Avrupa’daki olaylara direkt müdahil olacağız

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı MAZLUMDER İstanbul Şubesi, 11. Olağan Genel Kurulu’nu geçtiğimiz Mart ayı sonunda gerçekleştirdi. Bu son Genel Kurul bir anlamda uluslararası bir zirveye dönüştü. A...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

MAZLUMDER İstanbul Şubesi, 11. Olağan Genel Kurulu’nu geçtiğimiz Mart ayı sonunda gerçekleştirdi. Bu son Genel Kurul bir anlamda uluslararası bir zirveye dönüştü. Arap Baharı’nın gerçekleştiği birçok İslam ülkesinin temsilcileri burada yaşanan süreci anlatma fırsatı buldu. Aynı zamanda İslam dünyasının büyük bir yarası olarak oluk oluk kan akan Suriye’de Beşşar Esed diktatöryasının ne tür zulümler yaptığı da bu toplantıda dile geldi. Bununla birlikte bugüne kadar insan hak ve özgürlükleri bağlamında çok önemli hizmetler veren MAZLUMDER İstanbul Şubesi’nin yeni yönetimi de belli oldu. M. Cüneyt Sarıyaşar, ikinci kez İstanbul Şube Başkanlığına seçilirken, ikinci bir liste daha verildi. Adem Çevik tarafından verilen liste seçimde bir başarı elde edemezken, bazı eleştiriler de gündeme geldi. Biz de MAZLUMDER İstanbul Şubesi’nin bu 11. Olağan Genel Kurulu’nda neler yaşandığını, nasıl bir gündem oluştuğunu, Türkiye’nin gündemindeki çözüm sürecini ve gündemdeki diğer konuları Cüneyt Sarıyaşar’la konuştuk. Dün röportajımızın ilk bölümünü yayınlamıştık. Bugün ise ikinci bölüm ile devam ediyoruz.

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

Memur-sen kamuda başörtüsü 10 milyon imza topladı. Kamuda başörtüyle ilgili siz ne düşünüyorsunuz?
Sayın Ahmet Gündoğdu ve Sayın Başkanımız Ahmet Faruk Ünsal bu imza kampanyasını birlikte başlattılar.  Memur-Sen yaygın üye tabanı ve ülke sathına yaygın örgütüyle bu kampanyada çok etkin lokomotif bir rol üstlendi. MAZLUMDER olarak biz bu kampanyayı destekledik ve yanında yer aldık. Ortaklaşa yaptığımız bir kampanya.

Bizim başörtüsü ile ilgili tanımlamamız şudur ki, başörtüsü mücadelesi aslında Müslüman kimliğin mücadelesidir. Yani başörtüsüyle ilgili yasak aslında bir insanın başında bir bezin olup olmaması değil, Müslüman kimliğin varlığının görünürlüğüyle ilgili mücadeledir. Devletin hakim ideolojik egemen unsurları, toplumsal hayattan Müslüman kimliğini silmek istediklerinde, uzandıkları birincil şey önce insanların kılık kıyafetleri ile kimliği inkar etmek, onları ya kimliksizleştirmek ya da kendi tayin ettiği kimliğin için sıkıştırmak.  Burada Müslümanların başörtülerine sahip çıkmaları aslında kimliklerine sahip çıkmalarıdır. Biz bu kimliğe yönelik olarak yapılmış bütün tecavüzleri toplumsal yaşamın her alanında bir hak ihlali olarak görüyoruz ve öyle tanımlıyoruz. Toplumda var olan direncin kamuoyundaki önemli bir sözcüsüyüz. Başörtüsünün kesintisiz, yasaksız toplumun her alanında var olmasını, özgür bırakılmasını istiyoruz. Başörtüsünde olduğu gibi sakalın da, dini veya etnik aidiyetleri belirleyecek her türlü unsurun da insanın kendi özgür iradesi ile izhar edilebilir olması özgürlüklerle ilgili bir konudur. Bunların yasaklanmasını her türlü zemin ve şartta yanlış buluyoruz.  Burada da açık ve net bir şekilde hep tepkimizi koyduk. Başörtüsünün ülkede Başbakan Ve Cumhurbaşkanının eşinde olabilir noktasından, başörtülü Başbakan ve Cumhurbaşkanı olabilir noktasına gelmesi bu mücadelenin, başörtüsü bazında yürütülen önemli bir sonucu olacaktır. Bunun birincil adımı da 28 Şubat’ta bu kimliğe karşı yapılmış olan tecavüzün sembol ismi olan Merve Kavakçı’ya ve ona oy verenlerin oyuna hürmeten, Merve Kavakçı’nın bütün haklarının ve yarıda bırakılmış olan milletvekilliği hakkının iade edilmesidir. Önümüzde gerçekleşecek bütün seçim süreçlerinde de başörtülü ve sakallı insanların kılık ve kıyafetleri ile kendilerini çok rahat şekilde ifade etmelerinin gerekli olduğunu ifade ediyoruz. Her vatandaş bu konuda hür ve eşit  olmalıdır, hangi dini etnik yapıda olursa olsun.

Avrupa ve Amerika’daki İslamfobia’ya karşı çalışmalarınız var mı? Özellikle Almanya’da Türklerin maruz kaldığı yangın faciaları ve Müslüman Türk çocuklarının gay ailelere verilmesiyle ilgili çalışmalarınız neler?
Bizim bu konularla ilgili çalışmalarımız artık yerinden müdahale noktasına getirdiğimiz çalışmalar. MAZLUMDER’in 2013 yılında Berlin şubesi kuruluyor. Dolayısıyla Avrupa merkezli olarak bu olaylara direk müdahale edecek bir ekip oluşturuyoruz. Özellikle Dış İlişkilerden Sorumlu Sayın Genel Başkan Yardımcımız Recep Karagöz kardeşimiz bu konularla yakından ilgili. Avrupa’daki MAZLUMDER dostları ve gönüllüleriyle birlikte bu konuların peşindeyiz.
Bazı yangınlar tamamıyla teknik arızadan dolayı çıkan yangınlar. Bu bilgi bize çok hızlı bir şekilde ulaştı ve biz toplumda infial uyandırmamak noktasında bu konulara duyarlı olunması gerektiğini söylüyoruz. Gereksiz infialler uyanırsa o zaman hakların korunması daha da zorlaşır ve bu konuları manipüle eden unsurların çok rahat bir şekilde konuyu hafifletmelerine sebep olur. Biz birinci olarak ‘ahbar-ı sadıka’ ilkesini önemli görüyoruz. Haberi doğrulatma ilkesini hızlı bir şekilde gerçekleştiriyoruz. Oradaki varlığımızla bunu çok hızlı bir şekilde yapabiliyoruz. Onun için son yangının orada gerçekleşen bir teknik arıza olduğunu hızla öğrendik ve bunu kamuoyuyla paylaştık.

Ama yakından takip ettiğimiz Avrupa’daki sosyolojik gerilimler açısından baktığımızda da aslında Avrupa’daki etkin siyasi erkin artık Avrupalılaşmış Müslüman insanlara karşı davranışının, ötekileştirici ayrışmayı körükler bir düşmanlık tohumu ektiğini, bir takım siyasi unsurların bunu çok ciddi kötüleştirici rol oynadıklarını biliyoruz. Buradaki siyasi karar verici idarecilerin dikkatini çekiyoruz. Avrupa bazlı çalışmalarımız olduğu gibi uluslararası bazda İngiltere, Amerika ve dünyanın değişik yerlerinde de çalışmalarımız var. Biz bu çalışmalarda bu konuların altını çizdik. Gerek uluslararası örgütlerle ortaklaşmalarımız çerçevesinde, gerekse siyasi karar verici mekanizmalara gönderdiğimiz mektuplarla bu konularda dikkat çekici rol oynuyoruz. Bizim özellikle İslamafobia noktasında Avrupa’da ve Amerika’da değişik partiler ve kuruluşlarla iletişimlerimiz var ve kimi zaman hadiseler bazında yardımlaşmamız da oluyor. Ancak İslamofobya sadece bu coğrafyada yok. Özellikle İslam ülkelerinde de körüklenen bir korku duvarı aslında kasıtlı  bir  illizyon aynı zamanda.

Avrupa’daki siyasi yapıların özellikle Türkiye’den gelen insan hakları kuruluşlarının burada yaptığı çalışmalarla ilgili soruşturmalardan ve raporlardan rahatsız olduğu ifade ediliyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Batılı insanın beyaz olma karakterine, jakoben tarzına, öğretici tarzına özellikle insan hakları alanında muhatap olan bir kuruluşuz. İnsan Haklarının Batıda tanımlanması ve bir mücadele olarak ortaya çıkmış olması, aslında insanlık kadar eski, Adem A.S.’dan beri gelen bir medeniyetin sahipleri olarak bizleri, sanki yeni yeni bu konuyu öğreniyor ve karşı karşıya geliyormuş gibi konuma itmesi bizim kendi handikapımız olduğu gibi, bu konuda Batılıların kendi değerlerini bize dikte ettikleri de bir vakıadır. Biz MAZLUMDER olarak bu alanda düşünce üreten bir kurumuz. Bu noktada Batının, bu öğretici vasfına daima karşı duran, ancak ortak kazanımları da benimseyerek İnsan Haklarına kendi medeniyetinden katkı sununan  bir örgütüz. MAZLUMDER kuruluşlundan beri uluslararası muhataplarına, hem kendi ülkesindeki sorunları, hem Müslüman Coğrafyanın kendi iç sorunlarını dillendirmiş; hem de Batı’nın halen İnsan Haklarını araçsallaştırmasını ve geçmişteki kirliliğinin sorumluluğunu açık ve net bir şekilde dillendirmiştir. Yıllar önce ABD Başkanı Clinton Türkiye’ye geldiğinde iki tane İnsan Hakları örgütüyle görüştü. Bunlardan biri de MAZLUMDER’di. O dönem Başkanımız Yılmaz Ensaroğlu Clinton’ın koltuğunun altına Kızılderililerin soykırımıyla ilgili bir rapor tutuşturmuştu. Biz uluslararası misafirlerimizle insan haklarını görüşürken Afrika’dan Amerika’ya taşınmış onca siyahi Afrikalı’ya, Afro-Amerikan ifadesini takmakla temizlenemeyeceklerini ve bütün siyahi insanlardan özür dilemenin, sadece özür dilemek değil sömürdükleri bütün bedelleri ve rant kaynaklarını geri vermeleriyle gerçekleşeceğini defalarca ifade ettik.

Avrupa’da gelişen yeni süreçte, Avrupalılaşmış ve bu topraklarda yaşamını sürdürme iradesini beyan eden ama özü itibariyle Avrupalı olmayan toplumlara yönelik, Avrupa toplumlarının içindeki ciddi bir ırkçı gerilimin ciddi yeşerdiği gözlemlemekteyiz. Aslında bu süreci körükleyen Avrupa’daki siyasi otoriterlerin kararlarıdır. Bu süreçte yeni şubemiz adım adım kuruluyor. Gittikçe yükselen bir sesle bu noktaya dikkatleri çekeceğiz.  Biz aynı süreci Amerika’da yaşamaktayız. İkiz Kulelerin yıkılmasından sonra ortaya çıkan İslamfobia, aslında bazı çıkar çevrelerinin çıkarlarını korumak için inşa edilen bir korku duvarıdır.  Bu duvar Berlin’de ördükleri duvar kadar utanç verici,  Filistin’deki kurdukları duvar kadar utanç vericidir. Bu duvarı da yıkmak için MAZLUMDER çalışmalarını sürdürmektedir.

Önümüzdeki dönemde yapacağınız çalışmalar nelerdir?
İstanbul yönetimimiz geçen iki yılda harman savurmak dediğimiz bir eylemlilikle oldukça etkin bir dönem geçirdi. MAZLUMDER olarak, müktesebatının gerektirdiği hızlı ve etkin, özellikle de kamuoyunda görünür çalışmalarımızı hızlandırmayı öne almıştık. Önümüzdeki dönemde kurumsallaşma ve özellikle  ihtisas alanlarımızda derinleşmeyi hedef alıyoruz. İnşallah MAZLUMDER’in ayrımcılıktan ve sosyal ve ekonomik haklara, aile- kadın ve çocuk haklarına, eğitim ve akademik çalışmalara, mülteciler, cezaevleri ve hasta haklarına kadar etkinliklerimizi göreceksiniz. Asker hakları ve ekolojik haklar gibi yeni tanımlamalarla MAZLUMDER’in kamuoyunda ses getiren çalışmalarına tanık olacaksınız. Düşünce ve inanç özgürlükleri konusunda çalışmalarımız devam edecek. Ümit ediyoruz ki etkin bir kadroyla emaneti gelecek kuşaklara devredebiliriz.

On5yirmi5.com’un, MAZLUMDER özelinden hareketle İnsan Hakları hassasiyetine Hak ve Özgürlükler mücadelesine bu değerli katkılarından dolayı teşekkür ederim. Tüm okuyucularımızı “Kim Olursa Olsun Zalime Karşı, Kim Olursa Olsun Mazlumdan Yana” mücadelemizde MAZLUMDER İstanbul Şubemize “Hepimiz İçin Hep Birlikte” olmaya bekleriz.

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

on5yirmi5.com