Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Talabani’nin rahatsızlanmasından sonra gündeme gelen harita değişikliğinin kolay olmadığını söyledi. Arıboğan, ‘Barzani’nin tercihi Irak değil Türkiye. Kuzey Irak de facto olarak Türkiye’ye eklemlenmiş durumda’ dedi.
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Talabani’nin rahatsızlanmasından sonra gündeme gelen harita değişikliğinin kolay olmadığını söyledi. Arıboğan, ‘Barzani’nin tercihi Irak değil Türkiye. Kuzey Irak de facto olarak Türkiye’ye eklemlenmiş durumda’ dedi.
Talabani’nİn rahatsızlanması bu kez, Irak’ta gelecek projeksiyonlarının yapılmasına yol açtı neden?
Talabani 79 yaşında, uzun süredir de rahatsız olan birisi. Ortadoğu bölgesi henüz modern devletler siste-mine uygun bir biçimde örgütlenmediği için liderler fazlasıyla ön planda. Dikkat ederseniz bölgesel problemlerden bahsederken bile devletlerin rekabetinden, başarısından ya da başarısızlığından ziyade liderlerin performanslarından, tercihlerinden söz ediyoruz. Talabani’nin kendi kişiliğinde toparladığı bazı simgesel değerler var. Irak’ta dengenin dengeleyicisi konumunda. Kürtlerin Irak merkezle bağlılığının da işareti. Ondan sonra, Irak’ta da Suriye’de yaşanan gerilimin benzerinin yaşanma ihtimali insanları tedirgin ediyor.
Harita değişikliği seneryoları için erken mi?
Şimdilik erken ama çok zamandır süregiden bir tartışma. Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek olan en önemli faktör Kürtlerin geleceğinin ne olacağı. Kürtler şimdiki gibi ulus-devlet sistemi içinde, ama daha çok hak ve özgürlük sahibi olarak mı yoksa özerk ya da bağımsız bir devlet çerçevesinde mi var olacaklar sorusunun cevabı önemli. Değişimin yaratabileceği potansiyel riskler kanımca küresel aktörlerin de gözünü korkuttu. Kağıt üzerinde stratejik terzilik yapmaya benzemiyor gerçek hayat.
HAYAT STRTATEJİK TERZİLİKTEN ZOR
Sizin beklentiniz?
Ne ABD ne de Rusya harita değişiklikleri konusunda eskisi kadar hevesli görünmüyor. Suriye’de istikrarın yenilenmiş bir liderlikle merkezi devlet kanalıyla sağlanmaya çalışılacağını sanıyorum. En azından bugünden yarına değişmesi çok kolay olmayabilir. Bunun en belirgin kanıtı Suriye’de yaşananlar. Hemen herkes Esed’ın çok kolay gideceğini düşünüyordu. Ama bakın 21 ay oldu neredeyse ve değişen birşey yok. En kolay gibi görünen konularda büyük zorluklarla karşılaşabiliyorsunuz. Irak konusu ise Suriye’den çok daha karmaşık ve orada bir taşın çekilmesi bölgede daha güçlü bir domino etkisine yol açabilir. Buna rağmen böyle bir risk var ve küresel dengelerde küçük değişiklikler radikal değişimlere yol açabilir.
İstikrarsızlıktan korkuluyor…
Yeni kurulacak düzenin var olandan daha iyi olacağının garantisi yok. Değişim kimin lehine olacak? Kim yeni statüko uğruna taviz verecek? İkincisi harita değişikliği büyük bir istikrarsızlık sürecini de başlatabilir. Batı mevcut koşullarda enerji, petrol vs. konularında var olan durumun devam etmesini istiyor. Ben Batı’nın da petrole bağımlı Uzakdoğu aktörlerinin de özellikle harita değişikliği yaratabilecek düzeyde sıcak bir kavgaya sıcak bakacağını düşünmüyorum. Yani var olan durumdan rahatsız olsalar bile değişimin yaratacağı riski göze alacaklarını sanmıyorum.
Neden bu kez hızlı dillendirildi bu senaryo?
Çünkü başta ABD’de de olmak üzere bazı ülkelerde strateji mer-kezleri böyle senaryolar üzerinde çalışıyorlar. Ben buna stratejik terzilik diyorum. Küresel şirketler strateji merkezlerinden devletlerden daha çok faydalanıyorlar.
Bu şirketler bölünmüş Irak’a yatırım yapmış olabilir mi?
Olabilir. Zaten riski yaratan da bu. Devlet merkezleri bunu tercih etmese de bazı küresel şirketlerin bu tür tercihleri olabilir. Ekonomik aktörlerin gücü küresel ekonomik kriz öncesine nazaran oldukça zayıflamış olsa da, küçümsenemeyecek etkiler yaratabilirler.
TALABANİ BÖLÜNMEYE KARŞI
Peki Irak’ta Maliki ile Barzani gerilimi?
Merkezi hükümetle Barzani arasındaki kopma kaçınılmaz görünüyor. Çünkü Barzani’nin arzu ettiği şey Kuzey Irak Kürdistan bölgesinin kaynaklarını kendisinin değerlendirmesi. Bölgede büyük petrol kaynakları var. Ordaki gerilim bu kaynakların sahipliğinin ve elde edilen gelirin paylaşılmasında. Barzani kendi bölgesinde bulunan kaynakları Türkiye üzerinden sisteme sokabildiği zaman Irak merkezi hükümetine herhangi bir haraç ödemesine gerek yok. Parayı Irak merkezine aktarıp sonra kendisine ayrılan pay ile yetinmek istemiyor.
Maliki nasıl bakıyor?
Merkezi Irak yönetimi ise bu kaynaklar şimdiye kadar tüm Irak’ındı bundan sonra da öyle devam etsin diyor. Ayrıca siyasal olarak da ülkenin bölünmesi fikrinden hoşlanmıyorlar. Kuzey Irak’taki kaynakların üzerinde Şiilerin de, Sünnilerin de hakkı olduğunu söylüyor. Bunu kaybetmek istemiyor. Maliki bir yandan Irak’ta bütünlüğü sağlamak için Kürt kartını oynayıp Sunni ve Şiileri Arap kimliği üzerinden ortaklaştırmak istiyor, diğer yandan da Sünni kimliği ön plana çıkmış kimliklere baskı uyguluyor. Bir yandan Kürtleri öte-kileştirerek Arapları bütünleştirecek şelde mezhep çatışmasının önüne geçmeye çalışıyor, diğer yandan belli bir Sünni kadroyu tasfiye etmeye çalışıyor. Birbirine zıt politikalar gibi görünse de, tamamlayıcı bir süreç geliştiriyor olabilir.
Türkiye nerede bu denklemde?
Maliki Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti ya da özerk yönetiminin Türkiye’nin işine gelmeyeceğini, bunun Türkiye’nin geleneksel kırmızı çizgisi olduğunu düşünüyor. Buna karşın Türkiye’nin Barzani ile ilişkisi çok iyi. Türkiye bölgeyi koruma altına alarak güvenilk sağlamaya, karşılığında kendi enerji alternatifsizliğine çözüm bulmaya çalışıyor. Barzani ise bu süreçte bölgeye çok yatırım çekerek kendini güvenli kılma uğraşında. Türkiye’ye de çok yakın duruyor. Türkiye Barzani ile ilişkileri derinleştirerek enerji konusunda Rusya ve İran’a olan bağımlılığı azaltmak istiyor. Aslında Kuzey Irak yönetimi ile Türkiye arasında karşılıklı bağımlılık emelinde önemli bir işbirliği mümkün. Barzani Irak merkezi ile uyumlu davranmak yerine Türkiye kartını oynamayı daha tercih edilebilir buluyor gibi.
KUZEY IRAK TÜRKİYE’YE EKLEMLENMİŞ
Türkiye nasıl bakar buna?
Türkiye için de en tercih edilecek formüllerden birisi bu, ama ciddi riskleri de var. Eski statükonun yerine yenisi gelirken sancılar oluşacaktır. Böyle bir politika Irak merkezle ve İran ile hasmani ilişkiler kurmamız anlamına gelecektir. Denklemin bir tarafına artı olarak yazılan diğer tarafında eksiye dönüyor. Nasıl bir denklem kuracağımıza bağlı olarak durum şekillenir.
Barzani tercihini Türkiye’den yana kullanmaktan yana….
Bana da öyle geliyor. Türkiye ile yakınlaşmayı Irak’a yakınlaşmaktan daha fazla önemsiyor. Bana göre diğer seçenekler Barzani için çok uygun değil ve bunun da farkında. Türkiye Kuzey Irak Kürt Yönetimi için dünyaya açılma kapısı. Göründüğü kadarıyla bu durum Türkiye açısından da tercih ediliyor.
Neden?
Türkiye’nin Barzani ile kurduğu iyi ilişkiler sadece ekonomik temele dayanmıyor. Kuzey Irak’ta Türk şirketlerinin büyük yatırımları var ama bir yandan da akrabalık ilişkileri var. Tarihi birliktelik var. Kuzey Irak de facto olarak Türkiye’ye eklemlenmiş durumda. Türkiye ile Kuzey Irak arasında tek sorun var o da PKK.
Ama önemli bir sorun…
Türkiye’nin Kürtlere yaklaşımı PKK üzerinden şekillendikçe iş zor. Bu durumu değiştirdiğiniz anda ortada sorun da kalmaz.
Kürt sorununda neler oluyor?
Kürt sorununun çözülmesi salt Türkiye’nin tasarrufunda olsa Türkiye bu sorunu daha kolay çözebilir. Ama değil. Şu gerçeği görmek gereki-yor; Türkiye Kürt sorununu daha yeni yeni algılıyor ve onunla bir anlamda ilk defa yüzleşiyor. Son yıllara kadar Türkiye için Kürt sorunu demek sadece terör paketinin içerisinde algılanan bir konuydu ve elinde silah olan militanlarla mücadele etmek demekti.
DEMOKRATİKLEŞME PROVAKE EDİLİYOR
Değişti mi bu bakış?
Evet. Bugün Kürt sorunu olarak konuştuğumuz şey terörden arındığı anda, Kürtlerin kimlik talebi, hakları ve anayasal istekleri haline gelebiliyor. Türkiye Kürt sorununu bu boyutları ile daha yeni konuşmaya başladı. Lakin devlet temel hak ve özgürlükler konusunda adımlar atmaya devam ederken şiddetin azaltılması konusunda bir iyileşme sağlanamadı. Bu olayın askeri boyutunun hala devam etmesinin temel sebebi. Belki Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda atmış olduğu en büyük adım Kürt sorunu ile terör sorununu birbirinden ayırmış olmasıdır. Terörle mücadelenin ise silahlar bırakılmadan durması imkansız.
Bu mümkün mü?
Türkiye Kürt sorununun çözülmesinde ne kadar demokratikleşme adımları atarsa, birileri bu adımları, bu ortamı durdurmak adına devreye giriyor. Çeşitli provokasyonlarla olumlu havayı yok etmek istiyor. Ki bugün PKK’nın bir kolu tamamen taşeron olarak Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesini engellemek için bilinçli biçimde kullanılıyor. Bu süreçte Kürtlere de bir sorumluluk düşüyor. En büyük zararı onlara veriyor çünkü.
Siyasete meraklı askerlerle işim olmaz
TSK’nın yararlanacağı kanaat önderi isimlerden biri olduğunuza ilişkin belge yayınlandı. Ne düşündünüz?
Bu konular benim inisiyatifim dışında şekillendiği için çok üzerinde durmuyorum. Kendilerine göre liste oluşturmuşlar beni de eklemişler. Uzun yıllar Harp Akademileri’nde ders verdim. Askerlerle de her zaman olumlu ilişkilerim oldu. Ama herkes de bilir ki bizim alilemizin darbelerle başı hoş olmamıştır. Babamın Madanoğlu Cuntası’ndaki rolü bellidir, 28 Şubat’ta andıçlanan isimlerden de biridir. Biz askerleri seven ama siyasete meraklı askerlerden de çok çekmiş bir aileyiz. Ciddiye almadım doğrusu.
DEVLET HABUR KAZASINI DTP’Yİ KAPATARAK ATLATTI
Kürtler sorunun çözümünde ne yapabilir?
Kürt sorununun bu aşamada çözülmesi sadece Kürtlerin kazanması ile değil Türklerin de kazanması ile çözülecektir. İşte Türklerin kazandıklarını hissettirecek olan da BDP’nin siyasal sorumlu davranışıdır. Özellikle bazı millevekillerinin çok ciddi provokasyonları Türkleri tahrik eden çıkışları ve söylemleri var. Bu dilden barış çıkmaz. Demokratikleşmeyi taviz, hakkın tanınmasını söke söke aldım gibi bir yaklaşımla aifade edilmesi çözüme katkı sunmaz. O yüzden bu süreçte BDP, AK Parti kadar hatta ondan da fazla sorumluluk sahibidir. Geçmişte Habur deneyimi hatırlanmalı…
Ne oldu Habur’da….
Habur’da ortaya çıkan görüntüler sembolik olarak çok olumsuz psikolojik sonuçlar yarattı. Kürtçü siyasal harekete yakın olmayan geniş kitlenin kendi büyük grup kimliğine bir saldırı olarak algılandı. Hatırlanırsa Habur’dan bir gün önce Türkiye’de sorunun artık çözülebileceğine dair bir beklenti vardı insanlar eskisinden daha çok umutluydu. Türkiye’nin geniş kesimi açılıma kucak açmıştı. Ama Habur’da ortaya çıkan zafer görüntüleri bu iyiniyetin istismar edildiği ve açılımın bir yenilgi işareti olduğu algısını yarattı. Habur’u kurguluyanların da istediği buydu zaten.
Habur Kürtler için de savaşın sonuydu. Sevinç onun sevinci olmaz mı?
Kürtlerin sevinmesi değil sorun. Görüntü sevinç değil zafer görüntüsüydü ve eğer zafer varsa diğer yanda da yenilgi olması gerekir değil mi? Sorun ortaya çıkan ve önceden planlandığı belli olanlardı. Askeri kıyafeti ile gelinmesi, otobüs konvoyu, zafer işaretleri, sloganlar. Bunlar bana göre hesapsız değildi ve o kurguyu kim yaptıysa bence bir gün hesabını vermelidir. Habur demokratik açılımın sabote edildiği, bittiği gündür. O görüntüler üzerine süreç devam etseydi Türkiye’nin kalan kısmı sokağa çıkabilirdi.
Neden?
O gün Habur’da yaşananlar Türkiye’yi karıştırmaya, Türklerde tepki yaratmaya yönelikti. Bunu başardılar. Devlet de buna AYM kararı ile DTP’yi kaparatak cevap verdi. Partinin kapatılması yükselen öfkenin kontrolü açısından bir mecburiyet halini almştı. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk da bu sürecin kurbanları oldular. Siyasi yasaklar da partinin kapatılması da geniş kitleyi yatıştırmak adına atılmış adımlardı.
Çözüm…
Çözüm herkesin kazandığı bir modeldir. Taraflardan birinin kazandığı birinin kaybettiği hiç bir çözüm, çözüm değildir. Burada mesele barış değil, barışmadır. Barış bir siyasi statükonun kurulması ve savaşın ardından kazananın belirlenmesi adına yapılır. Barışma ise hukuki bir süreç değildir, kalpten kalbe giden bir yoldur. Kucaklaşma halidir.
Kimdir Habur’u provoke eden?
Burada akla ya derin yapılar ya da 3. ülkeler gelse de onunla sınırlı değil. Mesele o kadar çetrefilli hale gelmiş ki, Türkiye’nin bu sorunu çözmesinden rahatsız olan tüm taraflar işbirliği yapmış olabilir. Mesela İran, Irak merkezi hükümeti ve Suriye hiçbir zaman Türkiye’deki Kürtlere yakın olmamızı istemediler. Bunun dışında verili statükodan nemalanan bazı ekonomik ve illegal aktörler de var. Silah şirketleri var, uyuşturucu trafiği var, terör ekonomisinden beslenenler var. Çözüm tüm bunların kaybetmesi demek. Türkiye çözüm isterken, çözüm istemeyen çok daha geniş bir savaş koalisyonu var Türkiye’nin karşısında.
Suriye’de çözüm ‘Türkiye+Rusya’ formülünde
Suriye’de ne oluyor?
Suriye konusunda tüm taraflar iki adım ileri bir adım geri noktasında. Tespit edilmiş net bir strateji uygulayan tek bir devlet yok. Bir üke dışında, o da İran. ABD’nin de Rusya’nın da net bir stratejisi yok. Sürekli değişiyor. Türkiye’de bu kadar değişken içerisinde kararlı bir söylem kullanmakla birlikte, kararsız bir liderlik sergiledi. Öne çıkmanın maliyeti yükselince kısmen geriye çekildi.
Şu gerçek artık kabul edilmiş durumda: hiçbir lider bu kadar kanın üzerinde ayakta kalamaz. 50 bin ölü, 1 milyon mülteci, yıkılan bir ülke var geride. Kendi şehirlerini havadan bombalayan bir siyasi liderlik olabilir mi? Bu uzun süre daha devam edemez. Kanımca Rusya da bunu görüyor ve Esed sonrasına kafa yoruyor. Esed onlar için vazgeçilmez değil ama sonrasında kimin liderlik rolünü üstleneceği önemli. Askeri üslerini ve ekonomik çıkarlarını koruyacak bir yapı tesis edileceğinin garantisi oluşursa bir dakika destekle-mezler Esed’ı.
Ne istiyor Rusya?
Esed sonrası için bizde masada olmak ve karar alıcı rolünü üstlenmek istiyoruz diyorlar. Çünkü daha kötü bir senaryo ile karşılaşma imkanı da var. Rusya BM’de Libya müdahalesinde gösterdikleri yapıcı tutumun istismar edildiğini ve paylaşımda dışlandığını düşünüyor. Bu bakımdan Suriye’de işi sıkı tutuyor.
Peki Esed nasıl gider?
Kanımca Esed gidişini hızladıracak çözüm Türkiye artı Rusya formülündedir. Ki Türkiye bu formülü dillendiriyor. Türkiye için endişe kaynağı istikrarsızlık. Bölge ne kadar hızlı istikrara kavuşursa Türkiye için o kadar iyi olur. Şu andaki durum sürdürülebilir noktada değil.
Türkiye de ABD’nin isteksiz ve tedirgin tavrına olan güvenini yitirmiş durumda. Rusya ile birlikte daha hızlı çözüm olabileceğini düşünüyor. ABD için önemli olan ise bölgede Rusya’nın değil, İran’ın etkili olmaması. Bu bakımdan Rusya’nın kontrolündeki bir Suriye’nin İran’ın kontrolündekinden daha güvenli olacağına inanıyor. En azından İsrail için rahatlatıcı olacak formül bu. ABD bu süreçte fazla girişken davranıp mezhep çatışmasına dönüşme ihtimali olan bir süreçte taraf olmak da istemiyor. Afganistan ve Irak sonrası Müslüman dünya ile barışmak çabasında.
Yeni Şafak