Arnavutluk’ta Mantar Gibi Kilise Yükseliyor

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı Demir perde ülkelerinin çökmesinin ardından Balkan ülkelerinde yaşayan Müslüman nüfusun hayatından İslam’ın nasıl çıkarılmaya çalışıldığı, İslami değerlere nasıl bi...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Demir perde ülkelerinin çökmesinin ardından Balkan ülkelerinde yaşayan Müslüman nüfusun hayatından İslam’ın nasıl çıkarılmaya çalışıldığı, İslami değerlere nasıl bir savaş açıldığı artık rahatça gözlemlenebiliyor. Bu ülkelerde şimdilerde yaşanan en önemli tehlike ise özellikle Hristiyan misyonerlerinin Balkanların Müslüman halklarına yönelik çalışmaları. Araştırmacı-yazar Abdullah Yıldız, Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’ya yaptığı gezide tüm bu yaşananları gözlemledi ve bu ülkelerdeki İslami yaşantıyı da yerinde inceledi. İşte Abdullah Yıldız hocanın izlenimleri…

Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’ya da bir ziyaretiniz oldu. Bu ziyaretiniz de Namaz Platformu bağlamında mı oldu?

Benim namazla ilgili “Haydi Namaza” adlı kitabımın Arnavutça baskısı yapıldı. Arnavutça’ya çeviri yetersiz kaldı. Hatta bazı düzeltiler yapıldı ve yeniden basılması istendi ve şu an hazırlanıyor. Kitabı o bölgede dağıtmayı planladık, biz yetişeceğini düşünmüştük ama yetişmedi. Bu kitap bağlamında bir de Araştırma Kültür Vakfı ve Arnavutluk yardım kuruluşu Alsar Vakfı’nın birlikte düzenlediği organizasyonla Arnavutluk’a gittik. Alsar Vakfı’nın İstanbul Marmara ilahiyat mezunu olan Mehdi Gurra diye bir kardeşimiz var. Oradan gelmiş, okumuş, gitmiş tekrar ülkesine hizmet ediyor.  Bu kitabın yeni baskısı ile alakalı düzenleme işlemlerini onunla ve Isparta’dan ilahiyat mezunu Ramazan Tamer Büyükküpçü ile beraber yapıyoruz.  Ramazan Taner Büyükküpçü, Araştırma Kültür Vakfı Isparta şubesi sorumlusu aynı zamanda. Bu iki vakfın birlikte düzenlediği organizasyonla Arnavutluk’a gittik, orada namazda diriliş ve Müslüman kimliği üzerine konferanslar verdik. Dört ayrı yerde konferans verdik. İlk gittiğimiz yer Arnavutluk’un başkenti Tiran oldu. Tiran 1 milyon nüfuslu bir kent.  Arnavutluk’un toplam nüfusu 4 milyon 300 bin civarında. Bina dizaynı ve alt yapı itibariyle Türkiye’nin 25 yıl önceki manzarası diyebilirim. Eski istatistiklere ülke nüfusunun göre yüzde 90’a yakın Müslüman olduğu yazılırdı. Şu an Müslümanların azınlık durumuna düşürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir ülke. Nasıl? 45 yıllık bir Enver Hoca, komünizm dönemi aşağı yukarı 1990’a kadar devam etti. 

Demek ki, 1940’lı yıllarda başlayan bu yönetim Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla demir perde ülkelerinin çöktüğü zamana kadar sürdü. Arkasından Arnavutluk’taki değişimle birlikte bir özgürlük ortamı hasıl oldu.  Ama bu ortamdan Katolik ve Ortodoks kiliselerinin çok ciddi anlamda yararlandığını görüyoruz. Aldığımız ve okuduğumuz bilgilerin hepsini birleştirerek söylüyorum. Mesela Arnavutluk’ta iki akımın güçlenmesi için müthiş bir çalışma yapılıyor. Bir taraftan Rahibe Teresa’nın Arnavut olduğu iddiası var. Çeşitli meydanlarda onun heykellerini dikiyorlar. Yerden mantar biter gibi kiliseler yükseliyor. Her iki kilise, yani Vatikan ve Ortodoks kilisesi,  Arnavutlara Hristiyan ismi almak şartıyla ama Yunanistan’da ama İtalya’da iş veriyorlar. Böylece Arnavutlar kimliklerinde Ortodoks veya Katolik Hristiyan gibi gözüküyor. Kendileri aslında biz din değiştirmedik diyorlar ama istatistikler böylece değişiyor. Ülkede hızla kiliseler yükseliyor.  Korkunç bir misyonerlik faaliyeti ve bunun arkasında da korkunç bir para gücü var.

Bir taraftan da oradaki Bektaşiler var. Aslında Bektaşiler Müslüman ama Bektaşilik orada Türkiye’deki Şia ya da Alevilik gibi. Avrupa Birliği, kiliselerin baskısıyla Bektaşelerin de ayrı bir din olduğunu dillendiriliyor ve bunu tescil etmeye çalışıyorlar. Bunların da Arnavutluk nüfusu içindeki oranı yüzde 25’i aşıyor deniyor. 

Bektaşilerin böyle bir çalışmaları mı var, yoksa bu onlara empoze mi ediliyor?

Onlar da eğer dikkat edilmezse bu tuzağa kanabilirler. Katolik ve Ortodoksların toplamının yüzde 55’i aştığı düşünülürse -ki öyle söyleniliyor-,  bu ikisini topladığımızda yüzde 50’nin üzerinde kimliğinde Müslüman yazmayanlar çoğunlukta oluyor. Buradan Arnavutluk’u, “Müslümanım” diyenler çoğunlukta ama kimliğinde Müslümanım yazanlar azınlıkta gibi bir denkleme sürüklemeye çalışıyorlar. Bir taraftan bu çalışma yapılırken, bir taraftan da Arnavut milliyetçiliği pompalanıyor. 

Osmanlı o bölgeye girerken ona karşı mücadele ettiği söylenen İskender Bey’in heykelleri dikiliyor. “Osmanlı sizi zorla Müslüman yaptı. Siz eski dininize geri dönün, Hristiyandınız” söylemi çok ciddi biçimde dillendiriliyor. Bunun şöyle veya böyle belli bir kesimde, en azından okullardaki yeni nesillerde etki bulabileceği söyleniyor.  Dolayısıyla Arnavutluk böyle bir tuzakla karşı karşıya…

Ülkede bir taraftan yoksulluk var, işsizlik yüzde 13’lerin üzerinde deniliyor.  1 milyon civarında insan yurtdışında, çoğunlukla Yunanistan, İtalya ve Avrupa Birliği ülkelerinde çalışıyor. Ülke nüfusunun dörtte biri demektir bu rakam…  Halkın gelirinin büyük bir bölümü de buradan geliyor. Ama fakirlik belirgin, içki ve maalesef fuhşun yaygın olduğu söyleniyor. Bizim gözlemlediğimiz bir şey var, özellikle Müslüman bir ülkede kadınların en azından giyimine az da olsa yansıması gereken bir tesettür göremiyorsunuz. Hemen hemen her köşe başında çok ucuz ve rahat bir şekilde domuz eti satılabiliyor. Oradaki Müslümanların artık bu konuda bu tür hassasiyetlerinin büyük oranda yitirdikleri söyleniyor. Çünkü 45 yıllık Enver Hoca döneminde İslam adına her şey yasaktı. Namaz kılmak yasak, namaz kılanı tespit etikleri anda hapsi boylayabiliyor. Nereye gideceği belli olmayan tutuklamalar, akıbeti belirsiz sorgu sualler…

Artık oruç tutmak, kurban kesmek hatta sünnet olmak unutulmuş… Enver Hoca döneminde yasak olduğu için ileri yaşlarda sünnet olmayan insanlar olduğu söyleniyor. İnşallah Araştırma Kültür Vakfı olarak bu yılın sonunda hiç olmazsa 150-200 kişilik bir sünnet şöleni düzenleme ihtimalimiz ve oralara gitme ihtimalimiz var.  Camilerin birçoğu yıkılmış… Mesela Tiran’da 100-150 cami varken sadece bir tanesi ayakta kalmış.  Biz de ayakta kalan Ethem Bey camisinde namaz kıldık. O camiyi de İslam ülkelerinden gelen heyetlere göstermelik olarak ayakta tutmuşlar. Son 10-15 yıl içinde kısmen İslam ülkelerinin katkılarıyla 7-8 cami yapılabilmiş. İlk olarak Arap ülkelerinden Arnavutluk’a gelenler olmuş ya da oralardan bu ülkelere öğrenciler gönderilmiş. Son 10-15 yıldır Türkiye’den ciddi bir biçimde oraya gidenler ve oradan gelenler var. Türkiye’deki İslami kuruluşların, farklı vakıf ve derneklerin -hepsinden Allah razı olsun- oraya ciddi destekleri ve katkıları var. Oradan İmam Hatip okullarına, ilahiyatlara ve Kur’an kurslarına öğrenci getirerek, burada eğitme çabaları var ama bunlar misyoner çalışmaları karşısında devede kulak seviyesinde. Böyle deyince küçümseme olmasın ama onlar 100 defa “Hristiyan olun, siz Osmanlı tarafından zorla Müslümanlaştırıldınız. Eski dininize dönün” gibi milliyetçilikle karışık Hristiyanlık propagandası yapıyorsa, Müslümanların oralardaki çalışmaları 3-5’i geçmiyor. Mevzi kalıyor…

Bir de Türkiye’den giden İslami kurumların kuruluşların dikkat etmesi gerekenler var. O yörenin insanları İslami bilinç anlamında sıfırda hatta eksilerde, sadece olarak isim olarak Müslümanlığı biliyorlar ama ölüleri kefenlemeyi bile unutmuşlar. Bazı örnekler verdiler, ölüyü elbiseleriyle gömmek gerektiğini düşünüyorlarmış.

İnsanlar böyle anlamışlar, böyle inanmışlar. Yani domuz etini yemekte, onun piştiği ızgarada kendilerine yemek yapmakta sakınca görmeyen, bu konularda dikkatsiz hale gelen, sünneti, ölüyü kefenlemeyi, namazı, camide ne yapılır unutan insanlar haline gelmişler. Böyle toplumda Türkiye Müslümanlarının o yörenin şartlarına daha uygun bir söylem ve ilişki biçimi, çalışma tarzı ile gitmeleri gerekirken, biraz burada alışık oldukları, bildikleri yöntemleri oraya taşımaya çalıştıkları gibi bir özeleştiri yapmak durumundayım. Biraz daha dikkatli olmaları, biraz daha kucaklayıcı olmaları lazım.  Biraz daha o yörenin şartlarına uygun, dikkatli, enerjik ve çok fazla çalışmamız lazım.

Bu misyonerlik çalışmalarına rahatça izin veriliyor anladığım kadarıyla. Ülkedeki siyasi iktidarın bu konudaki tavrı nasıl?

Şu anda Sali Berişa hükümeti ile Türkiye son derece iyi ilişkilere sahip. Bildiğimiz kadarıyla son 5-6 yıldır ilişkiler iyi gidiyor ama tabi ABD, AB ve yine Katolik kilisesinin ciddi kıskacı altındalar. Anlayabildiğim kadarıyla dengeyi gözetmek zorunda kalıyorlar. Onlardan yardım alırsanız bir taraftan tabi ki, misyoner faaliyetlerine de izin vermek durumunda kalıyorsunuz. Mesela Kadiyaniler orada cirit atıyorlar ki,  Kadiyanilerin İngiliz sermayesiyle hareket ettiğini söylemekte beis yok.  Yani hükümetin İslam karşıtı bir tutum içerisinde olduğu doğrudan söylemek belki mümkün değil ama bir denge politikası güttüğünü söyleyebiliriz. Oradaki Müslümanların, yönetimin müsamahası veya özgürlük ortamı konusunda fazla şikâyetleri gözükmüyor.  Ama Arnavutluk Diyanet teşkilatının fazlaca çıkarcı ve oradaki İslami gelişmenin önünde neredeyse bir engel konumunda olduğu algılanıyor.

Tabi biz Arnavutluk deyince orada sadece Arnavutların yaşadığını zannediyoruz. Hâlbuki 4 milyon 300 binlik nüfusta küçük bazı etnik gruplar, Romanlar vs. filan var. Büyük çoğunluğu Arnavut. Bir de yeni bağımsızlığını kazanan Kosova var. Ordusu yok, jandarma ve polis birlikleri var. Ülkeyi NATO koruyor. Başkent Priştina ve Prizren iki büyük kenti… Priştina 700-800 binlik nüfusuyla ülkenin üçte birini barındırıyor. Prizren’de 200 bin nüfus var. İki kent ülke nüfusunun yarısını oluşturuyor. Prizren çok Osmanlı bir kent. Orayı gündüz gözüyle bayağı gezdik. Türkçe yayınlar, televizyonlar, internet siteleri izlenebiliyor, çünkü çok rahat Türkçe konuşuluyor. Hatta bana, Haydi Namaza, Hz. Şuayp ve Hz. Yusuf’un Üç Gömleği gibi kitaplarımı oradaki bir kitapçıda görmek ilginç geldi. Arnavutça, Boşnakça ve Türkçe kitaplar yan yana satılıyor. Duyduğumuza göre bir ara “Polat Alemdar”ı canlandıran Necati Şaşmaz, gitmiş oraya ve hayat durmuş adeta. Türk dizileri orada çok izleniyor. Sayın Başbakan ve Dışişleri Bakanlığının desteğiyle, Prizren meydanındaki Sinan Paşa camii TİKA tarafından restore edildi. Sayın Başbakan’ın oradaki meydanda birkaç ay önce kalabalık bir miting yaptığını hatırlayacaksınız. Prizren binalarıyla, camileriyle son derece Osmanlı bir kent. Oradaki camiler ayakta kalmış.

Kosova’da Priştina’da AKEA diye bir örgüt var. Bunlar son derece güzel çalışmaları olan, Kosova’nın tamamında kucaklayıcı, sistematik İslami çalışma yapan bir örgüt ki, Kosova’nın tamamı Arnavut… 2 milyon nüfusu var. Gelecek için gerçekten umut verici. Merkez binaları 5 katlı, büyük bir bina… Binanın konferans salonunda 300-350 kişiye Namazla Diriliş konuşması yaptık. İslami duyarlılığı bu kadar yüksek bir toplantı çok az hatırlıyorum. Son derece ilgi ve alaka dolu güzel bir toplantı oldu. Kosova hakkında bir tek şunu ilave edebilirim, Türkiye’den bir yaz günü gidip dünyanın en bol oksijenli dağlarının bulunduğu bu ülkede 3-5 gün kalabilirsiniz. Pırıl pırıl bir havası var. Oraya has, böğürtlen gibi meyvelerden meşrubatlar yapmışlar. AKEA’nın yetimlere bakan bir ünitesi var. İyilik Başağı adlı bir dernek. Bu derneğin aynı zamanda yaz kampı gibi faaliyet gösteriyor. Bu yerlere de uğrayabildik. Doğrusu Kosova’nın İslami geleceği açısında AKEA vb. kuruluşların çalışmaları bizi umutlandırdı.
Son olarak Üsküp’e daha doğrusu, Makedonya’ya, geldik ve oradan Türkiye’ye döndük.  Ramazan Tamer Büyükküpçü ile birlikte geziyoruz tabii. Ramazan Tamer hocanın çok güzel bir jesti oldu. Sultan Abdulhamit’e ait bol miktarda Osmanlı tuğrasını eline almış, önüne gelenin yakasına yapıştırıyordu. Oradaki dernek ve vakıfların yöneticilerine hediye ediyor, çok memnun oluyorlar. Osmanlı ve Türkiye’ye karşı büyük bir iştiyak, büyük bir sevgi var. Benzer sözlere benim de rastladığım, yaşlı bir zatın daha önce Türkçe olarak Ramazan Tamer hocaya söylediği ve Arnavutluk, Makedonya, Kosova ve o bölge için geçerli olan çok güzel bir sözü var, her şeyi özetliyor. O zat demiş ki; “Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz. Ne iyi ettiniz de geldiniz. Ama geç geldiniz, çok beklettiniz.” “Çok beklettiniz” ifadesi insanın içini gerçekten kıpırdatıyor. İnsanlarda böyle bir beklenti var. Oralara gitmeli, uğramalıyız. Yani çok pahalı değil, Üsküp’e gidiş geliş son derece ucuz.

Üsküp, Makedonya’nın başkenti. Makedonya’nın toplam nüfusu 2 milyon civarında, yarısı Müslüman ve çoğunluğu Arnavut. 80 bin civarında Türk yaşıyor orada ve 3 tane partileri olmuş. Arnavutların birkaç tane partisi olmuş, maalesef böyle bazı sorunlar. Üsküp’ü ikiye ayıran bir ırmak var. Irmağın öbür tarafına büyük oranda kiliseler, Büyük İskender ve Hristiyan azizlerinin heykelleri, Osmanlı’ya kafa tutan bir haydutun heykelleri yapılmış.  Irmak üzerinde çok güzel bir Osmanlı köprüsü var. Ona nazire olsun diye yanlarına köprüler yapılmış. Makedonya, Kosova ve Arnavutluk’ta simgeler üzerinden bir mücadele yürüyor. Onlar kiliseleri yükseltiyor, biz de yeni nispeten yeni yeni camileri yükseltmeye, eski camileri onarmaya çalışıyoruz. Hac ve hilal üzerinden bir sembol kavgası simgeler üzerinden bir mücadele var. Samuel Huntington buna “medeniyetler çatışmasının fay hattı” diyordu. Bu fay hattı sanki oralarda gözlemleniyor. Üsküp’ün Osmanlı kısmında, Osmanlı çarşısı, 17-18 tane camii gözüküyor. Türkiye’deki bir kentten farksız olarak ezan okunduğunda duyabiliyorsunuz. Sokakların ismi “sokak”,şakaya “şaka”, borca “borç” diyorlar. Türkçe çok kelime var Arnavutça’da…  Üsküp’de Türkler’in kurduğu Ensar Vakfı ve Köprü Derneği ile Merhamet Derneği gibi dernekler çok güzel çalışmalar yapıyor.  Buradaki toplantılarımızın dörtte birini Türkçe yaptık. Üsküp’te  Türklerin  ve buradan giden Türk öğrencilerin bulunduğu Köprü Derneğindeki  toplantı Türkçe oldu, diğerleri Arnavutça’ya çevrildi. Son derece önemli toplantılar oldu. Tekrar gideceğiz inşallah, bizim bu sohbetimizi okuyan kardeşlerimizin de oraya gitmelerini istiyoruz.  

Buradaki Arnavutları da toparladığınız zaman 7-8 milyon civarındaki Arnavut diasporası Sırbistan’a, Karadağ’a kadar uzanıyor ve bunlar İslami kimlikleriyle yeniden buluşmayı bekliyor. Bu konuda Türkiye’den çok ciddi katkı bekliyorlar.  Biz de karınca kararınca Namaz gönüllüleri Plartformu,  Araştırma Kültür Vakfı,  Pınar Yayınları olarak çaba sarfediyoruz. Arnavutça’ya çevirilen Haydi Namaza adlı kitabımdan daha önce 5 bin adet gitmişti, şimdi 10 bin adet daha bölgeye dağıtacağız. Tabi başka şeyler de yaparak Arnavutların ve oradaki Türklerin ve diğer Müslümanların yeniden İslami kimliği kuşanmaları sürecine katkıda bulunmaya çalışıyoruz. 

on5yirmi5.com