Büyük tahammülsüzlüğümüz ve Ortadoğu’ya hoş geldik

Olaylar
Yazanlar: Nurdal Durmuş – Gökhan Şimşek “Kaos ortamında en çok bilgi zarar görür. Çünkü bilgi, istenilen kalıba sokulduğunda en tehlikeli silahtır.” G. Arthoid Samulla   Yeryüzündeki tüm kadim me...
EMOJİLE

Yazanlar: Nurdal Durmuş – Gökhan Şimşek

“Kaos ortamında en çok bilgi zarar görür. Çünkü bilgi, istenilen kalıba sokulduğunda en tehlikeli silahtır.” G. Arthoid Samulla  

Yeryüzündeki tüm kadim medeniyet ve topluluklar, elde ettikleri değerlere ulaşabilmek için acı tatlı yüzlerce tecrübe yaşamış, ideal nesil için nesiller feda etmiş ve nihayetinde ortaya çıkan tüm kazanımları sözlü, yazılı ve görsel bilgi ile korumuştur. Bilmenin hem saran hem de paylaşan özelliği, var olan kültür havuzunu temizleyip, gerekirse genişletebilen bir güç olarak toplumun yaslanabileceği temel kökü oluşturur. Bize göre bilmek, varoluşun ana merkezini; bilgi ise o merkeze ulaşacak yolu temsil etmektedir. Nerede durursa dursun, hangi düşünceye sahip olursa olsun insan, bulunduğu yerin yaratımına bilgiyle ulaşır. Zarar görmüş bir bilginin ne bireye ne de topluma katacağı bir değer yoktur. Bundan daha tehlikelisi ise, bilginin zarar görüp görmediğinin öneminin kalmamasıdır. 

Türkiye hem coğrafi hem de iç dinamikleri bakımından dünyanın stratejik değeri en yüksek ülkelerinden biri, belki de birincisidir. Bu durum öyle bir noktada durmamızı sağlıyoruz ki, yükselmeye de düşmeye de eşit uzaklıktayız. Balkanlar’dan başlayıp Rus, Türkmen Coğrafyası ve hatta Çin içlerine kadar ırk; Afrika’dan başlayıp Doğu’ya kadar din merkezli bağımız var. Bunun doğru yönetilmesi halinde sadece bölgesel bir güç olarak değil, bölgeler arası söz sahibi olabilecek güce dönüşme potansiyeline sahibiz. Geçmişte örneği olmasına rağmen bugün dillendirilmesi bile ütopik gözüken bu potansiyelin vücut bulması ne bölgesel güçlerin ne de küresel güçlerin istediği bir şey. İster aynı dinden, ister aynı ırktan olsun; ister müttefik, ister düşman olsun tarihsel bağlarını kuvvetli tutmuş ya da az gelişmiş ülkeler dışındaki ülkelerin tamamı bu durumdan rahatsızlık duymaktadır. Bu noktada ülkemizde başta din ve ırk olmak üzere birçok maddenin de parçalara bölündüğünü söylemeliyiz. Açıkçası süper güç ile müttefik! olduğumuz sürece böyle bir şeyin de olmasına gerek yoktur. Hiçbir süper güç, kuvvetli bir müttefikinin bölünüp, aynı parçadan karşısına bir aktörü daha muhatap tutmak istemez; fakat o ülkenin çok büyüyüp, yarın kendi kontrolü altından çıkmasını da istemez. Bunun için zaman zaman destekler, zaman zaman da frenler. Bu topraklar üzerinde yakın ve orta vadede fiziki bir bölünme öngörümüz yoktur. Aslında buna gerek de kalmamıştır. Zaten zihinsel anlamda onlarca parçaya bölünmüş bir fotoğraf karşımızda durmaktadır. Din üst başlığı altında cemaatler, mezhepler; ırk üst başlığı altında etnik ve mikro milliyetçilikler; Siyaset üst başlığı altında ölümüne savunucu partizanlar; spor üst başlığı altında fanatikler ve daha nice üst başlıklar ve dalları. Kendimizi bölmek için yeterli ortam ve bol miktarda düşünceye zaten sahibiz. Buna rağmen ülkemizde fiziki anlamda ırk üzerinden operasyonlar yapılmasına rağmen istenilen sonuca tam anlamıyla ulaşılamamıştır. Kürtleri temsil iddiasında silahlı unsurlar yıllarca mücadele sürdürmesine rağmen Kürtler nezdinde tam anlamıyla karşılık bulamamış ve bize göre –şimdilik- bu damar tasfiye edilerek yerine din/mezhep üzerinden yeni bir harekât faaliyeti hayata geçirilmiştir. Tarih boyu çeşitli provaları yapılan bu girişim, artık yeni Türkiye’nin kucağına bırakılan/bırakılmak istenilen felakettir. Bu aslında bir anlamda hamisi olmaya, abisi olmaya çalıştığın Orta Doğu’ya hoş geldin mesajıdır. 

Her ülkenin kendi değerleri çerçevesinde yaşayıp, kimseyi tahakküm altında tutmayacağı bir dünya kulağa hoş gelse de, bu, romantik bir söylemin ötesine geçemeyecek kadar gerçek dışıdır. Başka bir ülkede operasyon yapmak isteyen ya da bu güce sahip olan unsurlar çoğu kez rüzgârı çıkaran değil, yönlendiren pozisyonda olmayı tercih eder. Birinci yolu seçenler uzun vadeli düşünmezler. İkinci yolu seçenler için ise rüzgârın nasıl estiğinin önemi yoktur. Eğer bir yerde kaos oluşacaksa bunun için bir kişinin ayağının takılarak dahi olsa yere düşmesi yeterli olabilir. Buna rağmen Reyhanlı patlaması, bugünkü kaos ortamının başlangıç adımıdır. 

Türkiye son on yılın en kaotik günlerini yaşamaktadır. Bu süre zarfında hemen her şeyin birbirine girdiğini, sebep ve sonuçların farklı yerlere kaydığını ve iç dinamiklerin hareket ettirilerek nasıl parladığını izlemekteyiz. Bütün kavramlar birbirine karışmış durumda. Düşünmek, araştırmak ve sorgulamak gibi yetileri maalesef oldukça zayıf olan toplum, ağırlıklı olarak his ve izm’ler üzerine kurulu; çok çabuk nefrete dönüşebilen ve yer yer şiddet içeren bir dil üretmenin ötesine geçmekte zorlanmaktadır. Tüm bu kargaşa arasında sağlıklı düşünsel yollar üretebilen küçük bir topluluktan da bahsedebiliriz. Belki de “Neomuhalif” denilebilecek bu topluluk, doğru iletişim kurulursa bu ülke için ciddi bir kazanım olacaktır. Bu süreçte kalıplardan ne dediği anlaşılmayan ideolojiler barındırmaksızın, dengeli bir doğru/yanlış, takdir/tenkit diline nasıl ihtiyaç duyduğumuz da açığa çıkmış oldu. Bu dil aslında iktidar kadar muhalefeti de hedef alan bir dildi. Toplumun çıtası neyse meclis odur. Muhalefet eğer hemen her vakıada salt eleştiri yerine kendi tezini, antitezini, projesini ama en önemlisi dilini geliştirebilseydi, yeni bir dile ihtiyaç olmayacaktı. Buna rağmen muhalefet vekil ve temsilci diğer unsurların kaosa mütevazılığin ötesinde katkılar yapması bir anlamda “Biz beceremedik, sizin eteğinize tutunalım, ya tutarsa.” demekten başka bir şey değildir. Maalesef ülkemizde muhalefet, çok kötü oynadığı halde formasını öperek “En azından taraftarı arkama alayım.” diye düşünen futbolcuyla benzer bakış açılarına sahiptir. İktidar da yapmış olduğu faaliyetlerin arka plana atılmasının sebeplerini çoğu kez basit argümanlara yaslamaktadır. Özellikle üslup ve tahakkümün nasıl büyük bir perde olduğunun maalesef henüz farkında değildir. Belki de yaşadığımız kaos, bu boşluğun doldurulması konusunda bir filizlenmeye de sebebiyet verecektir; fakat kaosun getirdiği tek kazanç bu olabilecekken, götüreceği şeyler çok ağır olabilir. Bize göre bu kargaşanın arkasında büyük bir pazarlık masası kuruludur. Türkiye’nin Suriye muhalefetine destek olmaktan başka bir alternatifi kalmamıştır. İktidarın muhalifleri yenerek yönetimi sürdürmeleri durumunda her daim savaş ya da çatışma durumunun olacağı düşman bir ülke ile yan yana yaşamanın zorluklarını bilmektedir. Bu yüzden her platformda iktidarın değişmesi gerektiğini kuvvetle vurgulamaktadır. Türkiye’nin karşısında ise aynı tutumu sergileyen; fakat iktidara destek olan bir İran vardır. Aslında bu iki ülkenin de olayın baş aktörleri olmadığı düşüncesindeyiz. Burada iki taraf varsa birincisi ABD ikincisi ise Rusya ve Çin’dir. Türkiye ile İsrail ve Suriye iç savaşına müdahil olan diğer tüm Arap devletleri bu iki ana tarafın yanlarında yer almıştır; fakat çatışma ortamı ana taraflar üzerinden yürümemektedir. Suriye’nin muhaliflere geçmesi durumunda bölgede bir ABD yanlısı ülke daha olacağını bilen Rusya ile Suriye’yi lojistik üs ve Ortadoğu’ya karşı kullanan İran rejimi savunmaktadır. Yine enerji ihtiyacının önemli bölümünü İran ve Rusya’dan sağlayan ve ABD karşıtı herkesle müttefik olan Çin de bölgede ABD yanlısı bir devlet istememektedir. PKK’nın “yurt dışı”na çekilmesindeki “yurt dışı”nın da Suriye’nin kuzeyinde kurulması planlanan bir Kürt devleti olması ihtimal dairesindedir. Bize göre pazarlık masasının aktörleri ve konusu budur. Pazarlıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın bu ülke sıkıntılı bir süreç yaşamaya adaydır; çünkü rejim yanlısı tarafın Türkiye’deki iç dinamikleri harekete geçirebilecek gücü vardır ve bize göre bu kaos ortamı bahsi geçen tarafın elinde filizlenmiş, Türkiye’nin büyüme potansiyelinden endişe eden Avrupa tarafından da körüklenmiş bir üründür. ABD’nin olaylar karşısında sessiz kalması ise “Müttefikim de olsan duracağın yeri bileceksin.” mesajıdır. Yaşanan olayları batı medyasından daha fazla Suriye rejimi yanlısı ülkelerin medya organları yayımlamış ve yayımlamaya devam etmektedir. Rüzgârın nereye eseceği belli olmasına rağmen hangi hızla ve ne zaman eseceği belli değildir. 

Bu toplumun, üzerinde tam mutabakat sağlayacağı çok az şey vardır. Çünkü çeşitlilik adı altında isteyen istediği atı koşturabileceğini, kendi düşüncesinin en iyi olduğunu, diğer düşüncelerin yaşam hakkı olmadığını benimsemiştir. Bu durumda samimiyet ve hoşgörü maalesef akla gelmemektedir. Hemen her konuda dinlemek, empati kurmak ve anlamak yerine savunmak ve saldırmak üzerine kurulu bir söylem zemini oluşmuştur. Halk kimdir? Eline bayrak, diline marş alan herkes “Benim dediğim olacak, halk benim.” dediği müddetçe halktan bahsetmek gerçekçi olmayacaktır. Özgürlük nedir? Sınırsızlığın veya başkalarının alanlarına müdahale etmenin adına “Gerçek özgürlük bu.” denildiği sürece bu kavram da havada kalmaya mecburdur. Canımızı sıkan yaşadığımız kaotik ortamdan daha çok, bu ortamların süreklilik arz edecek ve ülkemizi derin kuyulara sürükleyecek günler görme endişesidir. Bunun için dışarıda olduğu kadar içeride de ellerini ovuşturan, birileri ölse, bir yerler yakılsa diye tetikte bekleyen insanlar vardır. İdeolojik bataklıklarımızdan, sabit fikirlerimizden, önyargılarımızdan, bizim gibi düşünmeyenleri yok saymamızdan; dili, dini, mezhebi, düşüncesi, takımı ve partisine göre insanları değerlendirmemizden kurtulmadığımız sürece ne üzerimizde plan yapanlar bitecek ne de mutlu olacağız. Bu bataklıklardan kurtulmak için yerli olmaktan, birbirimize saygı duymak ve değer vermekten başka kurtuluş yolu yoktur. Ancak yeni bir dil ile bu noktaya ulaşırız. Kokuşmuş, eskimiş, yalan, dolan söylemlerle varılacak nokta girdaptır. Maalesef medya girdabın oluşması için zeminler hazırlamaktadır. Bu işin bayraktarlığını yapan medya platformlarının en önemli ayağını sosyal medya oluşturmuştur. Çünkü yukarıda fotoğrafını çekmeye çalıştığımız halk için gerçeğin önemi yoktur. Duymak ya da görmek istediği şeyin dillendirilmesi inanması için yeterli sebeptir. Sorgulamak ya da araştırmak aklına gelmez; çünkü düşüncesini besleyecek, nefretini/sevgisini artıracak olan şeyin yalan mı doğru mu olduğu önemli değildir. İnsanların birbirine saygı duyduğu ve sadece diğer tüm kimliklerini kenara bırakıp insan olduğu için kıymet verdiği bir toplum olmak, inanıyoruz ki şu anki durumumuzdan daha kolay erişebileceğimiz bir mertebedir. Buna ulaşmak için çok farklı yollar vardır ama özellikle eğitim sisteminde köklü değişikliklere gidilmelidir. Öncelikli olarak “eğitim” kavramının düzeltilmesine gerek vardır; çünkü insan eğitilmekten ziyade öğrenime ihtiyaç duyar. Okullarda tepeden tırnağa ezberci sistem yerine mantık, tartışma, farklı düşünme ve empati kurma gibi derslere ihtiyaç vardır. 

Bilgi, ancak değer verilirse, emek verilirse, üzerine gidilirse kıymetlenecek ve anlaşılabilecek bir şeydir. Bugün artık her türlü bilgiye çok kısa sürede ulaşabiliyoruz. Hiç emek vermiyoruz, çaba sarf etmiyoruz. Birilerinin belki de ömür verdiği konular parmaklarımızın ucunda keyfimizi bekliyor. Böyle olunca da bilginin değeri olmuyor. Düşüncelerimiz sanal, hislerimiz sanal. İnternet, bize çok şey verdi ama en çok da bilginin değerini yok etti. Değersiz olan önemsiz olur. Kolay ulaşılan kolay tüketilir, kıymeti bilinmez.  

Yazımızın başında alıntı yaptığımız söz için kimileri çok doğru/yanlış ifadelerini kullanmış olabilir. Kimileri sözü çoktan unutmuş olabilir. Kimileri de sözün sahibi kimdir nedir diye hiç bakmadan sırf karşısında bu yazıyor diye buna inanmış olabilir, bilemiyoruz. O söz aslında bir alıntı değil, yazıya başlarken tarafımızdan yazılmış bir sözdür. İmzada yazan kişi de gerçek değil, o an aklımıza gelen bir karakterdir. Demek istediğimiz şu: “Gördüklerimiz bizi mutlu da mutsuz da etse gerçeğe ulaşmak için engel teşkil etmemeli. İstediğimize ulaşmak yerine, gerçeğe ulaşmayı istemek çok kaliteli akıl ortaya çıkaracaktır.” 

Not Düşelim: Var olan kaos ortamının çıkış sebebi olarak dillendirilen çevre hassasiyeti ile şehir planlama, kentsel dönüşüm gibi konuları da ele alarak devam yazımızda düşüncelerimizi beyan etmeye çalışacağız. 

Yazarlara Ait Bloglar:

www.nurdaldurmus.com

www.gokhansimsek.com.tr


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107