En büyük zararı Said Nursi’nin mirasına verdi

Olaylar
İsa Tatlıcan Sabah gazetesinde Senai Demirci ile Gülen hareketini konuştu.İşte o konuşma… 17 Aralık operasyonunun hemen ardından SABAH’a konuşan Senai Demirci önce sosyal medyadan linç kampanyasına ma...
EMOJİLE

İsa Tatlıcan Sabah gazetesinde Senai Demirci ile Gülen hareketini konuştu.İşte o konuşma…

17 Aralık operasyonunun hemen ardından SABAH’a konuşan Senai Demirci önce sosyal medyadan linç kampanyasına maruz bırakıldı. Sonra kitapları yasaklandı ve konferansları iptal edildi. Demirci ile 10 ay sonra yeniden biraraya geldik ve Gülen hareketinin Said Nursi’nin mirasına verdiği zararı konuştuk.

Türkiye’deki Nurculuk hareketinin önemli ve bağımsız isimlerinden biri olan Senai Demirci ile 17 Aralık operasyonunun hemen ardından konuşmuştuk. Operasyonun sonucunun belli olmadığı, toplumun her kesiminde bir kararsızlık yaşandığı, AK Parti içinde bile havanın netleşmesini bekleyen isimlerin olduğu böyle bir dönemde Senai Demirci net bir şekilde tavrını siyasetten yana koymuştu. Önce Gülen hareketi tarafından kendisine sosyal medya üzerinden bir linç kampanyası başlatıldı. Sonra kitaplarına ambargo uygulandı. Konferansları engellenmeye çalışıldı. Senai Demirci ile 10 ay sonra yeniden bir araya geldik. Bu kez 17 Aralık operasyonunu değil Gülen hareketinin Risale-i Nur hareketine ve Bediüzzaman’ın mirasına verdiği zararı konuştuk.

SAİD NURSİ HİZMETTEN MADDİ KARŞILIK İSTEMEDİ

-Yıllarca Gülen hareketini Said Nursi’nin açtığı çığırın devamı olarak bilindi. Son birkaç yılda yaşadıklarımız bu algının çok da doğru olmadığını gösteriyor. Bu iki hareketin birbirinden ne farkı var?

Said Nursi’nin yürüyüşünün iki önemli özelliği vardır. Birincisi, istiğna. İkincisi sivil duruş. İstiğna ilkesi, gerçeği anlatmanın karşılığında ücret istememektir. İstemek bir yana, verilse bile kabul etmemek. Kur’ân’ın gerçeği dillendirenler için koyduğu ana ilkedir bu: “Sizden ücret/karşılık istemeyenlere uyun!” mealinde çok sayıda ayet vardır. Burada kastedilen ücret sadece maddî ya da parasal ücret değildir. Gerçeği anlatmanın karşılığında, insanların yanınızda olmasını ummak, şart koşmak, taraftarınız olmasını beklemek de ücrettir. Belki de “ücret”in asıl karşılığı budur.

BEDİÜZZAMAN RESMİ ODAKLARLA İŞ TUTMADI

-Bediüzzaman’ın sivil duruşundan neyi kastediyorsunuz?

Sivil duruş, gerçeği güce yaslamamak, resmi odaklarla iş tutmamak, hakikati iktidar ve kudrete muhtaç görmemektir. Söz yeterince güçlüdür, güce ihtiyacı yoktur. Gücünü söz olarak kullananlar karşısında sözünü güç olarak ortaya koymak gerekir. Hazreti Peygamber’in en zor zamanında Mekke’nin reisliği kabul etmemesinin sırrı budur. Gerçeği, güce yaslanarak seslendirirseniz, gerçek bulanır,saf hakikat şaibe altında kalır. İslam’da fetih, kalbin fethidir; coğrafyanın genişlemesi ya da toprak kazanımı değil. Said Nursi, bu iki temel ilkeyi, gerçeğin duru ve diri anlatımı için yüksek bir duyarlılıkla ortaya koyar. Takipçilerinden de sıkı sıkıyı bunu bekler.

GÜLEN VERİLENİ DEĞİL VERİLMEYENİ DE ALMAYA ÇALIŞTI!

Gülen hareketi bu iki ilkeyi yani sivil duruşu ve ücret talep etmeme ilkelerini koruyamadığını mı düşünüyorsunuz?

Gülen hareketi, son 20 yılda, 28 Şubat’tan itibaren daha kalın çizgilerle görünmek üzere, bu iki ilkenin tam tersiyle karakterize oldu. Değil verileni almamak, verilmeyeni bile almak üzerine yürüdü. Gülen ise güç odaklarıyla sürekli pazarlık içinde oldu; bir güç elde etme, mevzi kazanma hesabında oldu. Bu iki yürüyüş tarzı, kendi içinde yanlış olmayabilir, doğru ve yerinde bulunabilirdi. Asıl sorun, bu hareket tarzının “nurculuk” sayılması/sanılması oldu. Said Nursi’nin adının “himmet toplamak”la, güç odaklarıyla işbirliği yapmakla eşleştirilmesi sorun oldu.

GÜLEN HAREKETİ NURCULUK SANILMAYA BAŞLANDI

-Ama o dönemde hep günümüzde Nurculuğun Gülen hareketi tarafından temsil edildiği düşünülüyordu

Garip olanı bu işte… 28 Şubat’ta ivme kazanmak üzere Fethullah Gülen’in Said Nursi’nin halefi ve tek temsilcisi olarak takdim edilmesiydi. Öteden beri Said Nursi ile ilişkilendirilmekten kaçınan “Hocaefendi”, kendisiyle art arda ve ısrarla nehir söyleşiler yapan egemen medyanın bu yakıştırmasına itiraz etmedi. “Bediüzzaman Said Nursi’den Fethullah Gülen’e Nurculuk” gibi üst başlıklar altında konuştu. Bence bu, Said Nursi markasının Fethullah Gülen’e zimmetlenmesiydi. Ki bundan sonra Gülen Hareketi “Nur Cemaati” olarak anılacaktı. Onların yaptıkları her şey nur cemaati hesabına geçti. Tüm tavırları ve hareketleri “nurculuk” sanılmaya başladı. Benim gibi

RİSALE-İ NUR BU PROJE İLE BOĞULDU, SUSTURULDU

-Gülen hareketi ile ilgisi olmayan Nurcu yazarlar bu hareketin doğrudan Bediüzzaman’ın devamı gibi gösterilmesine itiraz etmedi mi?

Risale-i Nur ekolünden yetişmiş çoğu yazarlar da, her Risale referansında “Hocaefendi’nin adamı” olarak anılır oldu. Bu dönemde sık sık “Nur talebesiyim” dedikten sonra “ama Fethullah Gülen’le ilişkim yok…” dip notu düşmek zorunda kaldığımı çok iyi hatırlıyorum. Ne var ki, Gülen hareketinin sosyal organizasyon becerisi, hayran olunası proje yürütme yeteneği, çok açık maddi başarıları, ana akım nurculuğun da Gülen hareketini ve yöntemlerini onaylamasına neden oldu. Görünen başarı, bu başarıya giden yöntemlere meşruiyet kazandırdı. Böylece “Said Nursi imitasyonu”, “Nur cemaati taklidi” ustalıkla aslının ve sahicisinin yerini aldı. Bugün, çok sayıda insan cemaatin ya da kendi ifadeleriyle camianın yaptıklarını Risale-i Nur’a dayandırabiliyor, maalesef. Risale-i Nur metninin, camianın yaptıklarının mayası olduğu sanılıyor. Böylece imitasyonu üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur mahkum ediliyor. Oysa, bu topraklarda, Kur’ân’ın canlı söylemini diri ve duru olarak ortaya koyacak biricik metin Risale-i Nur, bu imitasyon projesi ile marke edildi, gölgelendi, boğuldu, susturuldu. Genetiği ile oynandı.

GÜLEN, NURCULUĞUN OMURGASINI İKİ YERİNDEN KIRDI

Genetiği ile oynadı derken neyi kastediyorsunuz. Nasıl bir zarar verdi?

Fethullah Gülen’in Said Nursi’nin iki temel ilkesini tersine çevirerek Said Nursi mirasını omurgasının iki yerinden kırdı. Belinden ve boynundan. Sıra son darbeye gelmişti. Beynini dağıtmak. Bu da Risale-i Nur’ların “sadeleştirme” projesi. Ki bana göre “sadeleştirme” değil “sahteleştirme”ydi bu. Said Nursi’nin eserlerini yeni kuşaklarca anlaşılmadığı tezinden hareketle, yine Said Nursi adına, Said Nursi’ye ait olmayan cümlelerle eserler basıldı. Ki “sadeleştirmeci” arkadaşlar Said Nursi’nin kavram dünyasını bilmedikleri ya da gözetmedikleri için binlerce sayfalık çalışmanın daha ikinci cümlesinde çuvallamışlardır (ki bu ayrı bahistir).

RİSALE-İ NURLARI SADELEŞTİREREK “PATRON BENİM” DEDİ

-Risale-i Nurların sadeleştirilmesinin nasıl bir mahsuru var?

Risale-i Nur’ların “sadeleştirilmesi”, her ne kadar “herkes anlasın” gerekçesine dayandırılsa da, iki önemli siyasal mesaj taşıyordu. Birincisi, “Patron benim… İstediğimi yaparım.” diyordu Gülen. Ki bu konuda çok sayıda ve ciddi itirazlara karşı tek kelimelik bir açıklama bile yapmadı. Ki Hocaefendi, derbi maçında yaralananlar için bile geçmiş olsun mesajı yayınlardı o sıralar. İkincisi, “Said Nursi’nin devri geçmiştir, dönemi kapanmıştır, eserlerinin miadı dolmuştur.” Bu kabullenmeye dayanıyor ve bu kabullenmeyi besliyor “sadeleştirme” projesi. “Geçen yüzyılda kaldı Said Nursi… O halde, bu yüzyıla yeni bir âlim lazım…” demeye geliyor. Garip olanı Fethullah Gülen’in emriyle Said Nursi’yi “sadeleştirenler”in, Gülen’in kitaplarında ısrarla sürdürdüğü “buud” kelimesini “boyut” diye sadeleştirmemeleriydi. “Sadeleştirme projesi” sahipleri Said Nursi’yi 1930’lu, 1940’lı yıllarda kalmış, düşünce ufku 1970’leri geçememiş bir garip vaiz gibi görüyor olmalılar ki, onun Kur’ân kelimeleri ile konuşan asıl Türkçeyi dolaşımda tutan, aşkın olanı içkin olan üzerinden düşünme yöntemi sunan, insanı kâinata şahit tutarak iman etmeye çağıran üslubunu göremediler. Yahut görmezden geldiler. Yahut görünsün istemediler…

CEMAATLER İÇİN TARİHİ BİR FIRSAT

-Gülen hareketi deneyiminden diğer STK’lar, gönüllü kuruluşlar, islami cemaatler nasıl bir sonuç çıkarmalı?

Anladığım kadarıyla, sadece Gülen cemaatinin değil, tüm cemaat yapılarının Gülen cemaati örneğini ibret olarak okuyarak hiyerarşik yapıları sivilleştirmeye doğru çevirmeleri, güç edinme, mevki kazanma, adam çoğaltma gibi dünyevi tutkulardan sıyrılmaları için tarihsel bir fırsat dönemindeyiz. Sivilleşmeliyiz. Gücü değil sözü önceleyen saflar olmalıyız. Çoğalmayı değil, dik durmayı önceleyen altın sütunlara dönüşmeliyiz. Bunun için geç kalmış değiliz. Tüm komplo şayialarından arınmış, net ve içten bir yürüyüşle yürümeliyiz. Bir gizli ajandası olan değil, açık ve şeffaf bir varoluş seçeneği sunmalıyız. İnsanlığın buna ihtiyacı var.