AA Analiz: Emekli Diplomat Akın Özçer
Katalan bağımsızlıkçıların anayasaya aykırı (dolayısıyla yok hükmünde) olmasına karşın 1 Ekim Pazar günü yapılmasını dayattığı ‘kendi geleceğini belirleme’ (otodeterminasyon) referandumu, gün boyu İspanyol devlet televizyonu RTVE’ye yansıdığı kadarıyla, kabul edilebilir koşullarda yapılamadı. Bağımsızlıkçı cephenin mevcudiyetini açıkladığı yaklaşık 2 bin 400 seçim bürosundan birçoğuna yargı kararıyla giriş engellendiği gibi, ayrıca sandıklara da güvenlik güçlerince el konuldu. B planı olarak öngörülen elektronik oylama büroları ise internet erişimi kesilmek suretiyle devre dışı bırakıldı.
Bir referandumun veya seçimin, yok hükmünde olması bir yana, kabul edilebilir nitelik taşıması dahi belirli sayıda seçmenin oy kullanmasına bağlı değil aslında. Seçimin, sandık heyetlerinin belirlenmesinden oyların sayımına ve itirazların kabulüne kadar bir seçim kurulu tarafından yönetilmesi gerekiyor. Bağımsızlıkçılar böyle bir kurul oluşturmuş ama Anayasa Mahkemesi, üyelerine cezai hükümler uygulayacağını açıkladığı için lağvetmiş ve bileşimi açıklanmayan bir gözlemci heyetin bu görevi üstleneceğini duyurmuştu. Sonuçta yok hükmünde olduğu kadar, bir seçim için asgari kabul edilebilir koşullardan yoksun da olan bir oylama yapıldı.
Başbakan Mariano Rajoy Pazar gecesi medyanın önüne çıkarak gün içinde yardımcısı Soraya Sáenz de Santamaría’nın verdiği şu mesajı yineledi: “Bugün Katalunya’da otodeterminasyon referandumu olmadı”. Rajoy devamla “Yapmamız gerekeni yaptık. Bir azınlığın tüm ulusa şantaj yapmasına izin veremezdik. Bugün demokrasi kazandı; çünkü anayasanın gereği yerine getirildi” dedi ve ekledi: “Diyaloğa hiçbir kapıyı kapatmıyorum ama sadece yasal çerçevede kalmak kaydıyla”.
Gelin görün ki bağımsızlık cephesi sözcüsü Jordi Turull’dan gece yarısı şaka gibi bir açıklama geldi. Turull, güvenlik güçlerinin el koyamadığı için sayılabilen oy pusulalarının (2 milyon 262 bin 424) yüzde 90’nının “evet”, yüzde 7,8’inin “hayır” çıktığını söyledi. Kayıtlı seçmen sayısı yaklaşık 5,4 milyon olduğuna göre, bu veriler katılımın yüzde 42 olduğunu gösteriyor. Bu oranın tartışmalı olması bir tarafa, bağımsızlığa “hayır” diyen Katalanlar zaten “yasadışı” ilan edildiği için sandığa gitmemişti. Dolayısıyla katılımın düşüklüğü aynı zamanda referandumun desteklenmediğini de gösteriyor.
Sanal bağımsızlık
Katalan özerk hükümeti (Generalitat) Başkanı Carles Puigdemont, Pazar gecesi Başbakan Mariano Rajoy’dan sonra, geç saatlerde medya önüne çıkarak referandumun sonuçlarını özerk parlamentoya ileteceğini ve önümüzde günlerde Katalunya’nın bağımsızlığının ilan edileceğini açıkladı.
Puigdemont ayrıca, İspanyol jandarması (Guardia Civil) ve ulusal polisin yargı kararına uygun olarak yasadışı referandumun gerçekleşmemesi için seçim bürolarına girişi engellemesi ve seçim malzemelerine el koyması sırasında çıkan çatışmalarda yaralanan 800 kişiye karşı “eşi görülmedik” ölçüde “orantısız güç kullandığını” öne sürerek bunun “insan haklarının açık ihlali” olduğunu belirtti. Milyonlarca kişinin katıldığı oylamanın engellenmeye çalışılmasının, dünyaya verilen önemli mesajlardan biri olduğunu, dolayısıyla Katalunya’nın Pazar günü “birçok referandum kazandığını” öne sürdü.
Generalitat Başkanı bu referandumla “Katalunya yurttaşları olarak, yönetim şekli Cumhuriyet olan bağımsız devlet kurma hakkını kazandıklarını” vurgulayarak, Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği referandum yasasının 4/4. maddesi uyarınca, parlamentonun olağanüstü toplantısında bağımsızlığın ilan edileceğini bir kez daha vurguladı. Bu referandumun ilan edilen katılım ve oy oranlarının sanal oluşuna bakılırsa, Katalunya’nın ilan edilecek bağımsızlığının da sanal bir nitelik taşıyacağına kuşku yok.
Bundan sonra ne olabilir?
Kabul etmek gerekir ki dünyada tek yanlı bağımsızlık ilanları var, ama uluslararası alanda bağımsızlığını bu şekilde ilan etmiş ve tanınmış bir ülke bulunmuyor. Konuyla ilgili önceki yazılarımızda işaret ettiğimiz BM Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1960 tarihli, 1514 sayılı “Sömürge halklarına bağımsızlık bildirgesi” başlıklı ilke kararına aykırı olduğu halde, uluslararası alanda bağımsızlığı tanınan tek ülke Kosova. Ancak Kosova ile Katalunya arasındaki tek benzerlik, bağımsızlığını ilan etmesiyle bir parçası olduğu ülkenin toprak bütünlüğünü bozmuş olması. Yoksa Kosova’nın bağımsızlığını kazanarak ayrıldığı Sırbistan, o zaman bugünkü İspanya gibi demokratik bir hukuk devleti değildi. Sırbistan ile Kosova arasında iki yıl (1998-99) süren bir iç savaş vardı ve bu savaşa Sırp ordusunun yaptığı etnik temizlik operasyonları gerekçesiyle NATO müdahale etmişti.
Bu itibarla, Katalunya’nın bağımsızlığının, Kosova örnek gösterilerek (Maduro Venezuela’sı gibi İspanya ile takıntılı bazı ülkeler dışında) uluslararası alanda tanınması söz konusu değil. İspanya, bugün bazı AB ortaklarının yaptığı gibi, polisin orantısız güç kullanması nedeniyle eleştirilebilir, ama İspanyol güvenlik güçlerinin, yargının anayasaya saygı gösterilmesini sağlamak için vermiş olduğu “seçim materyaline müdahale” talimatını yerine getirmesi de doğal karşılanacaktır.
Bununla birlikte, bu yazı kaleme alındığı sırada, AB kurumlarından Katalan referandumu hakkında herhangi bir resmî açıklama yapılmış değildi. Avrupa Parlamentosu’nun siyasi gruplarından Liberaller ve Yeşiller’in Katalan bağımsızlıkçıların tek yanlı girişimlerinden çok polisin orantısız güç kullanmasını eleştirdikleri, Sosyal demokratların da taraflar arasında diyalog çağrısında bulundukları görülüyordu.
Anayasanın 155. maddesi
Katalan bağımsızlıkçıların yaptığı bu oldu bittinin (fait accompli) Katalunya’nın bağımsız bir devlet olması için yeterli olmadığı açık. Eğer buna içtenlikle inanmışlarsa, yanıldıkları da açık. Bu girişimin hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilmesi de mümkün değil, zira ortada anayasaya karşı son derece ciddi bir itaatsizlik, bir başkaldırı var. Bu durum, anayasanın 155. maddesinin kapsamına giriyor.
Bu madde bir özerk topluluk anayasa ve diğer yasalarda öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmediği ya da İspanya’nın genel çıkarlarını ciddi şekilde çiğnediğinde, hükümetin ilgili özerk topluluğun başkanından bu yükümlülüklerini yerine getirmesini istemesini, eğer bu mümkün olmazsa, Senato’nun üçte iki çoğunluğunun onayıyla yükümlülüklerin zorla yerine getirilmesi için “gerekli önlemleri” almasını öngörüyor. Bugüne kadar hiç uygulanmayan bu madde, kamuoyunda “özerkliğin askıya alınması” olarak biliniyor. Ama bu doğru bir yorum değil. Çünkü Özerklikler Devleti’ni (Estado autonómico) oluşturan 78 anayasası bu maddeyle özerkliği ortadan kaldırmayı değil, sınırları aşan özerk toplulukları kontrol etmeyi öngörüyor. Anayasa hukukçularına göre, bu maddenin uygulamaya konulmasıyla, kuvvet kullanılarak özerklik kurumlarının feshedilmesi söz konusu değil.
Buna karşılık, merkezi hükümetin 155. maddeyle özerk kurumlara doğrudan talimat vermesi, aldıkları bazı kararları iptal etmesi ve ilgili özerk topluluğa ekonomik baskı ve ambargo uygulaması mümkün. O bakımdan, bu maddenin özerkliğin askıya alınmasından çok özerk topluluğun yönetimine merkezden müdahale edilmesini sağladığını söylemek daha doğru bir yorum olur. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Rajoy hükümetinin, yasadışı referandumu engellemek için, 155. maddeye başvurmadan bu tür önlemleri esasen almış olduğu görülüyor.
Erken özerk parlamento seçimleri
Bugün gelinen noktada, Rajoy hükümetinin, bağımsız yargının anayasaya aykırı referandumu düzenleyen ve bağımsızlık ilan etmeye hazırlanan siyasetçilere karşı açacağı davalar dışında, tek başına yapabileceği çok şey yok. Halkçı Parti (PP) Temsilciler Meclisi’nde birinci parti olmakla birlikte, Rajoy hükümeti dışarıdan ana muhalefetteki Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve Yurttaşlar Partisi’nin (Ciutadans) desteğiyle kurulmuş bir azınlık hükümeti. Bu iki parti de yasadışı Katalan referandumuna karşı, ama özellikle sosyalistler bu krizi iyi yönetemediği gerekçesiyle Rajoy’u da eleştiriyor. Hatta bu çevrelerde Puigdemont’un yanı sıra Rajoy’un da istifa etmesi gerektiğini dillendirenler var.
Kabul etmek gerekir ki konumuz açısından asıl önemli olan, anayasaya aykırı olduğu halde referanduma ve bağımsızlık ilan etmeye kalkışan Puigdemont’un bu amacına ulaşamayacağı için istifa ederek Katalunya’da erken seçimlere gidilmesi. Bir süredir İspanya’da, Puigdemont ve arkadaşlarına asıl cezayı, maceraya sürüklediği Katalan seçmenin vermesi gerektiği konuşuluyor.
Katalunya çoğulcu bir toplum yapısına sahip. Bağımsızlık yanlıları kadar İspanya ile birlikte yaşamayı savunan Katalanlar da var. Referandumun arifesinde ellerinde İspanyol ve Katalan bayrakları ve “Katalunya İspanya’dır” (Cataluña es España) döviziyle sokaklara dökülen on binler, İngilizce “Catalonia is not Spain” dövizini taşıyanlara karşı gövde gösterisi yapmıştı. Onlar yasadışı olduğuna inandıkları için Pazar günü sandığa gitmemişlerdi. Katalunya’nın geleceği hakkında konuşurken büyük resmi de değerlendirmek gerekiyor, kuşkusuz.
[“İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” ve “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli” kitaplarının yazarı olan Akın Özçer 1979-2006 yılları arasında, sonuncusu Lyon Başkonsolosluğu olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulunmuştur]