Türkiye’nin uluslararası ölçekte 2003’ten beri verilerle kanıtlanmış fen ve matematikteki başarısızlığının nedenleri öğrencilere göre, uygulamadan uzak dersler, ağır müfredat, yetenekleri gözardı eden eğitim sistemi. New York Üniversitesi’nden Doç. Dr. Selçuk Şirin’in anlattıkları da öğrencilerin belirtiği nedenleri verilerle somutlaştırıyor. Türkiye’deki öğrenciler, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2012 sonuçlarına göre okuma becerileri ile fen ve matematikte pek başarılı değil. Türkiye, 15 yaşındaki öğrencilerin katıldığı PISA’ya göre matematikte 44, fende 43. sırada.
Aljazeera Türk’ten Umay A. Selman New York Üniversitesi’nde araştırma yöntemleri ve istatistik dersleri veren, aynı zamanda Bahçeşehir Üniversitesi’nden Doç.Dr. Selçuk Şirin ile bu konuyu konuştu. Şirin uzun zamandır uluslararası öğrenci değerlendirme programlarının sonuçları ve Türkiye’deki durum ile ilgili çalışmalar yapıyor.
Türkiye’deki öğrenciler fen ve matematikte neden başarısız? 2003’ten beri de durum değişmedi.
Bunun birkaç nedeni var. Öğretmenler, aile, okul kaynaklı sorunlar ve bazen çocuklar. Aslında PISA verilerine baktığımızda bizim çocuklarımızın motivasyon seviyesi çok yüksek. Özellikle matematik ve fen gibi dünyada çocukların korktuğu okuldan soğuduğu alanlarda, Türkiye’deki öğrenciler öğrenmek istiyor. Uluslaslararası Türkiye’nin de katıldığı verileri uzun süredir araştırıyorum. Birinci olduğumuz bir tek sıralama var; o da çocukların motivasyonu. Yani çocuklarımızdan dolayı fen ve matematikte başarısız değiliz.
O zaman sebep öğretmen, aile ve okul mu ?
Bu uluslararası araştırmalarda öğretmenlerin morallerine de bakılıyor. Türkiye’deki öğretmenlerin morali düşük, ortalamanın altında. Daha önemli bir şey var, öğretmenlerin içeriğe, yönetime katılımı zayıf. Öğretmenlerin özerkliğinde sonuncuyuz. Bizim üstümüzde yine bu konuda kötü olan Yunanistan, Norveç ve Portekiz var. Litvanya, İngiltere, Letonya ve Slovakya ise öğretmenlerini okul yönetimine en çok katan ülkeler. Öğretmenlerin okul yönetimine katılımı arttıkça başarı da artıyor. Fen ve matematikteki başarısızlığımızın bir nedeni de öğretmenlerin sınıfında, okulunda gördüğü sorunlara karşı farklı yaratıcı çözümleri uygulama şansının olmaması. Öğretmen “Şöyle bir proje geliştirsem, şu öğrenme tarzını getirsem” diyemiyor. Merkezi otorite her derste neyin olacağına ders planları ile müdahale ediyor.
Peki, aile nasıl sebep oluyor bu başarısızlığa?
Çocuklarımızın evlerinde de çoğu zaman zengin öğrenme kaynakları yok. AB ülkeleri arasında, ailenin sosyo ekonomik statüsünden, kullandığı kelime haznesine, gelir ve mesleğine kadar pek çok başlıkta sonuncu sıradayız. PISA’ya katılan öğrencilerin verdiği cevaplara göre Türkiye’de evinde 100’den fazla kitap olan öğrencilerin oranı yüzde 18. Evlerin yarısından fazlasında 25’ten az kitap var. Bunun başarıya etkisini rakamlar kanıtlıyor. Evinde 10 kitap olan öğrenciler evlerinde 200 kitap olanlara göre fende 87, matematikte 108 puan daha düşük başarı gösteriyor. 108 puan farkı demek iki buçuk öğrenme yılı geride olmak demek. Tatillerde veya okul dışı zamanlarda kitap okuyan, müzeleri gezen, deneyler yapan, yaz okullarına katılan çocuklar öğrendiklerini bir sonraki yıla taşıyor ve daha başarılı oluyor.
Aslında 2005’te ilköğretim müfredatında köklü bir değişikliğe gidildi. Eleştirel düşünme, problem çözme, yaratıcı düşünme gibi becerilerin kazandırılacağı bir müfredat yazıldı. Buna rağmen sonuçlar niye kötü?
Eğer bu değişiklikler uygulansaydı yaratıcılık ve problem çözmede, fen ve matematikte PISA puanlarımızda artış olurdu.
Peki, müfredatta olan neden pratikte uygulanamıyor?
Her okulun şartları eşit değil. Kimi okullarda sınıflar kalabalık kimilerinde daha az öğrenci var. Yine PISA verilerinden kıyaslama yapacak olursak Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin okuduğu okullarda ortalama sınıf mevcudu 44 kişi. Avrupa’da en kalabalık sınıflar bizde. Finlandiya’da sınıflar 20 kişilik. AB ortalaması 25. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı arttıkça başarı düşüyor. Müfredatın uygulanamamasında okullarda kaynak eksikliği sorunun da payı var. Deney gereçleri, kütüphane çok eksik. Okulların kütüphanesi pek çok şeyin göstergesidir oysa. PISA‘ya katılan öğrencilerin okuduğu okullarda 5 binin üzerinde kitabı olan kütüphane oranı yüzde bir. Güney Kore’de bu oran yüzde 92. PISA’da fen ve matematikte başarı sıralamasında ilk üçte olan Singapur’da ise bu oran yüzde 77. Matematik ve fen yapabilmek için de önce okumak lazım.
Değişiklik yapılıyor ama eğitim sistemi sınav odaklı,bunun başarısızlıkta etkisi nedir ?
Sınav sistemi bu başarısızlıkta çok etkili. PISA sadece çoktan seçmeli test olsa Türkiye OECD ortalamasını yakalardı. Bizim çocuklar test yapmayı biliyor. Test, bildiğini tekrarlama üzerine. Bir anlamda biz hafızayı ölçüyoruz. Bilgiyi kullanmayı, sentez yapmayı, olmayan bir şeyi ortaya koymayı ölçmüyoruz. Liseye ve üniversiteye geçişte de sınavlar olacaktır, bu kaçınılmaz. Ancak sorun sınavların niteliği. Koyduğunuz sınav sistemi eğitim sistemini mıknatıs gibi oraya çeker. Yani siz test, ezber sorular koyarsanız eğitim ezbere olur. Bizim sınavlarımız hayal gücünü, vizyonunu, deney yapma becerisini ölçmeyen sınavlar. Çocuklara Google’dan bulacakları ve daha sonra da unutacakları şeyleri soruyoruz sınavlarda. Google ’un olduğu devirde, bir insanın ne bildiğinin önemi yok. Öğrencileri özendirmeli, kaynaklara yönlendirmeliyiz.
Okul öncesi eğitim genel başarıda önemli faktör. Fen ve matematik için de geçerli mi bu?
PISA’ya katılan öğrencilerin yüzde 29’u okul öncesi eğitim almış. Okul öncesi eğitim alan ve almayan öğrenciler arasında 60 puanlık fark var. Yani okul öncesi eğitim alanlar 60 puan daha fazla almış sınavlarda. Okul öncesi eğitim alan öğrenci her zaman pek çok anlamda daha önde oluyor.
Bu alandaki başarısızlık kısa ve uzun vadede neye sebep olur?
Dünyada yeni bir ekonomik düzen kuruluyor. Adına bilgi ekonomisi denen bu düzende artık doğal kaynaklar, tarımsal kaynaklar, jeopolitik kaynaklar kadar önemli olan başka bir girdi var o da yüksek beceri seviyesine sahip bireyler. Hayal gücü yüksek, muhakeme kabiliyetine sahip, analiz ve sentez yapabilen ve yeni fikir ve düşünceleri ortaya koyan bireyler bu yeni ekonominin taşıyıcıları olarak görünüyor. Eğer Türkiye bu yeni yüzyılda var olan ekonomik düzende rekabet etmek istiyor ise yapması gereken en önemli şey eğitime yatırım yapmak. Geçen yüzyılda belki doğal kaynaklarla, inşaatla ya da tarımsal zenginlikle yarışabilirdiniz ama yeni yüzyılda artık böyle bir şansınız yok. Ya daha becerikli bireyler yetiştireceksiniz ya da yarıştan kopacaksınız. İşte bu nedenlerle ekonomik bir kuruluş olan OECD’nin en büyük veri sisteminin temel konusu eğitim. Çünkü bu yüzyılda eğitim artık ekonomi demektir.
Peki, bu başarısızlık tablosu nasıl değişebilir?
Türkiye fen ve matematikte çuvallıyor, bunun üzerine düşünülmesi lazım. Okul öncesinden itibaren yaparak, proje bazlı öğrenme, yazın deneylerle uğraşacakları ortamlar sunmak lazım. Aslında sorun çözüm bulmak değil. Çözümü hayata geçirme noktası. Burada da en somut söyleyeceğim şey reform yapma şeklini değiştirmek gerektiği. Yukarıda benim dediğim gibi içeriğe şunu kolayım demenin anlamı yok. Zaten bunlar denenmiş ve içeriğe konmuş. Uygulamada neden olmuyor, niye başarı sağlanamıyor buna bakmalı. Veriye dayalı reformlar oluşturulmalı.