Türkiye’nin batı dünyasındaki en önemli müttefiki konumundaki ABD ile Suriye konusunda yaşadığı siyasi kriz derinleşiyor. PYD ve onun silahlı kolu olan YPG’nin ABD tarafından desteklenmesi, Ankara’da büyük tepkiye neden oluyor. ABD ile Türkiye’nin daha önce Kıbrıs konusunda 1964’te yaşanan Johnson Mektubu krizine benzer bir krizle karşı karşıya olduğunu dile getiren dış politika uzmanlarına göre, IŞİD ile mücadeleye öncelik veren ABD yönetimi PYD konusunda geri adım atmayacak.
Geçen hafta ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün Kobani’yi ziyareti, ardından geçen hafta ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’nin “Biz, PYD’yi terör örgütü olarak tanımlamıyoruz” açıklaması, Türkiye açısında “kırmızı çizgilerin ihlali” olarak yorumlanıyor. ABD’nin bu tavrına sert tepki gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “PYD de YPG de bal gibi terör örgütüdür. PKK nasıl terör örgütü ise onlar da terör örgütüdür. Ey Amerika! Size kaç kere söyledim. Siz bizimle beraber misiniz yoksa bu terör örgütü PYD ve YPG ile mi berabersiniz?” şeklinde konuşarak ABD’ye sert çıktı. Ardından Başbakan Davutoğlu da ABD’nin tavrını eleştiren açıklamalar yaptı.
Peki, Ortadoğu’da taşlar yerinden oynarken, bölge üzerine bugüne kadar müttefik olan ve ortak politikaları savunan Türkiye ve ABD ilişkileri nereye gidiyor?
Suriye ve Irak’taki yeni dönemde Kürt güçlerini destekleyen ABD, Türkiye’nin bölgedeki desteğini kaybedebilir mi?
Brett McGurk
“ABD’ye güvensizlik birkaç nesil sürebilir”
ABD ile Türkiye arasındaki gerilimi DW Türkçe’ye değerlendiren Prof. Dr. Mensur Akgün, bağımsız bir gözle bakıldığında Türkiye’nin pozisyonunun haklı bulunması gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin son dönemde ciddi şekilde sarsıcı bir terör sorunu yaşadığını ve bunun karşısında müttefiklerinden hassasiyet ve destek beklediğini ifade eden Akgün, “Hiçbir devlet terör mücadelesi verdiği bir örgütün türevinin müttefikleri tarafından desteklenmesini kabul etmez. Bu yüzden Türkiye’nin PYD konusunda ABD’yi bir seçime zorlaması normal. Ama ABD’nin bu konuda seçimi PYD olur mu, olabilir” diyor.
IŞİD ile mücadeleye odaklanan ve Ortadoğu’daki tüm kararlarını bu mücadeleye göre alan ABD’nin Türkiye’nin ikaz ve itirazlarına rağmen PYD’yi desteklemeyi sürdürmesinin iki ülke arasında nesiller boyu sürecek bir güvensizliğe yol açabileceğini öne süren Prof. Akgün, “Unutulmamalı ki bugün hala Türkiye’de uluslararası ilişkiler öğrencilerine 1964’teki Johnson mektubu olayı okutulurken, ABD’nin Türkiye’ye haksızlık yaptığı anlatılır. Bugün ABD’nin PYD’ye verdiği silahların Cizre’de Silopi’de ortaya çıktığına dair bilgiler varken, ABD’nin Türkiye kamuoyunun güvenini zedelemesi birkaç nesil boyunca devam eder ve bir tarihsel okumaya dönüşür” diye konuşuyor. Önümüzdeki hafta Fransa’nın Nice kentinde düzenlenecek uluslararası zirvede tarafların terörle mücadele yöntemlerini ele alacağını hatırlatan Akgün, “Bu zirvede Türkiye terör listesi konusundaki görüşlerini bir kez daha tekrar edecek. Aslında bugünkü karşılıklı açıklamaların Nice’teki zirvenin siyasi hazırlığı olduğunu söylemek mümkün” değerlendirmesi yapıyor.
“PKK sınır dışına çıkarsa Türkiye yumuşar”
Bu noktada Rusya’nın Suriye’deki varlığı ve PKK’nin Türkiye’de yürüttüğü çatışmalar da belirleyici bir özellik taşıyor. Zira ABD’nin mevcut durumda Suriye’de doğrudan askeri mücadele yürütmesi beklenmiyor. Rusya’nın ise Suriye’deki etkinliği her geçen gün artıyor.
Prof. Akgün, hem ABD’nin hem Rusya’nın PYD’ye verdiği desteğin geçici olduğuna dikkat çekerek, “Rusya Türkiye’yi terbiye etmek, ABD ise IŞİD ile etkin mücadele etmek istiyor. Ancak PKK’nın Türkiye’deki eylemleri sürdükçe bu mümkün değil” diyor. ABD’nin Türkiye’yi PYD konusunda yumuşatmak için PKK’ye baskı kurabileceğini dile getiren Akgün, “ABD, hem PYD ile işbirliğini sürdürmek hem de Türkiye’yi küstürmemek istiyorsa PKK’nın silahlı unsurlarının Türkiye’den çekilmesini sağlayacak bir baskı yaratabilir örgüt üzerinde. Çünkü Türkiye için asıl sorun bu. Çözüm süreci varken, PYD Türkiye tarafından kabul ediliyor ve hatta Kobani’ye yardım yapılıyordu” diye konuşuyor.
Cengiz Aktar
“Cumhuriyet tarihinin en ciddi krizi”
ABD’nin Suudi Arabistan ve İsrail ile birlikte bölgedeki en güçlü müttefiki olan Türkiye ile ilişkilerinde belki de son 50 yılın en büyük gerilimi yaşanıyor. En son 1 Mart tezkeresi sürecinde ABD’nin Irak işgali konusundaki taleplerini Meclis oyuyla reddeden Türkiye, bugün sınır komşusu Suriye’deki Kürt güçlerinin ABD ile işbirliğini tepkiyle izliyor. Ancak Türkiye’nin tavrının yanlış olduğunu düşünenler de var. Tarafların medya üzerinden yapılan açıklamalarla tartışmasının ‘sağlıksız bir durum’ olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Cengiz Aktar’a göre, iki ülke arasındaki ilişkiye bakıldığında ABD Büyükelçisi’nin Dışişleri’ne çağrılması Cumhuriyet tarihinde benzeri olmayan bir durum.
Türkiye’deki iktidarın IŞİD’e karşı en etkili mücadeleyi yürüten ve yaklaşık 50 bin kişilik silahlı güce sahip olan PYD-YPG’nin batı tarafından desteklenmesini doğru okuyamadığını belirten Aktar, “ABD ve batı dünyası, hatta Rusya ve Çin Suriye’de Kürt güçlerini destekliyor. Türkiye’nin bu tabloyu tersine çevirmesi mümkün değil” şeklinde konuşuyor. ABD’de David Philips gibi kıdemli Ortadoğu uzmanlarının PKK’nin terör listesinden çıkarılması gerektiğini yazmaya başladığına dikkat çeken Aktar, “Bu demektir ki, bölgede ciddi bir değişim var. Türkiye’nin ABD’ye yönelik açıklamaları ise ‘sen benim can düşmanımla işbirliği yapıyorsun’ anlamına geliyor. Bu bir nevi ‘casus belli’ yani savaş nedeni durumu. Bu pozisyondan hızla uzaklaşmak gerekiyor” diye konuşuyor.
“AB, ABD’den farklı tutum almaz”
Bu noktada Avrupa Birliği’nin alacağı tutum da merak konusu. Prof. Aktar’a göre, Suriye ve IŞİD ile mücadele konusunda Avrupa Birliği ABD’den farklı tutum almayacak. Aktar’a göre, AB birlik olarak bir pozisyon almasa da Almanya ve Fransa gibi başat ülkelerin PYD’ye olan desteği devam edecek. Aktar, “Belki mülteci sorunu nedeniyle Türkiye’nin suyuna giden bir Avrupa görüntüsü var şu an. Ama bu AB’nin Ortadoğu politikalarında ABD’den farklı pozisyon alması ile sonuçlanmaz. Türkiye bu tabloda çok yalnız görünüyor” diyor. Prof. Mensur Akgün ise AB’nin Suriye’deki duruma müdahale gücünün zayıf olduğunu ifade ediyor. Avrupa’nın bölgede etkili bir aktör olamayacağı için Türkiye ile kriz yaşamak istemeyeceğini dile getiren Akgün, “Ortada mülteci krizi gibi dev bir sorun dururken, AB Türkiye ile PYD konusunda polemik çıkarmaz diye düşünüyorum” diye konuşuyor.
Erdoğan, martta ABD’ye gidecek mi?
Mevcut krizin nasıl çözüleceği ise bir muamma. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 31 Mart’ta Washington’da düzenlenen Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak üzere ABD’ye gitmesi ve burada ABD Başkanı Barack Obama ile bir araya gelmesi planlanıyor. Ancak söz konusu ziyaretin gerilen ilişkiler sonrasında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belirsiz. 70’li yıllarda Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nde müsteşar olarak görev yapan, 90’larda ise Dışişleri Bakanlığı NATO İlleri Genel Müdürlüğü görevini yürüten emekli büyükelçi Yalım Eralp ise ABD-Türkiye geriliminin arkasında ‘terör’ tanımının çok ötesinde bir sorun bulunduğunun altını çiziyor. Eralp’e göre Türkiye’nin PYD konusundaki tepkisinin arkasında Suriye’nin kuzeyinde tohumları ekilen bir Kürt devletini engellemek yatıyor.
Lyndon B. Johnson
“Asıl sorun terör değil, Kürt devleti kurulması”
Türkiye’nin bir devlet olarak en büyük endişesinin Irak’taki Barzani ile Suriye’deki PYD’nin birleşerek Türkiye’nin güney sınırında bir Kürdistan devleti kurması olduğunu vurgulayan Eralp, “ABD ile gerilimin nedeni PYD’nin terörist olması falan değil. Hiç silah kullanmasaydı bile Türkiye bu tepkiyi gösterirdi. Çünkü Kürt devleti kurulması ihtimali belirdi. Barzani’nin son dönemdeki referandum açıklamaları da bunu gösteriyor” diyor. ABD-Türkiye tarihine bakıldığında Johnson mektubu krizi ve Kıbrıs çıkarmasının ardından yaşanan ambargo dönemlerinden sonraki en ciddi krizin yaşandığını ifade eden Eralp, “ABD’nin geri adım atacağını düşünmüyorum. Bugün yaşananlar aslında karşılıklı güvensizliğin bir sonucu. Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun bir süredir ABD ve batı karşıtı bir söylem kullanıyor. Bu açıklamalar batılı değerlerle ters düşüyor” diye konuşuyor.
Johnson mektubu nedir?
Johnson Mektubu, eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından 5 Haziran 1964 tarihinde dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderilen ve Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış olan mektuba verilen addır. ABD tarafı mektupta Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin kabul edilemeyeceğini sert bir üslupla dile getirmiş ve mektubun yarattığı yankı ABD-Türkiye ilişkilerini uzun yıllar zedelemiştir.-DW