Dünya sinemasının en büyük yönetmenlerinden biri olduğu herkes tarafından kabul edilen Alfred Hitchcock kimdir? Alfred Hitchcock’un hayatı ve filmleri… İşte Alfred Hitchcock’un biyografisi…
Alfred Hitchcock, özellikle profilden görünüşüyle tanınan ve adı “Hitchcockvari” sözcüğüyle sözlüklere geçen birkaç yönetmenden biridir.Dünya sinemasının en büyük yönetmenlerinden biri olduğu herkesçe kabul edilen Hitchcock’un filmleri, hem somutlaştırdığı hem de gizlediği gerilimler ve dönüm noktaları yüzünden önem kazanır.Elli yıllık dönem boyunca hem sessiz hem de sesli sinemada, üç ülkede sayısız stüdyo için ve bağımsız çalışmış olmasına rağmen filmleri en aykırı estetik eğilimleri içinde barındırır, birbirinden farklı pek çok eleştirel yorum imkanı veren olağanüstü bir bütünlük sergiler.
1899’da Londra’nın doğu yakasında doğan Hitchcock, 1920’de İngiliz film stüdyolarında set tasarımcısı olarak çalışmaya başladı, ardından yazar, yardımcı yönetmen ve sonunda yönetmen oldu.Ama Hitchcock’un çalışmalarını tek başına bu çerçeve içinde anlatmak, diğer ulusal sinemaların onun üzerindeki etkisini açıklamaya yetmez.Paramount’un İngiliz birimi için yaptığı ilk filminde Hitchcock, daha ABD’ye ayak basmadan Amerikan stüdyo yöntemlerini kullanmaya başlamıştı.Londra’da görmüş olduğu Sovyet sinemasını montaj tekniğinden, Murnau, Lang ve ilk filmlerinden bazılarını Almanya’da çektiği için dışavurumcu Alman filmlerinden etkilenmişti.
Hitchcock’un adı, hızla gerilim filmlerinin yanı sıra mesleki başarının ve ihtişamın bir işareti olarak da görülmeye başlandı.Kiracı (1926) gibi ilk dönem filmlerinde bile Hitchcock, kendi imzasını oluşturacak değişik özellikleri birleştiriyordu: Piktorel ışık ve gölge düzenlemesi, Alman sessiz sinemasını anımsatan karmaşık kamera hareketleri, Sovyet sinemasının metaforik kurgusu ve Amerikan sinemasından geliştirilen gergin almaşık kurgu bunlar bunlar arasında sayılabilir.Ayrıca Hitchcock, haksız yere suçlanan bir adamın adını temize çıkarmaya çalıştığı “yanlış adam” öyküsü gibi farklı örgüler ile sınırlı bilgi ve bakış noktasına dayalı kurgulama yoluyla izleyici özdeşleşmesine yönelik dikkatli bir kontrolde geliştirmişti.Sese geçişle birlikte sessizlikte olduğu gibi, ses ve müziğin yenilikçi kullanımlarını araştırdı.Sese geçildiği sırada çekilmekte olan Şantaj’da (1929) sese uyum sağlamak için yaptığı değişiklikler birçok akranından farklı olarak yeni teknolojinin dramatik potansiyelini anladığını gösterir.39 Basamak (1935), Bir Kadın Kayboldu (1938) ve Çok Şey Bilen Adam (1934) gibi en ünlü İngiliz yapımları onun oldukça karmaşık ve etkili casus gerilim filmleriydi; aynı zamanda popüler melodramlar, romantik, komik ve tarihsel filmler de yaptı.
Yapımcı David O. Selznick’in isteğiyle Rebecca’yı çekmek için 1939’da Hollywood’a gelen Hitchcock, sadece Selznick için değil Walter Wanger, RKO, Universal ve 20th Century-Fox için de çalışarak stüdyo sistemiyle karmaşık bir ilişki başlattı.Hitchcock stüdyoların belirlenmiş örgütlü yapısına bağımlıydı, ama yapımcıların müdahalelerini dizginlemeyi başarıyordu.En büyük müdahale bütün yapımlardan bizzat sorumlu olduğunu düşünen Selznick’ten geldi.Sonuçta ortaya çıkan çatışma, birlikte yaptıkları filmleri hem zenginleştirmiş hem de kösteklemiştir.Hitchcock, filmlerin kendi düşüncesi dışında kurgulanmasını neredeyse olanaksızlaştırarak sadece zorunlu olanı çektiği kendine özgü “kamerada kurgulama” sistemiyle stüdyo sistemi içinde çalışmaya zaten adapte olmuştu.
Yine de stüdyo sistemine uyum sağlaması çok kolay olmadı ve sürekli olarak bu sistemden bağımsız kalmaya çalıştı.Selznick için yaptığı birkaç filmin ardından bazı bağımsız atılımlara girişti.Bunların ilki İp (1948) ticari açıdan riskli, estetik ve teknik açıdan on dakika süren çekimleriyle tutku doluydu.Sonuç olarak çok az kâr sağladı.Warner Bros. İçin Trendeki Yabancılar (1951) da dahil dört film yapmasının ardından Paramount için beş film yaptı.Bunların arasında popülerlik başarısını yakalayanlar Hırsızı Yakalamak (1954), daha önce 1934’te Britanya’da filme alınan Çok Şey Bilen Adam’ın 1955 tarihli yeniden yapımı ve Hitchcock evrenini belki de en açık biçimde özetleyen Arka Pencere (1954) ve Vertigo’ydu (1958).Hitchcock, akıllıca davranarak bu filmlerin tüm haklarını satın aldı.
Hitchcock’un kendi filmlerindeki küçük rollerde görünmesiyle pekişen ünü ve popülerliği, ona televizyon ve tanıtım dünyasında eşsiz bir çeşitlilik yaratma şansı sağladı.1955-1965 yılları arasında bir düzine bölümünün yönetmenliğinin yanı sıra ilkin ‘Alfred Hitchcock Sunar’ ve sonrasında ‘Alfred Hitchcock Saati’nin süpervizörlüğünü soğuk bir biçimde yaptı.Ayrıca, gizemli korku öykülerinin yer aldığı bir dergide adının kullanılmasına izin verdi.Bu tehlikeli girişimler, kazancını ve efsanevi konumunu güçlendirdi.
MGM için yapılan Kuzey Kuzeybatı’nın olağanüstü başarısının ardından Hitchcock, beklenmedik bir doğrultuya yöneldi.Çekim çizelgesini ve siyah-beyaz fotografisini televizyondan, tüyler ürpertici konusunu ucuz korku filmlerinden ödünç alan Sapık (1960), endüstrinin bu az ilgi gören köşesinin etkisinin arttığını gösteriyordu.Aynı zamanda muhteşem montajı, uzun süre seyyar kamera çekimlerini karıştırması ve izleyici özdeşleşmesindeki dramatik kayışlarıyla Sapık, Hitchcock’un uzun zamandır geliştirdiği tekniklerin izlerini taşımaktaydı.Paramount’la yaptığı sözleşme, brüt gişe geliriyle, Hitchcock’a saptanan miktarın daha üzerinde bir kazanç sağladı.Söylenenlere göre bu anlaşma ‘Sapık’ için 20 milyon dolar kâr sağladı.
Sapık ile birlikte Hitchcock’un filmleri giderek daha fazla tedirgin edici ve tuhaf bir havaya büründü.Kuzey Kuzeybatı’nın sonunda Bay ve Bayan Roger Thornhill’i taşıyan trenin bir tünele girişi gerdeği ima eden görsel bir şaka olarak anlaşılmıştı.Ama bu, neredeyse bir Hitchcock filminde rastlanan son mutlu evliliktir.Sapık, bir otel odasında akşam yemeği saatinde yasak bir aşk ilişkisiyle başlar.Hitchcock’un daha önceki romantik maceralarının anlatı hareketi, yerini cinsel ya da romantik mutluluğun olanaksızlığına bırakır.Sonraki filmlerinde kadına yönelik şiddet artar ve Hitchcock’un anlatı ve kamera bakımından kadın karakterlerini kontrol etme, soruşturma hareketsizleştirme eğilimi bunaltıcı hale gelir.Kuşlar (1963) ve Marnie(1964) kabul görse de şüpheyle karşılanmıştır.Sonraki filmleri daha da kötüydü ve Hitchcock, sinema izleyicisinin gözündeki popülerliği bir daha asla tekrar kazanamadı.
Hitchcock’un eserleri, 1930’ların başında sesi yaratıcı bir biçimde kullanmasının ardından, yeni film kuramlarının gelişiminde basamak işlevi gördüler.Bir ‘auteur’ oluşu, yönetmenin bütünlüğünün tematik, görsel ve yapısal birliğini savunan Cahiers du cinéma’nın Fransız eleştirmenleri için önemliydi.Claude Cabrol ile Eric Rohmer kitaplarında, Hitchcock’un Katolikliğinin “yanlış adam” temasındaki suç ile masumiyetin yakınlığına uygun düştüğünü vurguluyorlardı.François Truffaut’nun Alfred Hitchcock ile yaptığı ve neredeyse bir kitap kadar uzun söyleşisi, Hitchcock’un kendi eserleri hakkındaki yorumunu kutsallaştırdı; Peter Bogdanovich ve Robin Wood’unki gibi incelemeler, perspektifin İngiltere ve Amerika’ya girmesine yardımcı oldu.
Sonraki eleştirel çözümlemelerde Hitchcock’un filmleri yapısalcı, psikanalitik ve daha yakın zamanlarda da feminist teoriler için bir tartışma alanı olarak görüldü.Hitchcock’un filmlerinin, yakın çözümleme tekniklerine uygunluğuyla ilgili Raymond Bellor’un Kuşlar’dan bir sahneyi konu alan ve 1969’da yayınlanan bir incelemesiyle öncülük ettiği, olası her tür yöntembilim için bir kanıtlama zemini oldu.Öte yandan Hitchcock’un kendini tanıtma teknikleri ve Selznick’le ilişkileri üzerine son zamanlarda yapılan tarihsel çalışmalar, kuramcıların onun filmlerinden ve filmleriyle ilgili yorumlarından yola çıkarak bu filmleri soyut bir ilke veya sistemin cisimleşmesi olarak görme eğilimlerine rağmen Hitchcock’un tarihsel bir bağlama yerleştirilmesine yardımcı oldu.
Aslında Hitchcock’un çalışmalarını bu kadar değişik yoruma açık hale getiren başarısı daha çok teknik, anlatı ve yapının bütünlüklü oluşunda yatıyor görünmektedir.Kısmen de olsa karakter ve izleyici bilgisi üzerine karmaşık bir düşünceyle her boyutun bilinçli bir şekilde diğerini kucakladığı matematiksel bir kavrayış arılığından söz edilebilir.Filmlerinde suç ile masumiyet sürekli karşı karşıya getirilse de Hitchcock, suçların yaratıcısının aslında filmleri olduğu konusunda bizi kuşkuda bırakmaz.Bu filmler, suçun yaratıcısı gizlendiği için değil aynı anda hem derinden kusurlu hem de kesinlikle kusursuz bir parlaklıkla ışığa tutuldukları için kusursuz bir suç gibi dururlar.
Kaynak: Dünya Sinema Tarihi-Geoffrey Nowell Smith
ALFRED HİTCHCOCK’UN FİLMLERİ :
Kiracı (1926)
Şantaj (1929)
Çok Şey Bilen Adam (1934)
39 Basamak (1935)
Bir Kadın Kayboldu (1938)
Rebecca (1940)
Aşktan da Üstün (1946)
İp (1948)
Trendeki Yabancılar (1951)
Arka Pencere (1954)
Çok Şey Bilen Adam (1955)
Vertigo (1958)
Kuzey Kuzeybatı (1959)
Sapık (1960)
Kuşlar (1963)
Marnie (1964) Frenzy (1972)