Savcı Mehmet Berk, cemaatin Fenerbahçe’yi ele geçirme iddialarıyla ilgili "Bize “cemaatçi” diyorlar. Hangi kutsal üzerine yemin edeyim? Çocuklarım üzerine yemin ediyorum ki, cemaatle bir ilişkimiz yok, bu işte cemaat falan etkisi yok. Bu davada çalışan çok sayıda insan var. Aramızda Alevi arkadaşlarımız, ateist arkadaşlarımız var. Bize hiç böyle bir müdahale olmadı." ifadelerini kullandı.
Öte yandan Özkök, Aziz Yıldırım’ın dün resmi siteden kendisini yalanlamasıyla ilgili de bir mesaj yayınladı.
İşte Hürriyet’te yer alan o yazı:
Önceki gün hiç beklemediğim bir telefon aldım.
Arayan, Şike Davası’nın ilk dönemindeki savcısı Mehmet Berk’ti.
Son derece nazik bir ses tonuyla başladı:
Aynı nazik tonla devam etti:
“Kim onun için 139 yıl hapis istemiş?”
Hayatımda ilk defa bir özel yetkili savcı ile konuştuğum için biraz şaşkındım.
Aziz Yıldırım tahliye olduktan sonra yazdığım ilk yazıyı kastediyordu.
* * *
İçinin çok dolu olduğu belliydi.
“Günlerdir hakkımızda yazılmadık şey bırakmadılar. Herkes konuşuyor ama savcıların konuşma hakkı yok. O nedenle içimize atıyoruz” dedi.
Doğru ama şu gerçek de yok mu:
Savcılar iddianameleri, hâkimler de kararları ile konuşur…
Ama insan insandır.
Savcı Berk’in yazılanlardan etkilenmesi de normaldir.
Yarım saatten fazla sohbet ettik.
Ben soru sormadım. Sadece o anlattı.
Bugüne kadar hakkında epey yazı yazdım. Ama bunların hiçbiri eleştiri sınırını geçmedi.
Anlattıklarını yazıp yazamayacağımı sordum.
“Yazabilirsiniz” dedi.
Tekrar altını çiziyorum.
Ben değil, kendisi “Yazabilirsiniz” dedi.
Duygularının çok ağır bastığı bir konuşma yapıyordu. Hakkında yazılanlardan bunalmış gibi bir hali vardı. Şimdi anlattıklarını, kendim araya girmeden aktarıyorum:
Üç ay konuşulur biter sanmıştık, çok yanılmışız
SAVCI Berk, şunları söyledi:
– Bu dava bana Zekeriya Öz’den geldi. Zekeriya Bey Galatasaraylıydı. Fenerbahçe ile ilgili bir davanın kendisinde olmasının yanlış olacağını söyledi.
– Dava önüme geldiğinde iki şey dikkatimi çekti. Gelen iddialar, sıradan bir dolandırıcılık çerçevesinde ele alınabilirdi. Bu durumda, bu kişileri çağırıp, ifadelerini alıp bırakmaya karar vermiştim.
BUNU SADECE FENER DAVASI OLARAK ELE ALMAK OLMAZ
– Ancak 10 gün sonra hiç beklemediğimiz bir gelişme oldu. TBMM şikeyle ilgili o kanunu geçirdi. Kanun, elimizdeki davayı hiç beklemediğimiz bir biçimde etkiliyordu. Artık yapabileceğimiz bir şey yoktu.
– Önüme gelen ilk dosyada sadece Fenerbahçe ile ilgili şike iddialarını içeren olaylar vardı. Bunu sadece Fenerbahçe davası olarak ele almak doğru olmaz. Öteki takımlara da bakmak gerekir diye düşündüm.
NİHAT BEY’E SORUN KANUNUN DEĞİŞMESİ İÇİN ÇOK UĞRAŞTIM
– Size bütün samimiyetimle söylüyorum. Bu kanunun değişmesi için çok uğraştım. Bunu Aziz Bey biliyor. Gidin Nihat Özdemir’e sorun. O çabalarıma tanıktır.
– Bu dava hayatımızı allak bullak etti. Ben Balyoz davasında da çalıştım. Şike davasını açtığımız zaman, bunun da Balyoz gibi 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık. Ama yanılmışız. Bunun böyle bir noktaya geleceğini hiç tahmin etmedik.
NE CEMAATİ, ARAMIZDA ALEVİ VE ATEİST ARKADAŞLAR VAR
– Bize “cemaatçi” diyorlar. Hangi kutsal üzerine yemin edeyim? Çocuklarım üzerine yemin ediyorum ki, cemaatle bir ilişkimiz yok, bu işte cemaat falan etkisi yok.
– Bu davada çalışan çok sayıda insan var. Aramızda Alevi arkadaşlarımız, ateist arkadaşlarımız var. Bize hiç böyle bir müdahale olmadı.
CEMAAT FENER’E EL KOYACAKSA ALİ KOÇ’U DA İÇERİ ALMAZ MIYDI
– Cemaatin Fenerbahçe’yi ele geçirmek gibi bir arzusu olsa, bizim cemaatle ilişkimiz olsa, sadece bazı yöneticileri almakla yetinir miydik? Ali Koç’u almaz mıydık? Murat Özaydınlı’yı almaz mıydık?
– Bu kanun değişmeseydi, Aziz Bey çeteden 30 yıl, şikeden de her şike olayı için 5’er yıl ceza alırdı ve dışarı çıkamazdı.
– Niye tutuksuz yargılanmadılar deniyor. Kanun çok ağır. Her suç iddiası için 5 yıl hapis öngörüyor. O nedenle tutuklu yargılandı.
ARTIK MAÇA GİDEMEYECEĞİM ÇOCUĞUMA FULAR TAKAMAYACAĞIM
– Ben Anadolu çocuğuyum. Bizim hayatımızda futboldan başka renkli şeyler yoktur. Çocukluğum, gençliğim Fenerbahçeli olarak geçti. Bunları isteyerek mi yaptım zannediyorsunuz. Eski kanun olsa, ifadelerini alıp bırakırdım. Ama ne yapabilirim önümde kanun var. Savcıların kaderi budur, bazen en sevdiklerinizin, en yakınlarınızın davaları önünüze gelir.
– Cemil Turan benim kahramanımdı. Ama bakın hayatımız ne hale geldi. Ben artık maç seyretmeye gidemeyeceğim. Çocuğumun boynuna Fenerbahçe fularını takamayacağım.
– Biz savcılar, resim yapmıyoruz. Fotoğraf çekiyoruz. Yani kendi eklediğimiz bir şey yok.
Yalanlama haksızlıkları giderecekse ne mutlu bana
BELLİ ki savcının huzuru kaçmış.
Bu duygusal konuşma gösteriyor ki, kamuoyunda Ergenekon, Balyoz, Odatv davalarıyla ilgili eleştirilerin yükselmesi, artık savcı ve hâkimleri de huzursuz eder hale gelmiş.
Şike davası ve Aziz Yıldırım’ın duruşu, bu davalarda yapılan haksızlıkların toplum tarafından da daha yüksek sesle seslendirilmesine yol açmış.
* * *
Geldiğimiz nokta şudur:
Yargılananlar mağdur.
Yargılayanlar mutsuz ve onlar da kendilerine haksızlık edildiği duygusunu taşıyor.
Yargıya olan güven hızla çöküyor. O zaman toplum olarak bu işe el atma zamanı geldi.
Bence artık, bu kötü gidişi durdurup, toplumsal bir barış ve mutabakatı sağlamanın zamanıdır.
Özel yetkili yargılama sisteminin açtığı bu yıkımı tamir etmenin en iyi ve sağlam yolu, bir affın düşünülmeye başlamasıdır.
Türkiye bunu 12 Mart döneminde yapmış ve çok iyi sonuç almıştı.
Artık askeri darbe ihtimali hiç kalmamıştır. En darbeci kafalar bile, bu süreçten dersini almıştır.
Madem hepimiz şu son 3 yılda yapılan haksızlıklardan şikâyet ediyoruz; o zaman bu davalarda yargılanan insanlara yapılan haksızlıkların giderilmesi için adım atılmalıdır.
Mağduriyetin kaldırıldığı, mutsuzların mutlu edildiği, savcılar ve hâkimler üzerinde oluşan bu ağır psikolojik baskının önlendiği bir dönemin başlaması için bu şarttır.
Son söz Aziz Yıldırım için.
Polis ve yargıda yapılan haksızlıklarının dile getirilmesinde onun duruşunun bütün öteki davalardan daha etkili olduğunu herhalde hepimiz gördük.
Bir yıldan beri ona yapılan haksızlığın önlenmesi de artık şart olmuştur.
Bu dava, Silivri’deki öteki davalara da projektörleri çevirmelidir.
En büyük güç haklılıktır.
Şuna bütün kalbimle inanıyorum.
Aziz Yıldırım’ın duruşu, Türkiye’de polis ve yargı yoluyla yapılan haksızlıkların giderilmesi için bir sembol haline gelmiştir.
Dahası, sadece yargılananlara haksızlık yapılmıyor.
Polis ve yargıdaki bütün olumsuz şeylerin faturası Fethullah Gülen cemaatine kesiliyor.
Onların da bu dönemi, bu olumsuz imajı düzeltmek için kullanmalarında yarar var.
Neticede kazanan herkes olacaktır.
Aziz Yıldırım’ın yalanladığı yazım, böyle bir şeye hizmet ederse, yalanlanmaktan dolayı çok mutlu olacağım.
Böyle bir mesleki mazoşizme bünyem de, ruhum da çoktan hazır.
Aziz Yıldırım’dan bana yalanlama
ÖNCE şunu belirteyim.
BİR; açıklamada herhangi bir isim yok, ama direkt bana yönelik olduğu apaçık.
İKİ; açıklama bana gönderilmedi, ama burası Fenerbahçe’nin resmi sitesi olduğu için, kendi köşemde yayımlamayı görev biliyorum.
“Son birkaç gündür, dostlarımın ve sevenlerimin gösterdiği yoğun ilgi ve teveccüh nedeniyle herkese ayrı ayrı şükranlarımı sunmak isterim.
Buna karşın, bu ziyaretler sırasında dost sohbeti şeklinde geçen diyalogların, iradem ve bilgim dışında ‘haber’ adı altında yazılı ve görsel medyaya taşındığını üzülerek görmekteyim.
Bilinmesini isterim ki, bu ziyaretler sırasında karşılıklı yapılan konuşmalarda hiçbir kişi, kurum veya oluşum adı kullanılmadığı gibi, yine hiçbir kişi, kurum veya oluşum hakkında övgü ya da yergi niteliğinde ifadeler kullanılmamıştır.”
İSMİNİ KOYARAK ANLATIYORUM
İsterseniz bu açıklamayı daha da net ifadelerle tekrarlayayım:
Fenerbahçe Kulübü Başkanı diyor ki:
– “Ben, bu sohbet sırasında, “Fethullah Gülen’in adını ağzıma almadım”, “cemaat” kelimesini kullanmadım.”
– “Ne Fethullah Gülen’i ne de cemaati eleştiren tek kelime ettim. Ama övgü de yapmadım.”
Evet, kelimesi kelimesine açıklama bu…
Hürriyet