan kavgasının Kürt insanına bedeli ne oldu? Yaşananların dindar Kürtler üzerindeki etkisi nedir? Kürt sosyolojisini çok iyi bilen, Kürdinsan kitabının yazarı Vahdettin İnce ile işte o sosyolojiyi odak alarak konuştuk. Van Erçiş doğumlu olan ve Erzurum Atatürk Üniversitesinde edebiyat, Kürt medreselerinde ilim tahsil eden İnce, Kürtçe ve Türkçe dışında Arapça ve Farsça biliyor. Çevirdiği kitap sayısı çoktan 100’ü aşan Vahdettin İnce 7/24 Kürtçe yayın yapan devlet kanalı TRT Şeş’te de haftada bir program yapıyor.
Kürt meselesi çözülmek istenirken çok yönlü bir muhatap sorunuyla da karşılaşıldı. PKK-BDP hattı gücünü silahtan alan bir ısrarla tüm Kürtlerin tek temsilcisi kendisiymiş gibi poz veriyor. Bunun böyle olmadığını biliyoruz ama PKK-BDP’ye mesafe koymuş Kürtlerin kahir ekserisinin AK Parti’ye oy verseler de sosyolojisine, siyasi duruşuna ve olup bitenlerle ilgili hissiyatına dair fazla şey bilmiyoruz. Sizden dinleyebilir miyiz?
Dünyadaki diğer tüm toplumlar gibi Kürtler de homojen bir yapıya sahip değiller. Kürt dediğiniz zaman farklı siyasal görüşleri, inançları, mezhepleri hatta lehçeleri (Kurmancî, Zazakî, Soranî) olan bir topluluktan söz ediyorsunuz. Bunların her biri de bu çatı kimliğe farklı bir anlam katar. Bazen konjonktür gereği bir kitlenin tüm farklı eğilim ve özellikleri içinde bir özellik ön plana çıkar. Cumhuriyet döneminde imparatorluk bakiyesi, bu yüzden çok kimlikli, çok dilli, çok mezhepli, çok dinli Türkiye’nin geneline “Türk” kimliği dayatılırken bir yanıyla “Kürt” kimliğini de anlamı etnisiteyle daraltılmış bir şekilde besleyen bir zemin oluşturuluyordu. Birçok organı barındıran bedeninizin bir yeri ağrıdığında bütün bedeninizi bu ağrıyan yerden ibaret sanmanız gibi bir şeyden bahsediyoruz. Şu anda Kürt kavramının anlam bütünü içinde milli, etnik özellikler ön plandadır ve bu Türkiye’nin genel siyasal sisteminin gerektirdiği bir şeydir.
KÜRTLER YUMRUĞU BÖĞRÜNDEN YEDİ
Neden?
Çünkü Kürtler en ağır yumruğu deyim yerindeyse etnisite böğründen yediler. İnançları gereği etnik özelliklere söylemlerinde pek yer vermeyen dindar Kürtlerin aksine bütün mücadelesini bu eksene oturtmuş PKK-BDP çizgisinin Kürtleri temsil noktasında görünmesi bu yüzdendir. Bu aynı zamanda paradoksal bir şekilde izin verilen Kürtlüktür. Böylesi kriminal Kürtlük işe güvenlik penceresinden bakan devletin de işine geliyordu. Bundan dindar Kürtlerin, Kürtlerin etnik taleplerine bigane kaldıkları anlamı çıkmaz.
AK PARTİ KÜRT SORUNUNU KRİMİNALİZE ETMİYOR
Dindar Kürtlerin AK Parti’yle ilişkisini belirleyen nedir?
Dindar Kürtlerin AK Partiye destek vermeleri de herhangi bir sorunu Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözme anlayışlarından kaynaklandığı gibi Ak Partinin dindar ağırlıklı bir kadro tarafından yönetilmesinden de kaynaklanıyor. Bu, dindarlığın hak ve adalet anlayışına verilen önemi göstermektedir. Ak Partiye yönelim Kürtlükten sıyrılma değil, geçmişten itibaren bu çizginin fırsat bulduğunda hakkaniyetle hareket edeceğine olan inançtan dolayıdır. Erbakan’ın Bingöl konuşması mesela hangi pratiği öngördüğü belli olmasa da dindar çizginin hakkaniyet özelliği bakımından önemli bir veridir. Bugün Kürt sorunu bağlamında attığı adımlarla Ak Parti bu beklentiyi güçlendirmektedir. Ak Parti Kürt sorununu kriminalize etmiyor en azından, bu da dindar Kürtlerin ilgisini çeker.
KEMALİZMİN KÜRTÇESİ
PKK-BDP hattı dışındaki Kürtler terör yıllarında olduğu gibi çözüm yıllarında da arada mı kalıyor peki? Yoksa bu sıkışmışlık aşıldı mı?
PKK-BDP dışı Kürtler, özellikle dindarlar hakikaten 90 yıllık cumhuriyet tarihini bir kıskaçta yaşadılar. Bir yanda devletin tahammülfersa zulmü, bir yandan, özellikle son yıllarda dini değerlerden uzak bir siyasal hareketin temsiliyet noktasında görünmesinin gelecek açısından oluşturduğu kaygı yakıcı bir sorun olagelmiştir. Kürtlerin haklarına bigane kalmanın Kemalist sistemin kar hanesine yazılacak olması endişesi ile Kürt taleplerini ön plana çıkardığında Kemalizm’in Kürtçesi gibi jakoben bir özellik arz eden, bu yüzden bütünsel Kürtlük açısından en az Kemalizm’in Türkçesi kadar yıkıcı olacağı muhakkak olan bir yapının, bir anlayışın paraleline düşmek gibi yakıcı bir tedirginliktir bu.
Kemalizm Türkiye genelinde hakim ideoloji olmaktan çıktı, marjinalliğe doğru ilerliyor malum?
Bugün Türkiye’nin genelinde Kemalist inisiyatifin geriletilmiş olması bana göre PKK-BDP çizgisindeki siyasal hareketi zaman içinde sınırlandırabileceği gibi Kürtlerin geneli açısından da kendilerini daha rahat ifade edebilecekleri bir ortam sağlayacaktır. Silahların gölgesinde fikir beyan etmek o kadar kolay değildir. Bugünkü açılım süreci en azından silahları devre dışı bıraktığı, bırakacağı için her bakımdan çok önemlidir.
DİN TÜRKLERLE KÜRTLERİN EN ÖNEMLİ PAYDASI
Çözüm sürecine de geleceğiz. Ama önce ortak gelecek, vatan, bayrak, millet gibi bizi bir arada tutan sembollere ve kavramlara dindar Kürtlerin nasıl baktığını, ne düşündüğünü öğrenmek isterim.
Kürtleri ve Türkleri bir arada tutan şey, ortak tarih, ortak kültür, ortak medeniyet ve en önemlisi ortak dindir. Kürtler de Türkler de Müslümandır. Bayrak, vatan, ortak gelecek ve millet gibi kavramlar bu tarihsel, kültürel ve dini zeminden besleniyorlarsa bizi bir arada tutabilirler. Ya da bir arada oluşumuzu temsil edebilirler. 90 yıllık cumhuriyet tarihini göz önünde bulundurduğumuz zaman İslam’ın özellikle çeşitli uygulamalarla örselendiğini görüyoruz. Sonuçta bayrak, vatan birer semboldürler. Semboller güçlüdür evet, ama evrensel değerlerden, doğal hukuktan ve halkın iradesinden güçlerini alıyorlarsa. Eğer bu sembollere anlam katan İslam gibi bir değer örselenmişse bu sembollerin salt sembol olarak ortak gelecek açısından yapabileceği pek bir şey yoktur. Bir yandan kardeşine her türlü haksızlığı yaparken öbür yandan kardeşliğin anlam ve önemini vurgulayan nutuklar çekmenin bir işe yaramadığı gibi. Türkiye bir yeniden yapılanma süreci içinde. İnşallah anlamsız, ruhsuz sembollere yoğunlaşıp asıl bütünleştirici zemin gözden kaçırılmaz. Aksi takdirde bir daha böyle bir yapılanma fırsatı da doğmayabilir.
KÜRTLERLE TÜRKLER AYNI MİLLET AMA AYRI ULUS
En fazla tartışılan kavram millet-ulus kavramı sanırım. Kürtlerle Türkler aynı millet midir?
Modernizm bütün dünyada yeni kavramlar ürettiği gibi eski kavramlara da yeni anlamlar yükledi. Tarihsel anlamından farklı bir anlamda kullanılan kavramlardan biri de millet. Aslında genel olarak söyleyecek olursak din demektir ve halkın geleneksel algısı da budur. Fakat entelektüeller ve siyasetçiler tarafından yeni modern konsepte uygun olarak ulus anlamında kullanılıyor. Kısaca söyleyeyim: Geleneksel algıya göre aynı dine mensup olan Kürtler ve Türkler aynı millettir. Modern algıda ise Kürtler ve Türkler aynı ulus değildirler. Son zamanlarda Türk kavramını Müslüman anlamında genel bir kavram yapma çabaları var. Halbuki doğal haliyle bir etnisitenin adı olan Türk kavramını daha kucaklayıcı olsun diye bu şekilde çekiştireceğimize millet kavramını asli anlamında kullanırsak ve bu asli anlamına uygun bir siyasal yapılanmaya gidersek çok daha kolay olur işimiz. Bu tür zorlamaların bir işe yarayacağına da inanmıyorum. Batılıların bir zamanlar Türk kavramını bu anlamda kullanmış olmaları da çözüm değil. Batılıların Türklüğü Müslümanlık anlamında kullandığı zamanlarda biz de Fransız demek olan “freng” kelimesini bütün batılılar için kullanırdık. Şimdi Fransızların bütün Avrupalılar Fransızdır dediklerini bir düşünün.
“TÜRK MİLLETİ” HALA MÜMKÜN MÜ?
Yeni anayasada Türk milleti tanımlamasına dindar Kürtler ne der?
Cumhuriyet tarihinin Türklüğü bir ırk olarak dayatma örnekliği göz önünde duruyorken bunu Kürtlere kabul ettirmek çok zordur. O şansın kaldığını sanmıyorum.
İlgili madde nasıl yazılırsa bu onlar için de makul ve makbul olur peki?
Klişe bir sözdür: anayasalar toplumsal sözleşmelerdir, diye. Bu söz bile bir anayasanın nasıl yapılacağını yeterince anlatıyor. Toplumun bütün özelliklerini, kültürünü, medeniyetini, dinini, geleneğini temsil edecek bir vesika olmalıdır anayasa. Bugüne kadar yapılan tüm anayasalar ne yazık ki bu hususlara riayet edilmeden hazırlandı ve bütün bir topluma bir deli gömleği gibi giydirildi. Sadece dindar Kürtler açısından değil, bütün Kürtler ve hatta Türkiye’nin bütünü açısından geleneksel değerlerle bugünkü dünyanın genel geçer evrensel değerlerini esas alan bir anayasa herkesi memnun edecek makul ve makbul bir anayasa olacaktır. Türkiye tarihini, tabanda hiçbir karşılığı olmayan, tamamen üst yapıdan, en başta da anayasadan kaynaklanan yapay sorunlarla didişme tarihi olarak nitelendirsek yeridir. Mecliste kurulan anayasa komisyonunun çalışmalarını yürütemeyecek hale gelmesi de hala bu anlayışın etkin olduğunu gösteriyor. Siyasal partiler toplum mühendisliği anlayışından kurtulamamışlar demek ki. Özellikle CHP ve MHP’nin, hatta Kürt taleplerini temsil iddiasındaki BDP’nin tavrı ibretliktir. Tek tipçiliğin genlere kadar sirayet ettiğini gösteriyor. Ne yazık ki ortaya çıkan bu fırsat da halktan, halkın geleneğinden, kültüründen kopuk siyasetçiler yüzünden heba edilecek gibi.
ETNİSİTEYİ SİSTEM ÖNE ÇIKARDI
Bütün bu olup bitenlerden sonra dindar Kürtlerin duygu durumunu anlamak, daha anlaşılır kılmak için sormak isterim…
Elbette ama önce şunu söylemek isterim. Dindar Kürtlerin korkular ve umutlar bakımından Türkiye’nin geri kalan kesimleriyle ortaklaştıkları ve ayrıştıkları hususlar olsa da dindar olmayan Kürtler gibi bir kategori de çok belirgin ve belirleyici değil. İşin aslı, Türkiye’deki sistem Kürtlerin dindarlık özellikleriyle ön plana çıkmalarını müsaade etmemiştir. Bugün şartlar yumuşamış, hatta değişmiş olsa bile eski tedirginlik devam ediyor. Bu yüzden sanki çok ağırlıklı bir dindar olmayan Kürt kesimi varmış gibi bir algı var. Bu algı yanlıştır. Kürtlerde dindarlık her zaman daha baskındır. Bu nedenle “Dindar Kürtler” temsiliyeti görünür olmasa da, gerekli donanıma ve örgütlülüğe sahip değilse de gelecek bakımından daha isabetli, daha gerçekçidir.
KÜRTLERİN EN BÜYÜK KAYGISI
Peki. Ne hissediyor “dindar Kürtler” yaşananların devamında? Korkuları ne, umutları ne?
Kürtlerin kaygısı, belki de en büyük kaygısı bir çatışma ortamının yeniden doğmasıdır. Aslında Kürtler taraf olmadıkları, taraf olmayı istemedikleri bir savaşın ortasında kaldılar. Evet, haklarını istiyorlardı, evet, sivil muhalefetle fırsatını bulduklarında taleplerini dile getiriyorlardı, ama şiddeti bir yöntem olarak benimsememişlerdi. 12 Eylül zindanlarının çıldırttığı öfkeli Kürt gençleri dağlarda bir çatışma başlattılar, ama bu sistemin onlara sunduğu tek seçenekti ve bu da derin yapıların işine geliyordu. Türk-Kürt suni ayrışmasından iktidar devşiren kesimlerin ekmeğine yağ sürüyordu. Kürtlerin böyle bir savaştan kaygı duymaları çok normaldir. Bir savaş düşünün neredeyse tüm can kaybı Kürtlerdendir. Dağlarda ölenler Kürt, korucular Kürt, askerde ölenlerin bir kısmı Kürt. 4 bin Kürt köyü boşaltıldı. Yani bir kültür yok oldu, klamlar, stranlar, çîroklar, meteloklar gitti. En önemlisi Kürtçe bitti. Böyle bir savaştan kaygı duyulmaz mı? Esasen kaygı duymak için dindar Kürt olmak da şart değil. İnsan olmak yeterlidir. 17-18 bin faili meçhulün olduğu bir süreçten bahsediyoruz. Bana göre dindar Türk de en az dindar Kürt kadar endişelidir.
HAYIR. KÜRTLER TÜRKLERE KIZGIN DEĞİL
Dindar Kürtler hem maruz bırakıldıkları bu durum nedeniyle hem yaşananların sessizlikle karşılanması nedeniyle Türkiye’nin kalanına ama özellikle dindarlara kızgın mı, kırgın mı, ne?
Ben herhangi bir Kürt kesiminin dindar olsun olmasın herhangi bir Türk kesimine kızgın olabileceğine ihtimal vermiyorum. Herkes bilir ki Kürtlerin sorunları sistem kaynaklıdır. Bunu Kürtler çok daha iyi bilir. Belki sistemin yönlendirmesiyle, bir kısım medyanın etkisinde kalan bazı marjinal gruplardan söz edilebilir, hepsi bu. Ayrıca sistem bütün Türkiye’yi mağdur etmiştir, incitmiştir. İşte bu incitmenin derecesine göre tepkileri sisteme yönelik burukluk, kırgınlık ve kızgınlık olarak gözlemleyebiliriz. Bence Türklerin büyük ekseriyeti pek sorunlu gibi görünmese de en azından sistemin Kürtlere ettiklerinden dolayı burukturlar. Kürtlerle çatışma Türklerin kolayca içselleştirecekleri bir durum değildir. Kürtlerle Türkleri çatıştırmak için başka isimlere, başka sıfatlara ihtiyaç var, bölücü gibi, ırkçı-faşist gibi. O da her türlü gayrete rağmen bütün Kürtleri ve bütün Türkleri içine çekemiyor. Kızgınlık biraz Aleviler açısından söz konusu olabilir belki. Dersim ve benzeri korkunç katliamlar nedeniyle. Bu bakımdan baştan beri söylediğim sağlıklı birliktelik zemini açısından derin kaygılar duymamıza gerek yok. Birileri iktidar devşirmek için ateşli kesimler düzeyinde bir çatışma ortamı yarattı, ama sisteme yönelik radikal müdahalelerin gerçekleştiği bu süreç artık ön almıştır.
KÜRTLER AK PARTİ’NİN NE YAPTIĞINI GAYET İYİ GÖRÜYOR
Türkiye geneliyle ortaklaşılan siyasi alana dair sormak isterim: Dindar Kürtlerle AK Parti ilişkisi sadece dini duyarlılıkla mı sınırlı yoksa AK Parti’nin demokratikleşme ve çözüm performansının da bir sonucu mu?
Bir yanıyla bütün Türkiye hangi gerekçelerle Ak Partiye yönelmişse onlar da o gerekçeyle yönelmişler. Bir yanıyla da Ak Partinin Kürt sorunu bağlamında attığı adımlar onları sorunun çözümü açısından daha bir umutlandırdığı için. Bazı gerçekleri dile getirmek için mutlaka Ak Partili olmak gerekmez. Gerçeği her zaman söylemek bir erdemdir. Günde birkaç kişinin faili meçhule kurban gittiği bir süreç Ak parti iktidarıyla birlikte bıçakla kesilmiş gibi durdu. İrtica’nın hortlatılarak mütedeyyin insanlara karşı yürütülen psikolojik savaş süreci bu iktidar tarafından sonlandırıldı. Üniversitelerin kapısında gözü yaşlı bekleyen başörtülü kızların dramı bu iktidarla son buldu. Dindar Kürtler veya Türkler bunları unutmaz elbette. Son dokuz aydır da günde birkaç ocağa ateş düşüren çatışma süreci bu iktidarın gayretleriyle durmuştur. Kürtlerin kahir ekseriyeti bu sürecin kıymetinin farkındadır. Aslında bu sürecin kıymetini bilmek biraz da Kürt olmayı gerektirir desem yeridir. Biz burada televizyon ekranlarında izlerken onlar bizzat çatışmanın içindeydi.
SİSTEM KÜRTLERE KARŞI DİNİ ÖYLE KULLANDI Kİ
PKK-BDP’nin geçen yıllarda bir “din açılımı” olmuştu, sivil Cuma namazları düzenlenmişti ve başka şeyler. Bu siyasi çabaların dindar Kürtlerde karşılığı ne oldu?
İslam bu coğrafyanın en büyük gerçeğidir. Bu topraklarda siyaset yapıyorsanız, bir mücadele yürütüyorsanız bigane kalamayacağınız bir kurumdur din. 90 yıllık cumhuriyet tarihi dinin asli gayesinin dışında kişisel veya zümresel çıkarlar için kullanıldığının örnekleriyle doludur. Kemalist, dine mesafeli derin devletin ülkenin batısında başörtüsünün üniversiteye, kamusal alana girmesine izin vermezken Kürt Coğrafyasında cihad ayetleriyle bezenmiş bildiriler dağıtıyordu. Büyük ölçüde Kemalizm’in Kürtçesi sıfatını hak eden sol sosyalist bir söyleme dayanan Kürt siyasal hareketinin de dini dönemsel olarak kullanması yadırganacak bir şey değil. Bu topraklar bu tür girişimlere aşinadır. Dindar Kürtlerin de hem devletin dindarlığına, hem de PKK-BDP çizgisinin dindarlığına kuşkulu bakması bu yüzden doğaldır. Ama şöyle bir olgudan da söz edebiliriz. Dini hassasiyetleri çok daha ağır basan, bunun yanında Kürtlerin hakları açısından da belli bir duyarlılığı olan bazı Kürtler özellikle dindarlığı önemseyen Ak Parti iktidarının Kürt açılımına bakıp “tam istediğim gibi” diyerek Ak Partiye yönelmesi ya da Kürt hakları hassasiyetleri daha belirgin olan, bununla beraber dine de duyarsız kalmayan bazı Kürtlerin BDP’nin bu tarz çıkışlarından etkilenerek istediği modelin bu olduğunu düşünmesi de pekala mümkündür ve halihazırda bazı dindar Kürtlerde gözlemlenen bir durumdur. Zaman içinde makasın açılması da kuvvetle muhtemeldir.
KÜRT PAKETİ DEĞİL TÜRKİYE PAKETİ
Güncele gelelim. Başbakan Erdoğan’ın açtığı demokratikleşme paketinden Kürtleri de ilgilendiren başlıklar çıktı. Siz bu açılımları nasıl buldunuz? Dindar Kürtlerin pakete bakışına dair gözlemleriniz neler?
Her şeyden önce paketin sağlam bir mantıksal kurguyla hazırlandığı açık. Bir bütün olarak paket Türkiye’nin paketi olarak nitelendirilmeyi hak ediyor. Bütün sorunlara yer vermediği de ortadadır. Esasen bütün sorunların çözümü için daha çok pakete ihtiyaç var. Sayın Başbakan da bunu söyledi. Pakette yer verilen hususlar ise Hükümetin Başbakan tarafından işaret edildiği gibi evrensel değerlere, tabii hukuka ve halkın taleplerine dayalı bir projeyi öngördüğünü ortaya koymaktadır. Öncelikle sembol sayılacak hususlara yer verilmiştir, Kürtçe alfabede kullanıldığı için yasak olan harflerin serbest bırakılması, yerleşim birimlerinin adlarının geri verilmesi, başörtüsünün kamusal alanlarda artık serbest olması, anadilde eğitimin özel okullarda da olsa önünün açılması gibi. Bunlar ilk bakışta basit ve sembolik görünseler de önemleri de bundan gelmektedir. Ben sembollerin gücüne inanırım.
‘EZAN ARAPÇA OKUNABİLİR’ DER GİBİ…
Sembolleşen değerlerle veya haklarla ilgili açılımları azımsayıp ‘çok sembolik’ bulanlar var malum…
Adnan Menderes iktidar olduğu zaman “bundan sonra ezan Arapça da okunabilir” diye bir kanun çıkardı. O günden sonra kimse Türkçe ezan okumadı, okuyamadı. Darbe yönetimleri de çok istemelerine rağmen sembolün akışını tersine çeviremediler. Ve o gün bugündür dini özgürlükler ezan serbestisi sembolüyle açılan çatlaktan yolunu bulup bugünkü düzeye ulaştı. Önemli olan talebin, talebi ifade eden sembolün evrensel değerlere, tabii hukuka ve halkın iradesine dayanmasıdır. Çatlağını bulunca da akışı tersine çevrilemez. Ben bu pakete de bu yüzden önem veriyorum. Çünkü semboliktir ve çünkü biraz önce saydığım kriterlere dayanıyor. Dolayısıyla her biri çok daha geniş kesimleri ilgilendiren özgürlükleri vaat etmektedir. Bu pakette yer alan maddelerin her biri Türkiye’nin geleceği açısından önemli mesajlar içeriyor. Denebilir ki Q-W-X harflerinin serbest olması sadece Kürtçe için değil belki de Türkçe için de yeni ufuklar açmaktadır. Bir anlamda Türkiye’nin tarihiyle barışması anlamına geliyor. Yerleşim birimlerinin adlarının iadesi coğrafya ile, başörtüsünün serbest kalması dini kimliğiyle, azınlıklara yönelik haklar imparatorluk tarihiyle barışmanın kapısını aralayan adımlardır. Ana dilde eğitimin özel okullarda serbest kalması ise ileride Türkiye’yi rahatlatacak önemli adımların atılmasının müjdecisidir.
Ya dindar Kürtler açısından…
PAKET KABAK DEĞİL KAVUN
BDP paketten “kundir- kabak çıktı” demişti. Siyasi alanla ilgili düzenlemeler, farklı dillerde propaganda, özel okulda anadil eğitimi, andımızın kalkması, yer isimlerine iade yolunun açılması… Bunlar Kürtler açısından kabak mıdır hakikaten?
Uzaktan bakınca “Petêx” (kavun) de bazen “Kundir”(Kabak) gibi görünür. İyice yaklaşmadan, kokusunu almadan, tatmadan karar vermemek gerekir bence. Paketin “Kundir” mi “Petêx” mi olduğunu hükümetin uygulamaları gösterecek. Bana gelince henüz tatmadım ama, az biraz bostancılığım olduğu için kokusundan “Petêx” olduğu çok açık. Ayrıca usta aşçılar “Kundir”den de en az “Petêx” kadar lezzetli tatlılar yapabilirler. Kürt siyasal hareketi paketin “Kundir” çıkması için duaya çıkmış gibi çok acele karar vermişe benziyor.
ANDIMIZ KALKTI, TÜRKİYE BİR AYIPTAN KURTULDU
Andımızın kaldırılmasını ayriyeten açmak isterim. Kürtler ve Andımız desem?
Türk olmayanlara her sabah “Türküm” dedirtmekten haz almak nasıl bir marazın tezahürüdür? Nasıl bir ruh halidir insanlara yalan söyletmekten zevk almak? Türk olmayanlar bir yana Türk olan bir insan, her sabah kendisinden Türklük itirafı alma hakkını gören birilerine karşı hangi öfkeyle bilenir? Faşizmin böylesi herhalde bizim ülkemize özgüdür. Bu faşist uygulamanın kalkmasına tepki göstermek de en az bu uygulamayı koymak kadar patalojik bir durumun göstergesi. Ayıptır en azından. Bazı insanların varlığını diğer bazı insanlara armağan etmesini istemek ne ile izah edilebilir? Hangi hakla? Bence kaldırılmış olması belki de Türkiye’de son yıllarda atılmış en büyük adımdır. İnsanları ikiyüzlülüğe, yalancılığa, zorbalığa sevk eden, insanları zehirleyen bu andın kaldırılmış olması paketteki diğer bütün maddelerden daha büyük bir öneme sahiptir. Bu andın Kürt çocuklarının kendilerini dağlara vurması üzerindeki etkisi Diyarbekir zindanının etkisinden daha az değildir. Aşağılayıcı, yaralayıcı, insanın ruh halini çökertici ve en önemlisi bir çocuğun izah edemeyeceği bir çarpıklığı, bir çelişkiyi o körpecik yaşta yaşatıcı bir uygulamaydı. Kaldırılmış olması toplumsal tedavi süreci açısından alabildiğine önemlidir. Türkiye’nin iyileşmeye başladığının göstergesidir. Beynimize şırınga edilen faşist manifestonun son bulmasını alkışlıyorum. Hükümeti de tebrik ediyorum. En basit ifadesiyle bir ayıptan kurtulduk. İçerdiği çelişkilere, insanı inanç bakımından bile sorunlu hale getiren ifadelerine ise hiç girmiyorum. Dolayısıyla soruyu “Kürtler ve Andımız” yerine “insan ve andımız nasıl olabilir?” şeklinde sormak daha yerinde olur.
PKK’NİN DERDİNİN KÜRTLER OLMADIĞI ORTAYA ÇIKTI
Çözüm Süreci sıkıntılara rağmen şükür ki yürüyor. Lakin PKK sadece yüzde 20 oranında sınır dışına çıktı ve KCK’dan ‘çıkışları durdurduk’ açıklaması geldi. Demokratikleşme paketi süreci sabote etti, diyenler bile oldu. Öcalan ise görüşünü 15 Ekim’de açıklayacak. Ne bekliyorsunuz, süreç nereye gidiyor?
Gün geçtikçe PKK’nin asıl derdinin Kürtler olmadığı, örgüt olarak kendi durumunu daha çok öne çıkardığını görüyoruz. Son on yılda atılan adımları elbette yeterli görmeyiz, ama en küçük bir mukayese bile insana “nereden nereye?” dedirtiyorsa karşı çıkışları kuşkuyla karşılamak hakkımız. ‘Kürt yoktur’dan özel okulda da olsa Kürtçe eğitime geldik. Kürtçe televizyonların açıldığı, üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açıldığı, seçmeli Kürtçe derslerin okutulduğu bir Türkiye’ye ulaşılmışken hiçbir şey yapılmamış gibi çekilmeyi durdurmak, bu son paketi de süreci bitirdi diye reddetmek veya eleştirmek izah edilecek bir durum değildir.
ÖCALAN 2. NEWROZ KONUŞMASINI YAPACAK
Asıl sıkıntı ne sizce?
PKK’ye yöneltilen “kendisi için bir iktidar alanı istiyor” eleştirilerini haklı çıkaran tutumlar bunlar. PKK Kürtlü Kürtsüz bir iktidar alanı peşinde değilse, Kürt sorunu bağlamında atılan adımlara olumlu yaklaşmalı ve Abdullah Öcalan’ın Newroz’da yaptığı çekilme çağrısını kısmen değil tamamen uygulamalıdır. Yine pakette kendileriyle ilgili bir hususun olmadığını belirtmeleri de iktidar alanı talebinin ifadesidir gibi geliyor bana. Bu söylediklerim “bu kadar hak verildi daha ne istiyorsunuz?” anlayışına bir tür destek değildir kuşkusuz. Demek istediğim PKK’nin dilinden düşürmediği barışa fırsat doğmuşken tehditkar bir tutum içinde olmayı terk etmesidir. Dünyanın geldiği aşamayı doğru okumasıdır. Türkiye’nin koşulları da dünya konjonktürü de bir savaşı artık kaldırmaz, bunu görmek gerekir. Abdullah Öcalan’ın Kandilin psikolojik baskısından uzak ve Newroz sürecine uygun bir çağrı yapmasını umuyorum.
PKK ÇEKİLMEYİ ROJAVA İÇİN DURDURDU
PKK’nın çekilmeyi durdurmasının Rojava’daki ihtimalle, Kasımda yapılması planlanan Kürt konferansıyla, 2012 yerel seçimleriyle ilgisi ne sizce?
Aslında çekilmenin durdurulmasının da bu faktörlerle bir yönüyle ilgisi var. PKK’nin çekilmeyi durdurması Türkiye’nin içine yönelik çatışma endişesini uyandırsa da Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı yeni koşulları değerlendirme, bundan yararlanma isteğinden kaynaklanıyor. Rojava’yı kontrol etme şansını değerlendirmek istiyor PKK. Normalde Rojava halkı KDP çizgisine daha yakındır. Ama güney Kürdistan’ın anayasal bir federal devlet olarak Rojava’ya müdahale etmesi mümkün değil. PKK illegal bir örgüt olmanın avantajını kullanarak Rojava’da silahlı güç olarak etkinlik kurdu. PKK’nin iktidar olma arzusunu gerçekleştirme şansını verdi Suriye iç savaşı. Türkiye ile ilgili çekilme sürecini bu yüzden askıya aldı bir bakıma. Bekle gör yani. Suriye’deki gelişmeler belirleyici olur büyük ölçüde Kandil’in tavrı üzerinde.
Kürt Ulusal Konferansı –eğer bu defa yapılabilirse- yaklaşıyor. Bölge Kürtleri arasında nasıl bir iktidar savaşı var?
Kürtler 1. Dünya savaşının ardından dört parçaya bölündüler. Bu bölünmüşlük yaşadıkları ülkelerin siyasal rejimlerinden, rejimlerin onlara yönelik tutumlarından etkilenmelerini, farklı sorunlarla karşılaşmalarını, farklı yönelimlere, ilgilere sahip olmalarını getirdi. Doğal olarak algı ve anlayış farkı da ortaya çıktı. Temelde bunlar dururken siyasal ve sosyolojik tabanlar da farklılaşmış. Köylü kentli, aşiret, tarikat gibi geleneksel yapılar da farklılaşmayı derinleştirmiş. Dört parçaya bölünmüş Kürtleri ortaklaştıran şey hakların elde edilmesi mücadelesidir. Ama mücadele yöntemi bu saydığım etkenlerden dolayı ister istemez farklılaşıyor. Kürt Konferansının toplanamaması ihtimali var olduğu gibi, toplansa da yöntem ayrışması önemli bir sorun olacaktır.
REKABET PKK İLE KDP ARASINDA
Barzani, Talabani ve Öcalan arasındaki durumu siz nasıl tarif edersiniz? Tabi bir de Kuzey Irak seçimlerinden önde çıkan Goran Hareketi var.
Barzani son seçimlerde gücünü koruduğunu gösterdi. Talabani grubu ise Goran (değişim) hareketi karşısında deyim yerindeyse eridi. Ama Goran hareketi Kürtler arasındaki iktidar savaşında bir temel güç olma konumuna henüz gelmiş değildir. Tepkisel bir hareket olma zaafını taşıyor büyük ölçüde. Bana göre Goran’dan daha az sandalye kazanan KYB hala ondan daha güçlüdür. Bütün bir Kürdistan’da iktidar mücadelesi bu yüzden PKK ile KDP arasında geçecek. Aslında konferansın ertelenmesi de iki grup arasındaki delege sayısı anlaşmazlığından kaynaklandı. Bunlar güç gösterisi bakımından önemli hususlardır. Sosyalist sol kökenli PKK ile geleneksel Tarikat, aşiret kökenli KDP arasında şimdilik silahlı bir çatışma ihtimali görünmese de ileride bu ihtimal doğabilir. Modern bir hareket olarak PKK geleneksel kökleri sağlam olan KDP karşısında dünya konjonktürü bakımından avantajlı görünüyor. Ama tarih göstermiştir ki gelenek her zaman hükmünü icra etmiştir. Kısa vadede avantajlı görünen PKK’nin uzun vadede geleneksel özellikleri ağır basan ve hâlihazırda devlet olmanın da imkânlarından yararlanan KDP karşısında pek şansı yoktur. Bir diğer husus da Barzani’nin “Birakujî” ye (kardeş savaşı) bir daha izin vermeyeceklerini ilan etmesidir. PKK’nin sırf bir iktidar alanı oluşturmak için Rojava dolayısıyla bir çatışma çıkarmayı göze alabileceğini de sanmıyorum.
GEZİ’DE OLANLAR ASR-I SAADET’TE OLANLAR GİBİ
Gezi olaylarına, yaşananlara dindar Kürtler nasıl baktı, bakıyor, siz nasıl baktınız? Spesifik olarak sorum şu aslında: Kürtler on yıllar boyu kendi en doğal, en temel hakları-özgürlükleriyle ilgili yaşadıklarıyla kıyaslayınca Gezi’nin taleplerini “şımarıkça” mı buldu lüzumlu ve gerçekçi mi?
Gezi olayları kesinlikle Gezi’den ibaret değildir. Çok daha derinlerden kaynaklanan bir kalkışma denemesidir. Gezi olayları başladığında katılanların sosyolojik tabanları bana İslam öncesi Medine’sinde yaşanan bir süreci hatırlattı. Bilindiği gibi o zamanlar adı Yesrib olan Medine’de iki büyük Arap kabilesi yaşıyordu. Evs ve Hazreç. Bu iki kabile arasında kan davaları, çatışmalar eksik olmuyordu. Birbirleriyle didiştikleri için de azınlık durumundaki Yahudi kabileleri Kureyza, Nadr ve Kaynuka oğulları, şehrin siyasal, dinsel, en önemlisi ekonomik iktidarını ele geçirmişlerdi. Sonra beklenmedik bir gelişme oldu. Medineli Evs ve Hazreç kabileleri “Akabe”de (Akabe sarp yokuş anlamına gelir) Müslüman olup Hz. Peygambere biat ettiler. O günden sonra gelişen süreç dinsel, siyasal ve doğal olarak ekonomik iktidarın Yahudi azınlığın elinden çıkmasını doğurdu. Sonra özellikle Hendek savaşında büyük bir Yahudi kalkışması vardır ki başarılı olması durumunda İslam açısından ölümcül bir darbe olma özelliğini taşıyordu. Türkiye’nin Evs ve Hazreci olan Kürtler ve Türkler dünyanın alt üst olduğu dünya savaşının ardından kendilerini karar vericisi olmadıkları bir çatışmanın içinde buldular. Ve bu çatışma sürekli olarak pompalandı, beslendi. Bu arada bir azınlık da iktidar devşirdi bu çatışmadan.
TÜRKLER İLE KÜRTLER, EVS İLE HAZREÇ
Çok ilginç bir benzetme bu. Bugünü ve yarının olasılıklarını da kapsıyor mu?
Şimdi özellikle son on yılda çatışma süreci bitirildi (akabe, sarp yokuş aşıldı). Bu da Türkiye’nin Kurayza, Nadr ve Kaynukalarının azınlık iktidarının sonu anlamına geliyor. Türkiye’nin Evs ve Hazreci barışacak olursa bir daha iktidar yüzü göremeyecek olan azınlık barışın önüne Gezi “akabe”sini çıkarmak istedi. Mesele bundan ibarettir ve gerisi çok da önemli değildir. Düne kadar dergilerinde Kürt bakkalından, manavından alış veriş yapılmaması, Kürdün lahmacununun yenilmemesi çağrısı yapanların Kürtleri Gezi sürecinin içine çekmek için “gel gel” yapmaları son derece manidardır. Ama ben her iki taraftaki aymazlara rağmen o sarp yokuşun aşıldığı kanaatindeyim. Bizim kanımızdan bugüne kadar iktidar devşirenler bir daha iktidar yüzü göremeyeceklerdir.
KÜRTLER KEMALİSTLERİN YAPTIKLARINI UNUTMAYACAK
Gezi’nin ana kütlesi Kemalistlerden oluşuyordu. BDP-PKK’ya gel gel denmesine rağmen resmi bir katılım olmadı ama öte yandan Öcalan Gezi’ye selam gönderdi, PKK bölgede Gezi’yle eşzamanlı olaylar çıkarttı, karakol inşaatı bastı, asayiş timi kurdu vesaire. Ve Gezi’nin Moda kolu destek için yürüyüşler yaptı, BDP’li vekiller de Gezi’de ön aldılar. Şimdi hatlar karıştı ama Kürt meselesiyle Kemalistlerin ilişkisi sorunun başladığı yere uzanır. Bugün için Kemalist Gezi ile Kürtler açısından durum nedir?
Bütün bunlar Kemalizm’in Kürtçesiyle Türkçesi arasındaki zihniyet akrabalığının tezahürleridir. Ama ana gövde oyunun farkında. Bazı BDP’li vekillerin tutumu da sözünü ettiğim bu zihniyet ayniliğini pekiştiriyor zaten. PKK-BDP çizgisinin Gezi’ye destek sayılacak bazı eylemlerde bulunması bir açıdan Hükümete mesajdı. Ben buradayım mesajı. Sosyalist eylemsellik dürtüsü de öyle kolay terk edilecek bir husus değildir. Alışkanlıklar depreşir zaman zaman. Hükümetin bu tutumunu ve anlayışını kararlılıkla sürdürmesi önemlidir tabi. Zamanında atılması gereken adımları atmak muhtemel provokasyonları boşa çıkaracaktır. Şimdiye kadar buna uygun hareket edildi. Ama Roboski gibi bazı hadiselerin hala bir neticeye bağlanmaması endişeleri de beraberinde getiriyor. Çünkü zihniyet akrabalığı eylem ortaklığına dönüşebilir. Yine de Kürt tarafının örgütlü ve kitlesel bir destek sunmaması Gezi’yi organize edenlerin planını bozmuştur. Kürtler, çatışma sürecinde yakılan onca ormana, boşaltılan binlerce köye tepki koymayanların iki ağaç için kopardığı fırtınanın nelere gebe olduğunu bilecek olgunluğa sahiptirler.
RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..
Star