Hazırlayan: Engin Dinç
Ruanda’da 1994 yılında, 100 günde 800.000’den fazla Tutsi ve ılımlı Hutu öldürüldü. Yaşanan soykırım, Fransa ve ABD arasında deklare edilmemiş bir hegemonya savaşının sonucu olarak görülmeli.
Orta Afrika’da küçük bir ülke olan Ruanda’da, yaşanan soykırım hala gündemde. Ülkede yaşayan iki kabile Hutular ve Tutsiler arasında çıkan ve Avrupa ülkeleri ile ABD tarafından da dolaylı olarak desteklenen katliamda 100 gün içinde 800.000’den fazla Tutsi ve ılımlı Hutu öldürüldü. Soykırım sebebiyle ABD, Fransa, Belçika ve BM’nin o dönemdeki yöneticileri hala suçlanıyor.
İLK SOYKIRIM DEĞİLDİ
Ruanda Soykırımı, Ruanda’da 1994 yılının Nisan ayında başlayan ve 100 gün içinde 800.000’den fazla Tutsi ve ılımlı Hutu’nun aşırı milliyetçi Hutular tarafından öldürülmesi olayı olarak biliniyor. Ancak 1994 Soykırımı, Ruanda tarihinde yaşanan tek soykırım olayı değildi. Ülkede 1. Dünya Savaşı’nın ardından uzun yıllar boyunca sömürge yönetimi yürüten Belçika, 1933 yılında Etnik Kimlik Kart uygulamasını başlatarak Ruanda’da yaşayanları etnik gruplarına göre sınıflandırmayı amaçladı. Bu şekilde etnik sınıflandırma devam ederken 1935 yılında sömürge yönetimi Etnik Kimlik Kart’larında Hutu, Tutsi ve Twa olmak üzere üç etnik grubun var olmasına karar verdi. Klasik sömürge politikaları doğrultusunda Ruanda’da, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hutulara karşı, azınlıkta olan Tutsilere bazı ayrıcalıklar verdi. Bu ayrıcalıklar, antropolojik verilerle oluşturulan tamamen yapay bir ırk ayrımına dayanmaktaydı. Ruanda’da da azınlık tarafından yönetilen çoğunluğun biriken öfkesi, taraflardan birinin diğerine uyguladığı şiddet ve soykırımla sonuçlandı.
İkinci Dünya Savaşı sıralarında tüm Afrika’da hızla yayılan Pan-Afrikan hareketin oluşturduğu dalgayı da arkasına alan Hutular organize olmaya ve silahlanmaya başlarken, buna karşılık olarak Tutsiler ise Ruanda’nın ve çoğunlukta oldukları Burundi’nin bağımsızlığı ve sömürgeci yönetimin kendilerine sunduğu ve sürdürdükleri monarşik düzenin devamı için çalışma başlattı.
2. Dünya Savaşı’nın ardından Belçika’nın gölgesinde yapılan demokratik seçimlerde avantajlı konumlarını ve monarşik gücünü kaybedeceğini gören Tutsiler ile Hutular arasında ortak bir hükümet kurma çabaları sonuçsuz kalınca, 1962 yılında Belçika, Birleşmiş Milletlerin de tavsiyesi ile Ruanda ve Burundi’yi (o zamanki adıyla Urundi) iki ayrı ülke şeklinde ayırmaya ve bağımsızlıklarını verme kararı aldı. Ruanda cumhuriyet olmayı seçerken Burundi anayasal monarşi ile devam etmeyi seçti. Ardından Burundi’de çoğunluk olan Tutsiler Ruanda’daki Hutulara yönelik saldırılarda bulundu. 1972’de Burundi’de yaşayan Tutsiler 200,000 Hutu’yu öldürdü. Bu olay Hutu soykırımı olarak tarihe geçerken ilerleyen yıllarda yaşanacak şiddet olaylarının da tohumlarını ekmişti. Özellikle kuzey Burundi’de yaşanan gerilimler sonucu Tutsiler 1988’de de yaklaşık 20,000 Hutu daha katletti ve binlerce Hutu komşu ülkelere mülteci olarak göçtü.
1994’TE NE OLDU?
Uganda’da hazırlık yapan Ruanda’nın şimdiki Devlet Başkanı Paul Kagame önderliğindeki Tutsi güçleri (RPF) 1990 yılında Uganda’dan Ruanda’yı işgal etti. Karşılık veren Ruanda hükümet güçleri FAR ile RPF arasındaki çatışmalar 3 sene devam etti ve bu süre zarfında birçok defa barış doğurmayan ateşkes imzalandı. Ağustos 1993’te taraflar arasında imzalanan Arusha anlaşması sonucu kurulması öngören güç paylaşımı ve koalisyon hükümeti fazla destek bulamadı. 6 Nisan 1994’te Ruanda’da Hutu kökenli Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana’yı ile Burundi’nin seçilen ikinci devlet başkanı (etnik olarak Hutu idi) taşıyan uçağın füze ile düşürülmesi büyük bir soykırımın fitilini ateşledi. Sonradan ortaya çıktığı üzere uçağı CIA destekli RPFmilitanları düşürmüştü.