14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani’nin kaleme aldığı Cami’üt-Tevarih adlı eserininde yer alan ve Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılan efsanedir.
17. yüzyılda Şiban’ın torunlarından ve Hiva Hanlığının hanı olan Ebu’l Gazi Bahadır’ın kaleme aldığı Şecere-i Türkî adlı eserde de Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılır, bazı kaynaklara göre ise bir Türk destanıdır.
Bahsi geçen iki tarihî kaynakta Nekuz (Nüküz) ve Qiyan (Kıyan) adlı kardeşler ile onların eşleri Tatarlar tarafından yenilince önce Ergene Kon adı verilen dar ve sarp bir yere gitmiş, 400 yılda sülalesi çoğalıp oraya sığımaz olunca Ergenekon’dan çıkmıştır.
Ergenekon’dan çıktıkları zaman yol göstericilerinin Börteçine olduğu düşünülmektedir.
Başka kaynakçalara göre ise Ergenekon bölgesinde yaşayan göktürk milletine o bölgenin sahibi olan üle tarafından baskı yapılmış.Ergenekonluların bulundukları bölgeden çıkmak imkansızmış.Çünkü etrafları dağlarla çevriliymiş.Ergenekonlular buradan çıkmak için büyük bir ateş yakıp bu dağları eritmiş ve kurtulmuşlardır.
Ancak Göktürklerin yaratılış destanıyla olan benzerlikleri gerekçe göstererek Türklere ait bir destan olduğunu iddia eden araştırmacılar da mevcuttur. Talât Sait Halman, destanın bozkurt efsanesinin genişletilmiş bir versiyonu olduğunu belirtmiş, destanda mitolojik bir varlık olan bozkurtun koruması sayesinde soylarının tükenmesi tehlikesinden kurtulan ve yine bozkurtun sayesinde geçit vermez dağlarla çevrili Ergenekon vadisindan kaçan bir Türk topluluğunun öyküsünü anlattığını iddia etmektedir.
Diğer görüşlere göre ise Türkler ve Moğollar arasında benzer şekilde anlatılan efsaneler sözkonusudur. Efsane kimi zaman Nevruz ile de ilişkilendirilmiştir.
Ergenekon, Türklerin Orta Asya’daki efsanevi anayurdu kabul edilir. Rus tarihçi Gumilev’in tarifine göre dik yamaç anlamını taşır.
Destanın kısa özeti:
Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han’ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han’ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler.
Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere “maden yeri” anlamında “Ergene Kon” adını verdiler.
Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon’a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.
Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon’dan çıktıkları gün olan 21 Mart’ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün diye üstüne koyarak dövdüler.”