Rusya Türklerinin ilk siyasî temsilcisi, son Osmanlı aydınlarından Abdürreşid İbrahim, 23 Nisan 1857’de Sibirya’nın Tobolsk ilinin Tara kasabasında doğmuştur. Aslen Buharalı Özbek bir aileden gelen babası Ömer Efendi, devrin siyasî faaliyetlerine iştirak eden bir vatanperver, annesi Başkurt Türklerinden Afife Hanım’dır. Abdürreşid İbrahim genç yaşta ailesinden ayrılarak başladığı tahsil hayatını, çevre kazalardaki medreselerde sürdürür. Teman Medresesi’nde de bir süre okuduktan sonra devrin tanınmış medreselerinin bulunduğu Kışkar’a gider. Bir süre Kırgız kabileleri arasında dolaşarak hocalık ve imamlık yaptıktan sonra Orenburg’a gelir (1879). Gizlice bir gemiye binip hacca gitmek üzere İstanbul’a geçer (1880). Burada geçirdiği iki aylık bir sürenin ardından hacca gider. Hacdan sonra Medine’de tahsil hayatının ikinci devresine başlar. Çeşitli âlimlerden ders okuyarak kıraât, fıkıh ve hadîs ilimlerinden icazet alır. 1884 yılı sonunda İskenderiye üzerinden İstanbul’a, oradan da Tara’ya dönerek medresede ders vermeye başlar (1885). Aynı yıl evlenir. Medine’ye talebe götürmek üzere İstanbul üzerinden ikinci defa hacca gider ve öğrencilerini Medine’ye yerleştirip yine İstanbul üzerinden tekrar Tara’ya döner. Burada bir “Usûl-i Cedîd” okulu açarak eğitim faaliyetlerine başlar. Bu sırada “Livâü’l-Hamd” adlı risalesini İstanbul’da bastırarak Rusya’da dağıtır.
Abdürreşid İbrahim’in farklı dil ve lehçelerde yoğun yayın faaliyetlerinin olduğuna şahit olmaktayız. “Ülfet” adıyla çıkardığı dergi çok büyük bir ilgi ile karşılanır. Türkçe yayımlanan “Ülfet” Türkistan’da gördüğü yoğun ilgiden dolayı “Zararlı neşriyat” olarak kayıtlara geçmiştir. Özellikle dinî meselelere ağırlık veren ve medrese talebeleri tarafından da büyük bir ilgiyle takip edilen dergi Seksen beşinci sayıda Rus merkezi yönetimi tarafından kapatılır. Büyük teveccüh kazanan Ülfet’in kapatılması ile “Tilmiz” adlı Arapça bir mecmua daha çıkarır. Tilmiz’in yayın hayatı da ancak bir yıl kadar sürer ve Ülfet ile aynı kaderi yaşar ve kapattırılır. Ülfet ve Tilmiz’in peş peşe merkezî yönetim tarafından kapatılması da Abdürreşid Efendi’yi yıldıramaz ve Kazak şivesiyle yayın yapan Serke’yi de çıkarır.
Abdürreşid Efendi’nin bu hizmetleri, Mehmet Akif’in kendi dilinden şöyle anlatılır:
“Evvela gizlice bir matbaa tesis ettim.
Beş on öksüz bularak basmacılık öğrettim.
Kalemim çok pürüzlüydü, fakat çaresi ne?
Sonra, bilmem kimin üslûbu avamın nesine!
Dilimin döndüğü şiveyle bütün gün yazdım;
Okuyanlar o kadar çoktu ki, hiç ummazdım.
Usta, âsârını verdikçe çocuklar bastı;
Altı ay geçti, bizim matbaanın çıktı adı.
Göğsü imanlı beş on tane fedai gelerek,
Dediler; “Sen ne basarsan, onu tevzi edecek
Vasıtan işte biziz, korkulacak şey yoktur…
Para lâzımsa da bildir ki, verenler bulunur.”
Bir cerideyle hemen başlayıverdim vaaza.
Zaten en başlıca yol, halkı budur ikaza.”
Medeniyetteki insanlar için Matbuât,
Şimdi Kürsilerin en yükseği, lakin, heyhât..
(Safahât, Süleymaniye Kürsüsünde, s. 150)
Abdürreşid İbrahim’in matbaa ve yayın faaliyetlerinden sonra en çok önem verdiği bir diğer konu da eğitim faaliyetleridir. Halkın da desteği ile büyük bir eğitim seferberliğine de başlamıştır:
“Parasızlıktı bidayette işin korkulusu;
Ağniyâ altını bezletti, etekler dolusu…
Açtık oldukça güzel medreseler, mektepler;
Okuyup yazmayı ta’mime çalıştık yer yer.
Tatarın yüzde bugün altmışı hakkıyla okur;
Rusların hâlbuki nispetleri gayet dûndur.”
(Safahât, s. 151)
Abdürreşid İbrahim’in Rusya’daki matbuât ve eğitim faaliyetleri merkezî yönetimin baskıları sonucunda kısıtlanarak gazeteleri ve matbaası kapatılır. Bir kısım arkadaşı ile birlikte faaliyetlerini farklı yerlerde gerçekleştirir. Rusya’dan ayrılan Abdürreşid İbrahim, 1907 sonlarında Batı Türkistan, Buhara, Semerkant, Yedisu ve civarını içine alan bir yıllık seyahatinden sonra tekrar Tara’ya gelir ve ailesini de yanına alarak Kazan’a yerleşir. 1908 Eylülünde buradan hareketle Sibirya, Moğolistan, Mançurya, Japonya, Kore, Çin, Hindistan, Hicaz ve Ortadoğu üzerinden İstanbul’da son bulan büyük seyahatini tamamlar. (1910).
Türk okuyucusu Abdürreşid İbrahim’i 1907–1910 yılları arasında Türkistan, Sibirya, Moğolistan, Çin, Mançurya, Japonya, Kore, Singapur, Endonezya, Hint Adaları, Hicaz ve İstanbul’da son bulan seyahatlerindeki müşahede ve düşüncelerinin anlatıldığı seyahat notları “Âlem-i İslâm” adlı kitabı ile tanımaktadır. Seyahat notları “Âlem-i İslâm” adı ile kitaplaşmadan önce, Eşref Edip’in çıkardığı, başta Mehmed Akif gibi devrin önde gelen yazar ve şairlerin yazılar yazdığı Sırat-ı Müstakim adlı mecmuada tefrikalar hâlinde yayımlanmıştır. Günümüzde “20. Asrın Başlarında İslâm Dünyası ve Japonya’da İslâmiyet” ve “20. Asrın Başlarında İslâm Dünyası Çin ve Hindistan’da İslâmiyet” adıyla iki cilt olarak günümüz Türkçesiyle tekrar yayımlanmıştır. (Yeni Asya y., Haz. Mehmet Paksu, İstanbul 1987)
Millî şairimiz Mehmed Âkif’in de beğenerek destek verdiği ve basımına katkı sağladığı “Âlem-i İslâm” birçok yönü ile Müslüman halklar, özellikle Orta Asya Müslüman Türkleri hakkında sağlıklı bilgiler vermekte ve o dönemin şartlarını tahlilde bize değerli bilgiler sunmaktadır. Mehmed Âkif esere yazdığı Takriz’de Avrupa hakkında bilgiler sunan birçok eserin varlığına rağmen kendi dünyamız olan Asya kıtası hakkındaki bilgilerimizin eksikliğini şu ifadeler ile dile getirir: “Lakin Asya’yı hangi eserden öğreneceğiz? İtiraf etmeliyiz ki, dünyada en az bildiğimiz bir kıta varsa, o da kendi menşeimiz, kendi memleketimiz olan Asya’dır. Bu eski dünyadaki bitmez tükenmez ülkelerin en meşhurlarını, yalnız isimlerini bilmek suretiyle tanırız. O çeşit iklimlerde yaşayan milletlerin lisanlarına, ahlâklarına, âdetlerine dair, o da yanlış olmak şartıyla pek az şey biliriz.” Batılı seyyahların Asya hakkında verdikleri bilgilere güvenilemeyeceğini beyan eden Âkif: “… Biz Asya’mız hakkında doğru mâlûmâtı doğrudan doğruya Abdürreşid İbrahim’den alacağız. Bu zat Japonya’da, Çin’de ve Hindistan’da iken Sırat-ı Müstakim’de yayımlanan mektuplarıyla, Osmanlı toprağına geldikten sonra yine Sırat’ta dercedilen hutbeleriyle tanıttırmıştık. Onun için yüce irfanından, ahlâkî faziletlerinden uzun uzadıya bahsetmeyeceğiz.” (1/16–7) sözleri ile Abdürreşid İbrahim’in yaptığı seyahatlerdeki sağlıklı gözlemleri hakkında övgülerini ifade eder.
Mehmed Âkif’ “Âlem-i İslâm” adlı kitabın basımından sonra sarf ettiği sözler kitabın mahiyeti ile ilgili bilgileri de ihtiva etmektedir: “Vakıa Abdürreşid’in bu seyahatnamesi insana o kadar keyif vermiyor. Çünkü birçok acı hakikatleri olanca acılığıyla, olanca üryanlığıyla gösteriyor, Şark’ın emrâz-ı içtimaîsini ortaya döküyor. Lâkin hastalık bütün a’râzıyle, edvârıyle meydana çıkmalıdır ki müdâvatı kabil olsun, esbabı bertaraf edilebilsin.”
Mehmed Âkif şiirlerinde sıklıkla Abdürreşid İbrahim’den bahseder, “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı şiirinde Abdürreşid İbrahim’i şöyle tavsif eder:
“Kimdi kürsüdeki? Bir bilmediğim pir amma,
Hiç de bigâne değil kalbe o câzip sîmâ.
Bembeyaz lihye-i pâkiyle, beyaz destârı,
O mehib alnı, o pek mûnis olan didârı,
Her taraftan kuşatıp bedri saran hâle gibi,
Ne şehâmet, ne melâhat veriyor, yâ Rabbi!
Hele gözler iki mihrâk-ı semâvidir ki:
Bir şuâıyla alevlendiriyor idrâki.
Âh o gözlerden inen huzme-i nûrânûrun,
Bağlı her târ-ı füsunkârına bin rûh-i zebun!”
Âkif, Süleymaniye Kürsüsünden başlıklı şiirinde Abdürreşid İbrahim’i konuşturarak İslâm dünyasının durumunu, Müslüman toplulukların problemlerini ve geri kalmışlık sebeplerini uzun uzadıya dile getirir.
Abdürreşid İbrahim, Osmanlı’nın buhranlı son döneminde yaşamış ve bu buhranlı dönemin ağır yükünü omuzlamaya çalışan ender insanlardan birisidir. Onun gayretleri, fedakârlıkları, ızdırabı, hamiyetperverliği ve dertlenmesi bunu açıkça göstermektedir. O, muasırı daha nice dava ve aksiyon adamı gibi âlem-i İslâm’ın derdi ile dertlenmiş ve hâl çareleri için çok ciddi bir gayretin ve arayışın içinde olmuştur.
Orta Asya, tarihimiz açısından çok özel anlamı olan bir coğrafyadır. Tarihin çarkları arasında ezilen orta Asya halklarının derdine ortak olma düşüncesiyle Abdürreşid İbrahim o toprakları karış karış gezerek oraların problemlerini tespit etmiş ve onlara çözüm önerileri getirmiştir. Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Orta Asya’ya yönelik yapılması gerekenleri ifade ederken Abdürreşid İbrahim’in azmini, fedakârlık ve feragatini numune-i imtisal olarak gösterdiğine şahid olmaktayız: “… Orada bozulan den gelerle beraber alınan yaralar büyük olmuş ve bu yaraların sarılması için de acil mualecelere ihtiyaç duyulmuştur. Onların yaralarının yeniden kendilerine gelip, eski safvetlerini elde etmeleri ve Osmanlı’nın mirasına sahip çıkabilmeleri için, bu yönde gösterilecek her türlü fedakârlığa ihtiyaç vardır. Bu yüzden de ben, her şeye rağmen, arkadaşların bir daha dönmemek üzere, hep oraya gitmelerini temenni ettim. Hiçbir beklenti içinde olmadan, Abdürreşid İbrahim gibi.. herkesin ana-babasına, hanım ve çocuklarına veda edip gitmesini… Allah rızası için oralara gidenler, belki de orada ölecek fakat, bire bin veren başaklar gibi, binlerce insanın dirilmesine vesile olacaklar.. evet, hep bu dönemi bekledim.” (M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla, 3/3) Bu tür hizmetlerde referans olarak verilmesinde Abdürreşid İbrahim’in fedakârlığının, civanmertliğinin ve Allah rızasına nail olma beklentisi içinde olmasının büyük tesiri vardır. Allah yolunda hizmetlerin dünyevî bir beklentiye girilmeden îfâ edilmesi çok önemlidir.
Abdürreşid İbrahim bu yola girerken birçok fedakârlık ve mahrumiyet yaşamıştır. Bunları yaşarken kendi şahsî hayatını değil içtimaî hayata hizmeti esas aldığını şu ifadeleri ile dile getirir: “Şahsî hayat çok kere bir adamın şahsına bağlı kalır. Bazen aşarsa da ancak aile efradına, akraba ve yakınlarına bulaşır. İçtimaî hayat ise bir milletin hayatı demek olup, milyonlarca fertleri içine alır. İçtimaî hayata hizmet edenler milyonlarca insana hizmet eder.” “İşte şu cümleden ben de kendi milletime ve dinime hizmet fikrini kabullenmiştim. 20–30 senedir her türlü belâya göğsümü gerdim, her meşakkate katlandım, otuz senedir “Milletî, Milletî” dedim. Demekteyim ve diyeceğim. Benim dinim İslâm, milletim de İslâm’dır. “Atamız İbrahim’in milleti (dini) olan İslâm’da size bir güçlük yüklemedi.” (Hac sûresi, 22/78) (1/32)
Bu yola girerken hiç kimsenin destek ve yardımını almadığını ifade eden seyyahımız: “Yeryüzünde seyahat edin!” (En’âm Sûresi, 6/11) ilâhi emrine uyarak uzun bir seyahate çıktım. Önümde bir giden, arkamda bir iten yok idi. Yalnız himmet kemerini bele bağlayarak tevekkül asâsını ele aldım. Yalnız i’lâ-yı Kelimetullah hâlis niyetiyle, Allah’ın ipine sarılma fikrini terviç ve takviye, mukaddes emeli uğruna çoluk çocuğumu ve mini mini ciğerparelerim olan masumlarımı Allah’a emanet ederek terk ettim. ‘Ya Allah’ diye yola çıktım. (1/32–3) sözleri ile sadece Allah rızasını umarak ve her şeyi göze alarak bu yola girdiğini ifade etmektedir.
Orta Asya’ya yapmış olduğu ilk kısa seyahatinde, seyyahımız, Türkistan Müslümanlarının kendilerine ait bir okullarının olmadığını, yerli Müslümanlar arasında Rusçayı bilenlerin bulunmadığını, misyonerlik korkusuyla da çocuklarını Rus mekteplerine de göndermedikleri için Türkistan Müslümanlarının cehalet deryasına düştüklerini ifade eder. Cehalete ahlâksızlık ve içki müptelâlığının yaygınlığı da eklenince “Türkistan milleti ölüme mahkûm bir millettir.” diyesi geldiğini esefle dile getirir. Türkistan’ın her beldesinde ufak ufak ilk mektepler ve eski zamanlardan kalma medreseler, seyyahımızı ümitlendirmiştir. (1/41)
Buhara’ya yaptığı ilk seyahatinde, aksiyonerimizin dikkatini buradaki medreselerin fazlalığı çeker. O, Buhara’da iki yüz civarında medrese ile buna bağlı birçok vakıf ve yirmi yedi bin de talebe olduğunu ifade eder. Eskiden mâlî durumu iyi olanların medrese inşa etmesi ve bu medreselerin ihtiyaçlarını karşılamak için vakıf kurmaları bir gelenek hâlini almıştı. Buna rağmen zamanla bu medreselerin eğitim sistemlerinin yozlaştıklarını da şu şekilde ifade eder: “…Öğretim usulü berbat, bir kitabın mukaddimesini beş senede tahsil ederler. Yirmi-otuz sene medrese odasında oturur, bütün ömrünü lisan tahsilinde geçirir. Tahsil sonunda iki kelime Arapça konuşamadığı gibi, bir satır da Arapça bir şey yazmaktan âcizdir. Bütün medreseler, bütün Buhara talebesi bu kapsamlı ümitsizlik hâline bakarak lisan-ı hâl ile feryat eder ki; “Bizim hücrelerimizde oturarak zayi etmiş ve etmekte olduğunuz ömürlerin hesabını kıyamet gününde vakıf sahipleri huzurunda nasıl vereceksiniz?” (s.46) Buna rağmen de genç müderrisler arasında gayretli kimselerin bulunduğunu ve bunların eski eğitim sisteminin kalitesini yakalama çabasında olduklarını da ifade eder.
Abdürreşid İbrahim, 1907 senesinin sonlarında Orta Asya’ya yaptığı kısa seyahatten sonra asıl uzun seyahatini yapmak üzere ailesinin de bulunduğu memleketi Tara’ya tekrar gelir. Üç haftalık bir süreden sonra ailesini de yanına alarak Kazan’a yerleşir. Ailesi için bir ev tutar ve onların ihtiyaçlarını da karşıladıktan sonra seyahat plânları yapar. Seyahat için gerekli yol masrafları için yeterli parası da olmadığı için dostlarından birinden yirmi ruble borç para alır. Ailesi bu uzun seyahatin mahiyetini tam olarak anlayamamıştır. Abdürreşid İbrahim’in ailesi ile vedalaşma ânı hazin bir tablodur. “Bir aralık oğlum Ahmed Münir güya bir şeyler hissetmiş gibi hazin ve ağlamaklı bir sesle ‘Babacığım!’ diye elindeki paraları vermek istedi. Gözleri yaşla dolmuştu. Benim de zaten gözlerim kararmıştı. Ne kadar para olduğunu da bilemedim. Dedim: ‘Oğlum, mâsume kardeşlerine bak…’ Başka bir söz demeye takatim kalmadı. Bir taraftan da iki masumelerim hiçbir zaman ağlamadıkları hâlde o gün bütün ağlamakta idiler.”
“Arabaya bineceğim zaman Kadriye’m: ‘Baba, dört ruble para lâzım.’ dedi. Yol için tedarik etmiş olduğum yirmi rubleden dört rublesini kızımın eline verdim. ‘Allah’a emanet olun!’ diyerek arabaya bindim. Kazan’dan ayrıldım. Nereye gideceğimi ve niçin gideceğimi düşünürdüm. Tekrar dönüp dönmeyeceğim de belli değildi.” (1/70-71)
Bu duygu ve düşüncelerle yola çıkan Abdürreşid İbrahim 1908 senesinin Eylül ayında, 2–3 yıl sürecek olan Orta Asya, Çin, Hindistan, Japonya, Hicaz ve İstanbul’da sona erecek olan seyahatine başlar.
Seyahatinin ilk durağı olan Ufa’ya giden gemi içinde karşılaştığı bir imam ile yaptıkları sohbet o dönemin yapısı ve bazı problemleri ile ilgili ilginç bilgiler ihtiva etmektedir. O imam, “Ulemaya itibar azaldı. Millet içinde ahlâksızlık çoğaldı.” şeklindeki sözler ile içinde bulunduğu durumlardan serzenişte bulununca, Abdürreşid İbrahim de buna karşılık ulema sınıfının toplumun nazarında değer görmemesini ulemanın üzerine düşen vazifeleri tam olarak yapmamasına bağlar ve zenginlerin talebe okutmak üzere kendilerine verdikleri zekât, öşür ve sadakayı ulemanın yerli yerinde harcamadığını ifade ederek sözlerine şöyle devam eder: “Ulemada makam sevgisi, baş olma arzusu dinî hizmetin önüne geçti. Ulema, elinde olan nimeti takdir edemedi. Gaflet içinde yuvarlandı. Cahil çocuklarını kendi yerlerine bırakmaya çalıştılar. Cahil çocuklar sarık cübbe ile âlim babalarının makamına vâris oldular. İlim ve marifetten habersiz adamlar imam oldular. İmamet, hitabet makamları miras oldu. Cahillere miras yoluyla geçti. Halkın haberi olmayarak fırsatlar elden gitti…” Bu sözleri dinleyen imam efendi de Abdürreşid İbrahim’e hak vererek kendisini irşad ettiğini ifade eder. Abdürreşid İbrahim’in bu sözleri bölgede bulunan pek çok ilim yuvasının kapanma sebeplerini, ilim erbabının itibar kaybının nedenlerini açıkça dile getirdiğine şahit olmaktayız. Öteden beri Orta Asya’da çokça medresenin varlığı bilinmekteydi. Medreselerin yozlaşması sonucunda da bölgenin giderek aslî değerlerinden uzaklaştığı da bilinmektedir.
Seyyahımız kitabında, Sibirya’nın Irkutsk şehrinde yaşayan hamiyetperver, hayırsever ve ilim aşığı iki tüccar kardeşten -Şeyhullah ve Zahidullah Efendilerden- bahseder. Aslen Kazan vilâyetinden olan bu iki kardeşten Sibirya’ya yerleşen Şeyhullah Efendi tanınmış tüccarlardandır. Zahidullah Efendi de kendi vatanında benzer hayır faaliyetleri yapan gayretli bir kişidir. Seyyahımız Sibirya’da Şeyhullah Efendi’nin evinde misafir olur. Şeyhullah Efendi Sibirya’da kardeşi Zahidullah Efendi de kendi memleketinde, vatan evlâtlarına ve İslâm dinine hizmeti gaye edinmişlerdi. Her ikisi de ikamet ettikleri yerlerde okulların açılması, camilerin yapılması için servetlerini harcamış kimseler olarak bilinirlerdi. Her türlü hayır faaliyetlerinin içinde olan, özellikle yetim ve öksüzlere yönelik hayır faaliyetlerinden dolayı Şeyhullah Efendi bütün Sibirya’da tanınır olmuştur. Sibirya’daki Tatarlar hizmetlerinden dolayı bu senelerde doğan çocuklarına Şeyhullah Efendi’nin ismini sıklıkla vermişlerdir. Şeyhullah Efendi’nin yardımları sadece Tatarlara münhasır kalmamıştır; Ruslar, Yahudiler, Buryatlar, Yakutların hepsi hizmetlerinden dolayı Şeyhullah Efendiye çok saygı gösterilerdi (1/142). Abdürreşid İbrahim Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın açıldığını aynı gün telgrafla öğrenen Sibiryalı bütün Müslümanların bir araya gelerek sevinçlerini dile getiren konuşmalar yaptığını ve bu sevincin kelimelerle anlatılmayacak derecede büyük olduğunu da ifade eder. Bu olay, Orta Asya milletlerinin Osmanlı devletine ciddi alâka beslediklerini de göstermektedir (1/151–2).
Abdürreşid İbrahim Sibirya üzerinden Moğolistan-Mançurya’ya; buradan da gemi ile Japonya’ya geçer. Eserinin büyük bir kısmında Japonya’daki izlenimlerine yer verilmiştir. Eserinde sıklıkla Japon milletine hayranlığını dile getirir. Japonya’ya hayranlığı onun hayatının son dönemlerini bu ülkede geçirmesine vesile olmuştur. Japonya’da İslâmiyet’in tanınmasında onun birçok emeği vardır.
Abdürreşid İbrahim’in bu çileli uzun yolculuğundaki deneyim ve gözlemlerinin ayrıntılarını “Âlem-i İslâm” adlı kitabına ve Mehmed Akif’in Safahat’ındaki “Süleymaniyye Kürsüsünde” adlı şiirine havale ederek, bu seyahatten birkaç anekdotla iktifa ediyoruz.
Abdürreşid İbrahim uzun seyahati akabinde 1911’de İtalyan’ların Trablusgarp’ı işgal etmeleri üzerine Büyük Sahra’yı aşarak oraya gider ve cephelerde bizzat çalışır. Halkı işgalcilere karşı harekete geçirmek için cihad fetvası dağıtarak faaliyetlerini burada da devam ettirir. (1911–1912). Abdürreşid İbrahim 1912 senesinde Osmanlı vatandaşlığına kabul edilir. Trablusgarp’tan döndükten sonra, Kuzey Afrika’daki müşahedelerini, Sırât-ı Müstkakîm’de yayımlayarak, vaaz ve konferanslarla halkı aydınlatmaya çalışır. Sarıkamış’ın Ruslar tarafından işgali üzerine Sarıkamış’a da gider (1915). Yine bu yıllarda İstanbul’da kurulan Rusya Müslüman Türk Kavimlerini Himaye Cemiyeti üyesi olarak da çalışır. Cemiyet üyeleri ile birlikte çeşitli Avrupa ülkelerini ziyaret ederek Rusya’da yaşayan Türk topluluklarının dertlerini ve uğradıkları baskıları dile getirir. İstanbul’a tekrar dönen Abdürreşid İbrahim 1922–1923 yıllarında Rusya’da, 1930’da Kahire’de, 1930–1931 yıllarında da Mekke’de bulunur. 1934’te ailesiyle birlikte Japonya’ya giderek oraya yerleşir ve ölümüne kadar İslâmiyet’in burada yayılması için çalışır. Tokyo’da bir cami inşa ettirilmesine ön ayak olur ve bu caminin imamlığını yapar. Abdürreşid İbrahim, Japonya’da İslâm dininin resmen tanınmasını sağlamıştır (1939). 17 Ağustos 1944 günü Tokyo’da vefat eder. Ölümü Japon radyosu ile ilân edilerek cenazeye katılmak isteyenlerin gelmesi için dört gün beklenir, daha sonra büyük bir törenle aynı yerde defnedilir.
Bütün bunlar göstermektedir ki Abdürreşid İbrahim, hayatının her döneminde, Müslüman topluluklarının bulundukları beldelere giderek onların içinde bulundukları durumları gözlemlemiş ve onların problemlerine çareler aramıştır. Bunu yaparken de her türlü meşakkat ve sıkıntıya göğüs germiştir. Abdürreşid İbrahim, özellikle Rusya’da yaşayan Müslüman topluluklarının -genelde ise nerede sıkıntı içerisinde olan Müslüman bir topluluk varsa- yardımlarına koşmuş ve onların dertlerine bir nebze olsun derman olmaya çalışmış bir aksiyon insanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kaynak: Yeni Ümit dergisi – Sayı:82/ Makale: Kamil Yazar
Kaynakça
Abrurreşid İbrahim, 20. Asrın Başlarında İslâm Dünyası ve Japonya’da İslâmiyet,(Âlem-i İslâm) Hazırlayan Mehmet Paksu, İstanbul 1987.
Abrurreşid İbrahim, 20. Asrın Başlarında İslâm Dünyası Çin ve Hindistan’da İslamiyet, (Âlem-i İslâm) Yeni Asya yayınları, Hazırlayan Mehmet Paksu, İstanbul 1987.
Ersoy, Mehmed Âkif, Safahât, Neşre Hazırlayan Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 1987.
Uzun, Mustafa, “Abdürreşid İbrahim”, DİA, İstanbul 1988, I/295-7.
Okur, Salih, Önderlerimiz, “Abdürreşid İbrahim 1,2,3.”, www.cevaplar.org
Abdürreşid İbrahim, Âlem-i İslâm, 2 cilt, Hazırlayan: Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, İstanbul 2003.
Türkoğlu, İsmail, Abdürreşid İbrahim, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997.