Goya Kimdir?

Biyografi
Goya (1746 – 1828) İspanya, 16. yüzyıldan itibaren sanat tarihine önemli isimler sunmuş bir ülkedir. El Greco’nun sanatçı kimliği ve üretimi bu ülkede yoğunlaşmıştır; Zurbaran, Murillo, Ri...
EMOJİLE

Goya (1746 – 1828)

İspanya, 16. yüzyıldan itibaren sanat tarihine önemli isimler sunmuş bir ülkedir. El Greco’nun sanatçı kimliği ve üretimi bu ülkede yoğunlaşmıştır; Zurbaran, Murillo, Ribera ve Velazquez gibi barok dönem sanatçıları bu toprakların çocuklarıdır ve daha da ötesi Goya, insanlık tarihinin en çarpıcı değişim dönemlerinden birine tanıklık etmiş ve bu tanıklıkları fırtınalı iç dünyasından en dolaysız şekilde yansıtarak kendine özgü bir resim dili yaratmış olan bu sıradışı ressam, burada doğmuştur.

Goya, kalıpları sorgulayan sanatı ve sanatçı tavrı ile yurttaşı olan ve modern sanatın öncü isimleri arasında yer alan Picasso, Dali, Miro gibi büyük ustaların da habercisi olma niteliğini taşımaktadır.
Goya’nın sanatının biçimlenmesinde hem yaşadığı dönem hem de coğrafya son derece önemli bir rol oynamıştır. 1746 yılında, İspanya’nın Fransa sınırına 75 mil uzaklıkta olan Saragosa kenti yakınındaki Aragon’da dünyaya gelmiştir. Babası bir kuyumcu, annesi ise bir küçük soyludur. Doğduğu yerin Aydınlanma dönemi Fransa’sına yakınlığı ve ailesinde toplumun hem zanaatkar hem de soylu kesiminin izlerinin bulunması, onun sanatının genel karakterini yansıtan başlıca unsurların ipuçlarını vermektedir.

Gençliğinde, barok tarzda resimler üreten ve bu bölgenin en tanınmış ressamlarından biri olan Martinez’in yanında çıraklık yapmıştır. Daha sonra, 1763 yılında San Fernando Akademisi’ne girmek üzere Madrit’e gelmiş, Akademiye girememiş ancak saray ressamı Bayeau ile tanışmıştır. Bu dönemde Madrit’te Anton Raphaél Mengs ve Giambattista Tiepolo gibi farklı sanat anlayışlarına sahip iki ressamı tanıma imkanı da bulmuştur. Her ikisinden de etkilenmiştir. Ancak onu daha fazla etkileyen isim, oğul Domenico Tiepolo olmuştur ve onun insanı ve davranışlarını konu edinen resimlerinin izleri Goya’nın sanatında belirgin bir şekilde takip edilebilmektedir.

1770 yılında, bir yıldan biraz daha fazla bir süre kaldığı İtalya’ya gitmiş ve buradaki ikameti sırasında klasik heykeller ile Domenichino ve Reni gibi İtalyan barok dönem ressamlardan çalışmalar yapmıştır. 1771’de Saragosa’ya dönen Goya, burada bazı yerel kilise siparişleri üzerinde çalışarak 1774’e kadar kalmıştır. Bu sırada saray ressamı Bayeau’nun kızkardeşi ile evlenmiş ve onun aracılığıyla Madrit’e giderek Kraliyet Duvar Halısı Fabrikasını yöneten Alman neo- klasik ressam Mengs’in yanında çalışmaya başlamıştır. Bundan sonraki 20 yıl boyunca halılar için taslaklar hazırlamak üzere çok sayıda sipariş almıştır. Erken halı taslakları, Domenico Tiepolo’nun dekoratif gerçekçiliğinin etkilerini yansıtmaktadır.

Goya bir yandan halı taslakları hazırlarken diğer yandan yaptığı saray çevresinden kişilere ait portrelerle bir portre ressamı olarak ün yapmış ve bazı dini konulu resimler üretmiştir. Bu döneme ait Floridablanca Kontu (1783) ve Prens Don Luis ve Ailesi (1784) gibi örnekler; cesur ve yenilikçi tarzları, dramatik chiaroscuro kullanımları ve resmiyetten uzak havaları ile dikkat çekmektedirler. Bu çalışmalar, aynı zamanda Velazquez’in etkilerini de yansıtmaktadırlar.

Goya’nın saray ve kilise için yaptığı çalışmalar, nihayet 1786 yılında Pintor del Rey yani Kralın Ressamı olarak görevlendirilmesi sonucunu beraberinde getirmiştir. Kralın Ressamı olarak gerçekleştirdiği erken çalışmalardan birisi Osuna Dükü ve Ailesi (1788) adlı resimdir. Dük, bir sanat ve bilim koruyucusu, İspanya Kraliyet Akademisi üyesi ve Madrit’in en tanınmış sanat çevrelerinin ve entelektüel kişiliklerinin katıldığı tertulia adı verilen salonun cömert ev sahibidir. Belirsiz bir mekanın önünde yer alan figür grubu, resmiyetten uzak bir yaklaşım içerisinde ele alınmıştır. Aile büyükleri ve çocuklar arasındaki yakın bağ, ailenin Fransa ve İsviçre’de gelişen yeni pedagojik idealleri savunduklarını kanıtlamaktadır. Osuna’nın kütüphanesinde Rousseau, Voltaire ve Fransız ansiklopedistleri ile Ramon de la Cruz ve Leandro Fernandez Moratin gibi İspanyol yazarların eserleri bulunmaktadır.

1789 Fransız Devrimi’nin akisleri ve saray çevresindeki bu tür aydınlanmacı kişilerle geliştirdiği ilişkiler, Goya’nın giderek daha liberal bir tavrı benimsemesine ve Aydınlanma düşüncesi ile gelişen toplumsal, psikolojik ve zihinsel kavramlarla yakından ilgilenmesine kaynaklık etmiştir.
Bu sırada kariyeri hızlı bir yükseliş içerisindedir. Çok fazla sipariş almaktadır, Nisan 1789’da IV. Carlos tarafından Pintor de Camara, yani Saray Ressamı olarak atanmıştır ve Avrupa’nın en ilerici sanat akademilerinden olan San Carlos Güzel Sanatlar Akademisi’ne seçilmiştir.

Bir yandan sarayla bağlantılı bir ressam olan Goya, diğer yandan Aydınlanma’nın savunduğu eşitlik, özgürlük gibi kavramlarla yüzleşmekte ve bununla bağlantılı olarak İspanyol halkının farklı kesimlerine ilgi duymaktadır. Bu sırada İspanya, siyasi olarak Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin gücünden uzaktadır ve ticari ve tarımsal reformları gerçekleştiremediğinden toplumsal dengeler oldukça hassastır.
1793 yılı başlarında Fransa- İspanya Savaşı başlamıştır. Bundan sonraki 30 yıl boyunca İspanya; devrim, savaşlar ve sivil savaşlar, askeri darbeler ve toplumsal ayaklanmalar yaşamıştır. Aydınlanma ve geleneksel kültür arasındaki çatışma, aristokrat- burjuva ve popüler sınıflar arasında ulusal kimlik ve İspanyolluk üzerine süren ideolojik tartışma ve Fransız Devrimi’nin neden olduğu karışıklıklar, İspanya’da halkın yaşamından çıkan yeni kültürel atmosferi körüklemiş gözükmektedir.

Fransa ile savaşın öncesi ve sonrasını kapsayan otuz yıl içinde popüler İspanyol kültüründe önemli bir canlanma olmuş, hayaletler ve ruhlara temellenen duende tiyatrosu, canavarlar ve grotesk unsurlar ile haydutlar ve boğa güreşçilerine dair efsaneler önem kazanmaya başlamıştır. Bu sırada çalışan sınıfın aristokratları olan maja ve majo, farklı tarzları ve kıyafetleriyle İspanyol toplumun her kesimi tarafından kısa sürede taklit edilmiştir. Kısa bir süre sonra İspanya’nın maja ve majo’su barikatlar kurup gerilla savaşlarını sürdürecek ya da yeni demokratik karakter uğruna gürültü koparacaklardır. Bu bir giyim modası ve yaşam tarzıdır belki ama, politik bağları ne kadar aykırı da olsa, halkın tek bir amaç için birlikte hareket etmek üzere organize olmasına yardımcı olmuştur.

İspanya’nın siyasi ve kültürel tarihindeki bu gelişmeler, Goya’yı yakından ilgilendirecektir. Bu sırada sanatçının kişisel tarihinde de bir takım önemli gelişmeler söz konusudur. 1792- 1793 arasında büyük ölçüde sağır olmasına neden olan ağır bir hastalık geçirmiştir. İyileşme sürecinde çok sayıda çizimler üretmiş ve daha sonra bunları baskıya dönüştürmüştür. Ocak 1794’de bakır üzerine basılmış 11 küçük resimden oluşan bir seriyi bitirmek üzeredir. Aralarında Avluda Deliler’in de bulunduğu bu seriyle tanımlanan çalışmalar, Goya’nın sanatında köklü bir değişimi işaret etmektedir. Karanlık, dramatik ve bazen ürkütücü bir imgelem gücü Goya’nın sanatına egemen olmuştur.

1799 yılında tamamladığı bir dizi baskı resimden oluşan Los Capriccios’da Goya, yaşadığı dönemin İspanya’sındaki açgözlülük, ahlaksızlık ve batıniliği ele almıştır. Hem alegorik hem de edebi kaynaklı figürlerle tanımlanan bu resimlerde, yarı gerçek ve yarı doğa üstü bir anlatım görülmektedir. Los Capriccios’da Goya’nın ilgisi artık İspanyol aristokrasisi değil, halktır (pueblo). Bundan sonra sanatındaki başlıca tema pueblo olacaktır.

1790’lı yıllar sona erip, yeni yüzyıla girildiğinde Goya artan bir sıklıkla halkı, popüler İspanyol kültürünün grotesk ve sıradışı figürlerini, duendeleri, cadı ve canavarları ve maja ve majo’yu sunmaya başlamıştır. Goya, kalıtımsal asaleti maja ve majo’nun görünümünde betimlemeyi tercih etmiştir. Sevgilisi Alba düşesi, çıplak ve giyinik maja resimlerindeki kimliği bilinmeyen model ve hatta Şal Giymiş Kraliçe Maria Luisa resminde kraliçenin kendisi, Goya’nın bu yaklaşımından nasibini almışlardır.

Goya, bu sırada portre ressamlığına da devam etmektedir, ancak 1801’de Kral V. Carlos ve Ailesi adlı resmi tamamladıktan sonra, portreye duyulan hoşnutsuzluktan dolayı sarayla arasındaki ilişkilerde soğukluk başlamıştır. Sanat kariyerinin başlangıcından itibaren sürdürdüğü resmiyetten uzak yaklaşımı, bu kez karikatürize edilmiş portreler barındıran bir anlatıma yerini bırakmıştır. İspanyol barok dönem ressamı Velazquez’in Nedimeler’ine göndermeler içeren bu resim, çoktandır entelektüel ilgisini pueblo’ya yöneltmiş olan Goya’nın saraydan ve aristokratik beğeniden kopuşunu simgelemektedir.

1808 yılında Fransa ordularının İspanya’ya girmesi ve tahta Napoleon’un kardeşi Joseph Bonaparte’ın geçmesiyle birlikte, halk Fransız istilacılara karşı ayaklanmış ve 2- 3 Mayıs’ta başlayan ayaklanmalar Joseph Bonaparte tahttan çekilinceye ve İspanya özgürlüğünü kazanıncaya kadar altı yıl boyunca sürmüş ve kanlı olaylara sahne olmuştur.

3 Mayıs 1808, Goya’nın tanık olduğu olayların bir sunumu niteliğini taşımaktadır. 1814 yılında yapılmış olan resimde, Madrit’in dışındaki Pirincipe Pio tepesinde kurşuna dizilen İspanyol ayaklanmacılar anlatılmaktadır. Resim, İspanyol direnişçilerin cesaret ve acılarını ölümsüzleştirmeyi amaçladığı kadar, insanlığın kanlı tarihinin de bir belgesi olma özelliğine sahiptir.

Savaşa dair tanıklıkların yansıması olan bir diğer çalışması ise Savaşın Felaketleri adlı 82 levhalık bir gravür dizisidir. Bu dizi üç grup altında incelenebilir: Savaşın korkunç olayları ve kurbanları; açlık ve ölüm; kabuslar, canavarlar ve grotesk unsurlar..

1819’da geçirdiği ciddi bir rahatsızlıktan sonra, Madrit dışında halk arasında La Quinta del Sordo olarak bilinen malikanesine çekilmiş olan Goya, burada evinin iki salonunun duvarlarına 14 sahneden oluşan Kara Resimler’i yapmıştır. Sahneler genellikle koyu renk bir zemin üzerine işlenmişlerdir. Bunlar arasına en tanınmış sahne Çocuklarını Yiyen Satürn adlı resimdir:

“…karanlıklar içindeki yaşlı tanrı kendi öz oğlunu yemektedir çünkü çocuklarından birinin onu devirip yerine geçeceğinden korkmaktadır. O insanı kendi kendisinin en büyük düşmanı yapan herşeyin, sadece kötülüklerin ve zulmün değil ama aynı zamanda cehalet, şüphe, korku, hırs ve zayıflık gibi niteliklerin de özümsenmesidir.”

Yaşamının son döneminde daha önce denemediği bir teknik olan litografi üzerine çalışmalar da yapmıştır. Bu dönemde ilerlemiş yaşına karşın, ülkesindeki baskı rejimine dayanamayarak 1825 yılında Fransa’ya gitmiş ve burada kısmen huzur içinde geçirdiği üç yılın ardından hayata veda etmiştir.