Hürriyet’ten İzzet Çapa, Chobani yoğurtlarının sahibi Hamdi Ulukaya ile keyifli bir röportaj yaptı. İşte o röportajın önemli bölümleri…
Geriye dönüp baktığınızda bu başarının tohumları ne zaman atıldı?
– İzzet, ben her şeyi çocukluğuma borçluyum. Gerçi doğum tarihimi bile bilmem. Annemin dediğine göre sonbaharın sonlarına doğru yayladan döndüğümüzde doğmuşum. Ekim falan olmalı.
Hangi kasaba?
– Erzincan’da, Fırat’ın kenarında, Munzur Dağları’nın eteğindeki İliç kasabası. Dedem Hamdi Ağa, Şavak aşiretinin reisiydi. ilkbaharda Munzur’un zirvelerine çıkardık.
O günlerin özlemini çekiyor gibisiniz.
– Göçebe hayatı yaşardık. Türkü, Kürdü, Alevisi birbirimizi horlamadan hep bir aradaydık. Ben bunu bir Amerika’da bir de bizim kasabada gördüm.
Fark burada herhalde.
– Kesinlikle. Yoksa ne iş kitapları okumuşluğum var ne üniversite bitirmişliğim. İş hayatım tamamen insan ilişkilerine dayalı.
Madem her şey böyle güllük gülistanlıktı neden Amerikaya ‘göçmeye’ karar verdiniz?
– Sene 1991. Mülkiye’de okurken Siyasal’dan birkaç arkadaşla yerel bir gazete çıkarıyorduk. Amacımız kasabadakilere etrafımızda olan bitenleri biraz olsun duyurabilmekti.
Tehlikeli yıllar, tehlike sular…
– Yazdıklarımla biraz sağa sola dokunmuşum sanırım. Siyasalda hareketli yıllardı. 94 yılında polis beni gözaltına aldı. 12 saat sorguda kaldım. ‘Oraya giren bir daha çıkmazmış’ diye anlatırlardı hep. Ben çıktım çıkmasına ama kararımı vermiştim. Bir Kürt olarak olanlara duyarsız kalamazdım, pek çok insan ağır bedeller ödedi. Ancak bunun şiddetle çözüleceğine de inanmıyordum. Ya susacaktım ya da buralardan çekip gidecektim.
İkinci şıkkı seçtiniz.
– Polis sorgusundan sonra ülkeyi terk etme kararı aldım. Önce Avrupa’ya gidecektim. Mahalledeki markette arkadaşlarla takılırken, bir amca “Yahu Avrupa’nın hepsi faşist, sen bırak bu lafları git Amerika’ya. Beğenmezsen yine gidersin Avrupa’ya” dedi.
Ak sakallı dede gelmiş size
– (Gülüyor) Kızmıştım ama kafama da takılmıştı. Ertesi gün gidip buldum amcayı, “Amerika’ya nasıl gidilir?” dedim. Yönlendirdiği kişiye polisiye filmlerden bildiğim tek yer olduğu için “New York olur mu?” diye sordum. “O büyük binalara ne çok yakın ne de çok uzak olsun” diye de ekledim. Long Island’da okul buldu bana ve maceram başladı.
İngilizcen de sular seller gibiydi herhalde?
– Ne İngilizcesi canım? Dil öğrenmeye gidiyordum zaten. Cebimde 3000 dolar bir de yanımda küçük çantam vardı o kadar.
Süt ürünleri sevdası nasıl başladı?
– Rahmetli Hacı babam New York’a geldi. “Buradakiler çok kötü, neden bizim peynirleri getirip satmıyorsun oğlum” dedi. Abilerim mandracılık yapardı. Bir iki konteyner peynir getirdik. Baktım işler hiç de fena gitmiyor, New York’ ta küçük bir peynir imalathanesi kurdum.
Sonra da Allah ‘Yürü ya kulum’ dedi, öyle mi?
– Hiç de öyle olmadı. Fabrikanın ustası, hem satış sorumlusu hem de muhasebecisiydim. O sıralar annem ve babam da vefat etmişti. Hayatımın en zor iki senesini geçirdim.
New York sokaklarında acı dolu bir Türk…
– Üstelik ne param vardı ne iş deneyimim. Nereye satacaksın o kadar peyniri. İki senemi “Bugün sütün parasını ödeyemezsem öldüm” diye düşünerek geçirdim.
Harvard’da ders olarak okutuluyor
Yıllardır “Yoğurdu biz icat ettik” diye ortalığı ayağa kaldırdık, siz gidip üzerine ‘Yunan Yoğurdu’ yazdınız. Ayıp olmuyor mu?
– Greek yogurt, bizim süzme yoğurda benzer ama daha sulu ve tatlıdır. Yapılış aşamaları da çok farklı. Türkiye’de böyle bir yoğurt yok. Başlangıçta tepkiler aldım ama zamanla geçti. Yunanlılar da “Bir Türk geldi ve piyasayı ele geçirdi” diye kızdılar.
Peki Chobani’nin milyarlarca dolarlık markaya dönüşümü nasıl oldu?
– Farkında bile olmadan yeni bir iş modeli oluşturduk. Harvard’da bugün Chobani ders olarak okutuluyor.
Neymiş peki bu iş planı?
-Gelir, gider ve masraf. Bu işin finansal kısmı, geri kalanlarını da teknik bilmediğimiz için basitleştirdik. İlk günden beri finansçıma “Sen burayı bakkal dükkanı gibi düşün. Ne sattık, ne verdik, ne kaldı, onu söyle yeter” dedim. Finansçılar kimse anlamasın diye bu işleri öyle karmaşıklaştırıyorlar ki pireyi deve yapıyorlar (gülüyor).
Ve eski eşinin açtığı dava…
Forbes Dergisi sizin için ‘Yoğurdun Steve Jobs’ı diye bir tanım kullandı…
– Sağolsunlar (gülüyor). Biz bir gıda firmasıyız ama Apple’ın izlediği rotaya benzer bir strateji geliştirdik. Yılda iki kez yeni ürünler çıkarırız, ambalajlarımızı yenileriz. Bunları son ana kadar açıklamayıp tüketicide bir merak uyandırırız.
Ekonomi sayfasında da olsak magazin yapmadan duramıyorum. Eski eşinizin size tazminat davası açmasına ve şirkette hak iddia etmesine ne diyorsunuz?
– Amerika’da insanlar haklı veya haksız, her konuda, istedikleri zaman tazminat davası açabiliyorlar. Hele de ünlüyseniz bu durum gazete sayfalarına yansıyor. Hiç endişelenmem böyle şeylere…
Son olarak, tek bir cümleyle Chobani’yi tarif etseniz?
– Chobani, babamın liderlik vasfı ve dünyayı tanıma hali ile annemin insanlığının ağır bastığı dişi bir markadır. Ayrıca Chobani bir küçük Anadolu kasabasıyla bir New York kasabasının sentezidir.
Çöpe attığım kâğıt hayatımı değiştirdi
Artık şu aydınlık günlere bir gelseniz…
Çöpe attığım bir kağıt hayatımı değiştirdi. Amerika’da bir sürü gereksiz reklam mektubu gelir. Bir gün onları ayıklarken Kraft’a ait bir yoğurt fabrikasının satılık olduğunu gördüm. 700 bin dolar fiyat biçilmişti binaya. Hatta bir sıfırını eksik yazdıklarını düşündüm. Ama gel gör ki mektubu çöpe atmıştım.
Eyvah!
– (Gülüyor) Merak etme, yarım saat sonra gidip çöpten aldım o kağıdı. Altında yazan numarayı aradım, ertesi gün için randevu istedim. Neyse biz yola çıktık.
Hayallerinizdeki fabrika mıydı karşınıza çıkan?
– Neredeee? Savaş sığınağı gibi inşa edilmiş, borularından sular akan, darmadağınık, labirent gibi bir binaydı. Çıkışta avukatımı arayıp “Burayı almak istiyorum” deyince adam “Deli misin Kraft gibi bir firma başaramadı, sen nasıl altından kalkacaksın” diye bana söylemediğini bırakmadı. Ama dinlemedim ve aldım.
O izbe bina nasıl bu hale geldi peki?
– Fabrikanın her ay en az 100 bin dolarlık elektrik ve su masrafı olduğunu gördüğümde deliriyorum zannettim. İlk toplantımızda ‘Işıkları söndürme’ kararı aldık (gülüyor). Mevlana’nın “Yol yürümeye başlayınca görünür” sözü misali kolları sıvadık.
Mevlana, rehberiniz oldu yani…
– Yahu ben Mevlana’nın sözlerini sonradan öğrendim. Baktım bilmeden aynen onun gösterdiği yoldan gitmişim.
Choban her yerde çoban
Peki neydi sizin yoğurdun sırrı?
– O dönemde Yunanlılar getirdikleri iyi yoğurdu pahalıya satıyorlar, Fransızlar da Amerika’da şekerli, boyalı yoğurt yenir anlayışıyla bu tip ürünleri piyasaya sürüyorlardı. 1965’lerden kalma dört kanallı bir doldurma makinamız vardı. Türkiye’den de bir yoğurt ustası getirtmiştim. Tam 18 ay doğru lezzeti bulmak için fabrikadan çıkmadan çalıştık.
Röportajın devamını okumak için tıklayınız!