Dünyanın oluşumuyla ilgili şu ana dek biribirinden farklı pek çok teori ortaya atılmıştır. Bunlardan bugün en kabul edileni Big Bang teorisidir.
Büyük Patlama Teorisi’ne göre evren bundan yaklaşık 15 milyar yıl önce büyük bir patlamayla oluşmaya başladı.
Büyük Patlama (Big Bang) adı verilen bu patlama sonrasındaki süreçte gök adalar, yıldızlar, gezegenler ve diğer gök cisimleri meydana geldi. Büyük Patlama Teorisi bazı soruları hala cevaplayamamaktadır. Örneğin patlayan şeyin ne olduğu ya da bu patlamaya neyin sebep olduğu henüz tam olarak açıklanamamaktadır. Bilim insanları günümüzde bu konuyla ilgili yeterli bilgiye hala ulaşamamış olsalar da çalışmalarına devam etmektedirler. Böylece gelecekte evrenin nasıl oluştuğu ve nasıl yok olacağı ile ilgili bilgilere ulaşılabileceği düşünülmektedir.
Dünya’nın oluşumuyla ilgili farklı görüşler de var elbette… Güneşten kopma ve toz bulutu teorisi bunlardan ikisi..
Güneş’ten Kopma: Bu görüş, Dünya’nın Güneş’ten kopan bir madde yığınından meydana geldiğini savunur. Bu kopma Güneş’in hızla dönmesinden dolayı veya bir başka gezegenin çekim etkisi nedeniyle oluşmuştur. Bu kopma sonucu oluşan madde Güneş’in etrafında dağılarak bir toz bulutu meydana getirmiştir. Bu toz bulutu zamanla soğuyarak küçük gezegenleri oluşturmuş ve bu gezegenler zamanla karşılarına çıkan başka gaz ve toz bulutlarıyla çarpışarak ya da bir çığ oluşumu gibi önlerine gelen diğer maddeleri de kendilerine katarak büyümüş, gezegenleri ve şimdiki gezegenleri oluşturmuşlardır.
Gaz ve Toz Bulutu: Bu görüşe göreyse Dünya, evren oluştuğunda fırıldak gibi dönen gaz ve toz bulutuydu. Evren, Büyük Patlamanın etkisiyle gitgide genişleyerek soğumaya devam etti. Bu süreçte Dünya da kendi ekseni etrafındaki dönüşünün etkisiyle zamanla dıştan içe doğru soğudu. Böylece Dünya’nın iç içe geçmiş farklı sıcaklıktaki katmanları oluştu. (4,5 milyar yıl önce yarısı sıvı olan bir ateş topuna dönmüştü. 1,5 milyar yıl önce ise zamanla yüzeyi katılaştı ve sert bir kabuk halini aldı. Sonrada günümüzdeki halini aldı).
Big Bang patlamasının bugünkü kabul edilebilirlik durumuna gelmesi epey zaman aldı.
1920’de Belçikalı astronom Georges Lemaitre, Einstein’ın genel görecelilik kuramına dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini ileri sürdü. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyon üzerinde çalışma yapılırsa önemli verilere ulaşılacağını belirtti.
Öte yandan Amerikalı astronom E. Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak renklerinin de değiştiğini ifade etti. Ona göre yıldızlar hem dünyadan hem de birbirinden uzaklaşıyordu. (yani evren genişliyordu)
Hubble’ın ortaya koyduğu bu gözleme göre evren genişliyorsa başladığı bir nokta da olmalıydı. İşte bu nokta çok büyük çekim gücü nedeniyle sıfır hacme sonsuz yoğunluğa sahip bir noktaydı. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya “Bing Bang” dendi.
1948 yılında George Gamov’da evrenin büyük patlamayla oluştuğunu ve bu patlamadan arta kalan radyasyonun olacağını belirtti. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmalıydı.
Bu durumun açıklanması çok uzun sürmedi. 1965 yılında, Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson adlı iki araştırmacı radyo teleskoplarındaki kaynağı belli olmayan bir gürültüyü gidermeye çalışırlarken sonradan “kozmik fon radyasyonu” adını verdikleri radyasyonu keşfettiler. Bu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eşit ölçüde alınan ısı dalgasının Big Bang’ten günümüze gelmiş olduğu ortaya çıktı.
Kozmik fon radyasyonu=fon ışıması: Uzayın her yanından gelen bu ışıma Evren’in başlangıcını oluşturan büyük patlamadan arta kalan enerjinin göstergesidir.
Bir diğer önemli aşama ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının oranının bulunması oldu. Ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki Hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang ‘den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplanmasıyla denkleşiyordu. Eğer evren sonsuz olmuş olsaydı hidrojenin tamamen yanıp helyuma dönüşeceği konusunda bilim adamları hemfikirdi.
Dünya kaç yaşında?
Dünyanın nasıl oluştuğu gibi merak edilen sorulardan biri de Dünya’nın kaç yaşında olduğudur.
Dünya’nın yaşı doğrudan doğruya kayaçların yaşıyla ölçülemiyor. Zira en yaşlı kayaçların bile bugün artık yeryüzünde var olmayan daha yaşlı kayaçlardan oluştuğunu biliniyor. Bugüne dek saptanabilen en yaşlı kayaçlar Grönland’ın batısında bulundu, kayaçlar 3,8 milyar yaşındaydı. Bu da Dünya’nın yaşının çok daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.
Bugün Dünya’nın yaşını hesaplamak için başvurulan yöntem radyoaktif elementlerin dönüşümü. Örneğin radyoaktif uranyum elementinin uranyum-238 ve uranyum-235 gibi iki ayrı tipte atomu (izotop) vardır. Bu atomların ikisi de çok yavaş bir süreçle kurşun atomlarına dönüşür. Öbür uranyum izotopundan biraz daha ağır olan uranyum-238’in dönüşümüyle daha hafif bir kurşun izotopu olan kurşun-206, uranyum-235’in dönüşümüyle de biraz daha ağır bir izotop olan kurşun-207 atomları oluşur. Uranyum-235’in kurşuna dönüşme hızı uranyum-238’in dönüşme hızından altı kat daha fazladır. Bu nedenler, incelenen bir kayaçtaki kurşun-206 ve kurşun-207 atomlarının oranı kayacın yaşına bağlı olarak değişir. En yaşlı olduğu düşünülen bir kurşun minerali ile bugün okyanuslarda oluşan kurşunun izotop yapısı arasındaki fark, ancak bu iki örneğin oluşumları arasında 4,55 milyar yıllık bir zaman dilimi olmasıyla açıklanabilir. Bu süre de Dünya’nın yaşı olarak kabul edilebilir. En eski kayaçların yaşını hesaplamak için radyoaktif rubidyum elementinin stronsiyuma dönüşme süreci de temel zaman ölçeği olarak alınabilir.
on5yirmi5.com