Röportaj: ZUHAL ERKEK
Yol Ayrımı Kitabı’nda birçok önemli soruna değinen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Can, gerçekleştirilecek olan anayasa değişikliği ile yüzyıldır devam eden etnik, inanç, din, ırk gibi birçok sorunun çözme konusunda önemli bir adım atılacağını dile getirdi. Mevcut anayasanın vesayet organları ve demokratik temsil arasında bir denge olduğunu dile getiren Osman Can, hegomanyanın çökmesiyle birlikte Türkiye’de dengelerin değişmeye başladığını belirtti. Siyasi partilerin yeni anayasa konusundaki tavırlarında önemli bir değişiklik hissedildiğini söyleyen Can, düne kadar mevcut anayasadan memnun olanların, bugün anayasa değişikliğini en çok savunanlar olduğuna dikkat çekti.
Öncelikle size şunu sormak istiyorum; Türkiye’de mevcut siyasal konjönktür uygun görünüyor ama yeni bir anayasa yapılabilecek mi sizce? Yeni anayasanın yapımında en büyük engel olarak neyi görüyorsunuz?
Mevcut anayasal yapı ile Türkiye’nin yoluna devam etmesi mümkün mü değil mi, sorusuna verilecek cevap, Türkiye’de yeni bir anayasanın yapılıp yapılamayacağı sorusunun da cevabıdır bana göre. Mevcut anayasa yüz yıllık azınlık hegemonyasını esas alan ve onu ayakta tutmak üzere kurgulanmış bir düzen öngörüyordu. Siyasal sistemin dengesi de ona göre oluşturulmuştu. Vesayet organları ile demokratik temsil arasında bir dengeydi. Bu ve son söz vesayet kurumlarına aitti. Şimdi bu hegemonya çökünce, denge de işlememeye başladı. Bu yönetilebilirlik açısından, hem ekonomi gelişimi açısından, eski elitlerin anayasal güvenceleri açısından bir risk oluşturduğundan dolayı, tüm kesitler için yeni bir anayasa kaçınılmazlaşıyor. Tabii eğer bir arada yaşama iradesi varsa. Yoksa anayasa olmaz ve kendimizi kötü senaryolara hazırlamamız gerekiyor.
Kitabınızın adı Yol Ayrımı: Statükodan önce son çıkış. Türkiye şuan nasıl bir yol ayrımında?
Türkiye pek çok açıdan yol ayrımında. Yüz yıllık geçmişin yarattığı, etnik, kültürel, inanç ve ideolojik sorunları çözme konusunda yol ayrımında. Bugünün siyasal dengesini nasıl üreteceği konusunda yol ayrımında ve en önemlisi kendisi ve dünya için nasıl bir gelecek tasavvurundan hareket edeceği konusunda yol ayrımında. Kısacası buna Kader anı diyelim…
Sizce yeni anayasanın temel özellikleri neler olmalıdır?
Kişisel tercihim bana kalsın, ancak halkın nasıl bir anayasa istediğine bakabiliriz. Kısaca: özgürlük sloganı ve laflarından çok sistemi özgürlükleri esas alacak şekilde kurgulayan, topluma ideoloji, ahlak, din, siyasal tercih dayatmayan, topluma vasilik etmeyen, ademi merkeziyetçi, farklılıkları kurucu kabul eden bir siyasal anlayışın esas alınması arzulanıyor. Bir de etkin ve dinamik siyasal karar mekanizmalarının kurulması isteniyor.
Mevcut siyasal partilerin yeni anayasa için tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye tarihi açısından bakıldığında, çok iyi bir noktaya geldiklerini söylemem gerekiyor. Beş yıl önce mevcut anayasanın ve anayasal düzenin virgülüne dokundurtmam diyen partiler, bugün en fazla anayasal değişim isteyen partilere dönüştü. Ortalıkta çok fazla uzlaşmaz nokta var görünse de müzakere sürecinin parçası olmak Türkiye için bir kazanç. Buradan bakmakta yarar var. Bir şekilde sonuca ulaşacaklardır.
Türkiye’deki halkın hukuk algısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce yeni anayasa yapım sürecine STK’lar ve halk ne derece katkı sağladı sizce?
Bence yeni anayasanın asli dinamiği siyasi partiler değil STK’lar ve bir bütün olarak da halk oldu. Tarihimizde ilk defa bir anayasa hareketi tabandan yükseldi, seçimler arefesinde siyasete kendini dayattı. Tüm partilerin yeni anayasa sözüyle seçime girmesi sağlandı. Ardından bu anayasayı halk yapacak sloganı tüm partilerce benimsendi. Halk talepleri toplandı ve şimdi yazım aşamasındayız. Bunlar bir devrim sayılır. Elbette ki hatalar işlenecek, parlamentodakiler halkın talepleri yerine kendi içi politik taleplerini pazarlık masasına koyma gibi kabul edilemez tutumlar içine girecekler. Ancak halkın ve tabii ki STK’ların buna karşı da sessiz kalmayacağını düşünüyorum. Kamuoyu da duyarlı hale geldi.
Yeni anayasanın dili de büyük önem taşıyor. Özellikle muğlak ifadeler bugüne kadar bürokratik mekanizma tarafından çok fazla istismar edildi. Bürokratik mekanizmanın mevcut siyasal sistemdeki ağırlığının azaltılması için yeni anayasa da nelere dikkat edilmeli?
Anayasanın dilinden iki şeyi anlamak lazım. Birincisi paradigmanın dili ki, bunu terk etmeden yeni bir anayasa yazımından söz etmek ciddiye alınamaz. İkincisi somutluk-soyutluk olarak düşünülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, hukuk normları doğaları gereği soyuttur. Soyut olmak zorundadır. Usul kuralların daha somut, ama maddi normlar soyuttur. Hele anayasa normları ise daha da soyut olabilir. Bu sistemin ve iradenin hareket kabiliyetini, politika üretme ve icra etme kabiliyetini sağlar. Önemli olan kurumları değiştirmek, onları toplumsal dengeyi ve çeşitliliği yansıtır hale getirmek, kısacası kurumları demokratikleştirmektir. Onu sağladığımızda soyutluk veya muğlaklık bizim lehimize olur. Eğer sağlayamazsak, istediğimiz somutlukta kuralları ifade edelim, demokratik olmayan kurumlar onları bir kenara itmenin yolunu daima bulur.
Türkiye’de en fazla tartışma anayasanın ilk 3 maddesi üzerinde kilitlenecek gibi duruyor. Sizce 1982 Anayasası’ndaki ilk üç madde korunmalı mı?
İlk üç maddenin Türkiye tarihinde yalnızca bir karşılığı var: Faşizan uygulamalar, ırkçılık, siyasi yasaklılık, inançlara ve farklı yaşam tarzlarına baskı, içe kapanma, totaliterlik, darbe gerekçesi olma vaziyeti… İlk üç maddenin başka da bir etkisine şahit olmadık. İlk üç maddeyi hiç kimse “demokratik, sosyal hukuk devleti” kelimeleri, yani etiketleri üzerinden eleştirmiyor. Zaten onlar sorun değildi. Onların faşizan bir yapının maskesi olarak kullanıldığı biliniyor. Bu nedenle ilk üç madde üzerinde ısrar üzerinde ısrarcıların bir daha düşünmelerinde yarar var.
Kitabınızda başörtüsünü yasaklayan kural olmamasına rağmen başörtülü öğrencileri içeri almadığını söylüyorsunuz. Yasaklayan kural olmamasına rağmen eksik olan neydi?
İşte eksik demokratik meşruiyeti olan, toplumun tüm farklılıklarını barındıran ve ideolojilerin egemen olmasına imkan sunmayan bir kurumsal yapının varlığıydı. 2010 değişiklikleriyle Anayasa Mahkeme’sinin kompozisyonu değişti ve artık mahkemenin böyle saçma bir yasağı savunabileceğini düşünebilir miyiz?
Değişen laiklik ilkesi, 24. Madde, 42. Madde, 10. Madde vs olmadı, Anayasa Mahkeme’sinin kimlerden oluşacağına dair 146. Maddesi oldu. Bu nedenle kurumların yapısını tekçilikten kurtardığımızda absürt kararlar çıkmaz. Hata yapsalar da derin demokrasi krizine yol açacak hatalar olmaz bunlar. Israrım şu: Bütün kurumlarıyla demokratik çoğulculuğu esas alan yeni bir siyasal yapılanma!
Ulus devletin en önemli paradoksu çok kültürlülük diye ifade etmişsiniz kitabınızda. Bu paradoksun yok edilmesi için yeni anayasada ne gibi düzenlemeler yapılmalıdır? Bu bağlamda Kürt sorununun çözümü için yeni anayasa nasıl bir katkı sağlayabilir?
1920 meclisi nasıl herhangi bir etnik, dini, mezhebi, kültürel ve dilsel filtre uygulamadan oluşturulduysa ve onunla tarih yazıldıysa aynısını neden yapamıyoruz ki? Bütün devlet aygıtını, yargı, ordu ve sair bürokrasiyi bu hale getirdiğimizde pek çok yol alabiliriz. Bunun yanında anayasada etnik vurgulara yer vermezsek, dil, inanç ve sair noktalarda eski paradigmanın ezberlerinden uzaklaşsak doğru bir noktaya doğru ilerleriz. Ancak en önemlisi de ademi merkeziyetçilik. Jakoben diktatörlüğün en vurucu gücü merkeziyetçilik olduğuna göre, onu ortadan kaldırmakla başlamamız şarttır. Bunu sağlarsak, kadim sorunların nasıl hızla çözümlenmeye başladığını da müşahede ederiz.
Birazda başkanlık sisteminden söz edecek olursak. ‘Yasama yürütmeyi yeterince denetleyemiyor’ gerekçesiyle yine başkanlık sistemini tartışıyoruz. Sizce başkanlık sistemi bir çıkış yolu mu?
Kavramlar ve teoriler hiç bir zaman çıkış yolu olmaz. Bir sistemi nasıl tanımladığımız değil, ihtiyaçlarımıza cevap verip vermediğine bakarak yola koyulmak önemli. Türkiye’nin çözümlemesi gereken sorunlar var. Homojen, tek tipçi ve ideolojik toplum tasavvurunun yüz yıldır yarattığı yıkımlara son vermek gerekiyor. Yani geçmişin karanlık bir mirası var ve onun tasfiyesi gerekiyor. İkinci olarak hâlihazırdaki toplumsal konsolidasyonu bir sözleşmeye dönüştürmek gerekiyor. Üçüncü olarak da nasıl bir arada yaşayacağız ve geleceğin yerel, bölgesel ve küresel meydan okumalarına karşı nasıl tedbirler alacağız, ülkeyi hangi araçlarla donatmalıyız? Bu sorulara ideolojiden, duygusallıktan ve teorik mükemmeliyetçilik hastalığından sıyrılarak ihtiyaç, etkinlik ve verimlilik ekseninde cevaplar aradığımızda, kendimize uygun bir yapıyı ortaya çıkaracağız. Sonra bence bırakalım, teorisyenler ve dışarıdakiler buna bir etiket uydursun. İşi sistem görür, etiketler değil.
Sizce son günlerde tartışılan eyalet sistemi Türkiye’de uygulanabilir mi?
Ademi merkeziyetçiliği kabul etmemiz şart. Bunun adı federalizm olabilir, üniter ademi merkeziyetçilik olabilir, bölgecilik olabilir vs. Bir arada yaşamanın ve karnımızı doyurmanın pratik yolları üzerinde kafa yormalıyız. Eyalet sistemi bunu sağlıyorsa neden olmasın. 1921 Anayasası buna yakın bir yapı öngörmüştü. Ülke bölünmedi, aksine kurtuldu. Tabi sonra Ankara’dan hükmedenler, 1921 Anayasasını tepeleyip ademi merkeziyetçiliği de ortadan kaldırdılar, o da diğer bir mesele…"
on5yirmi5.com