Bir Çile Şairi: Necip Fazıl

Biyografi
Haber: Selim Sebilci Üzerinde durula durula, tekrar tekrar okunması, irdelenmesi gereken bir edebiyatçıdır Necip Fazıl. Bir zamanların gamsız, hovarda ve çakırkeyif şairi bir dönüşüm geçirir ve Amerik...
EMOJİLE

Haber: Selim Sebilci

Üzerinde durula durula, tekrar tekrar okunması, irdelenmesi gereken bir edebiyatçıdır Necip Fazıl. Bir zamanların gamsız, hovarda ve çakırkeyif şairi bir dönüşüm geçirir ve Amerika’da bile suç işlense sahiplenecek yufka yürekli, çile mirasçısı bir insan haline gelir. “30 yıl saatim işlemiş ben durmuşum.” diyen şair adeta uçurumun dibinden, imanı sayesinde zirvelere pervaz etmiş, imanın diriltici tadını iliklerine kadar yaşamıştır. Özellikle “Bir Adam Yaratmak” ve “Reis Bey” adlı eserlerinde kendi hayatından kesintiler sunmasından anlıyoruz ki şair her zaman uçlarda ve zirvelerde yaşamış, gel-gitler sonucu sükunete ermiş ve sadece asrının değil Türk Edebiyatının en büyük üstatlarından olmuştur. 12 yaşındayken annesinin vasiyeti üzerine şair olmaya karar veren bu dev sanatçı edebiyatın hemen her alanında verdiği 100’den fazla eseriyle tarihteki şanlı yerini almıştır.

KONAKTA GEÇEN BİR ÇOCUKLUK
1904’te İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Dulkadiroğulları’na bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur. Babası hukuk mezunu, savcılık ve hâkimlik yapmış, gayet enteresan bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey; annesi, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin bir Müslüman-Türk kadını Mediha Hanımdır. İşte Necip Fazıl’ın eserlerinde görülen zıt karakterleri sanırım ebeveyninden aldığını söylemek pek yanlış olmasa gerek. Hem babası hem de kendisi tek çocuktu. Amcası, halası ve kardeşleri olmadı. İlk dinî terbiyesini, dedesi Mehmet Hilmi Efendi’den aldı. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıklarla boğuştuğu çocukluk yıllarını, büyükbabasına ait Konak’ta geçirdi. 6 yaşında iken onu bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, Vali kızı büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu.

Acar ruhundaki fırtınaları dindirmek için çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan kolejinin ardından "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği " Bahriye-i Şahâne"ye en titiz muayeneler neticesinde alındı. İlk şiir talimleri orada başladı. 17 yaşında, o günkü adıyla " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi"ne girdi. Yeni Mecmua adlı dergide ilk şiirleri yayınlandı. 20 yaşında, Maarif Vekâletinin açtığı imtihandaki başarısıyla Paris’e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında hayal yakıcı bir tablo çizdi. 1925’te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı.

O yıllarda Bankacılık gözde meslekti. Osmanlı ve İş Bankası’nda çalıştı. Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandı. O yıl onun şiir anlayışının herkesçe takdir gördüğü bir yıldı. Bütün eser mevcudu 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti. Askerliği bittikten sonra Ankara’ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi’nin çıkışından sonra artık şöhretinin zirvesindeydi.

YENİLİKÇİ VE GİZEMLİYDİ
Fikirde ruha önem veren, daima yenilikçi, sezişçi ve gizemliydi. 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve buhranlara rağmen ana yörüngesini hiç kaybetmedi. Otobiyografisinde anlattığı şekliyle “ Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini…"

1934’de bir akşam, bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî‘nin adresini verdi. İlk görüşmede şoke oldu ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat’ın eteklerine yapıştı. Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. 1936’da 16 sayı sürdürdüğü "Ağaç" Mecmuası, dönemin en meşhur entelektüellerini çatısı altında toplamayı başarmıştı. Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini bitirdi. Eser İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve müthiş bir ilgi gördü.

1938’de Ulus Gazetesi yeni bir milli marş için yarışma düzenledi. Özel olarak yapılan teklifi; "müsabaka"dan vazgeçilmesi şartının kabulü üzerine benimsedi ve "Büyük Doğu Marşı"nı yazdı.
Basının ünlü yazarlarının aksine, 2. Dünya Savaşı’nı haber verdi. Hâdiseleri önceden haber veren tahlilleri karşısında muhalifleri ancak şöyle diyebildi: " Bu adam ne derse çıkıyor.!"
Bakan Hasan Âli Yücel tarafından Güzel Sanatlar Akademisi’ne atandı. Ayrıca Robert Kolej’in son sınıflarında Edebiyat Hocalığı yaptı.

RUH ISTIRABININ ŞİİRİ: ÇİLE
1939’da, ileride başköşeye oturtacağı en sevdiği şiirini, bu tarihten 5 yıl önce yaşadığı anlatılmaz ve anlaşılmaz büyük ruh ıstırabının şiirini (Çile) kaleme aldı.

1941 senesinde, Nüzhet Paşa’nın torunu. Neslihan Hanımla evlendi. Bu evlilikten Mehmet, Ömer, Ayşe, Osman ve Zeynep isimli beş çocuğu oldu. 1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum’a askere gönderildi. Askerken yazdığı siyasi bir yazı sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasını. Sultanahmet Cezaevinde tattı.

1943 yılı Sanatkarın fildişi kulesinden indiği; tam olarak belirdiği tarihtir: İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu toplumu yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuası‘nı yayınlamaya başladı. Dergi, 30’uncu sayıda rejime itaatsizliği teşvik suçlamasıyla Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılınca Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki hocalıktan kovuldu ve Eğridir’e sürüldü. 1945 de tekrar başlayarak 1978’e kadar çeşitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayın hayatını sürdüren Büyük Doğu’yu 36 sene müddetle tek başına omuzladı; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu.

RECEP PEKER’DEN TEHDİT
Başbakan Recep Peker’in sadece "biraz ölçülü" davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı 100 bin lira teklifiyle, kabul etmezse zindana atılma tehdidiyle karşılaştı.

Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 yılında Büyük Doğu’yu 3.defa çıkardı. Bir şiirin neşri sebebiyle tutuklanarak hapse atıldı. "Türklüğe Hakaret"ten yargılandı, 1 ay tutuklu kaldıktan sonra beraat etti. İlginçtir, bu arada "Sabır Taşı" piyesiyle "C.H.P. Sanat Mükâfatı"nı kazandı. Ancak jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi. Aynı yıl, Büyük Doğu’nun çıkmadığı arada 3 sayılık mizah dergisini; "Borazan"ı çıkardı.

1948’de, Temyiz Mahkemesi, hakkındaki meşhur beraat kararını, dünya adalet tarihinde görülmemiş tertiplerle bozdu. Bütün bir yıl geçimini, evinde son iskemleye kadar satarak temin etti. 1950’de kurduğu Büyük Doğu Cemiyeti düşe kalka ama inatla yoluna devam ediyordu. Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasının ardından Cemiyet’in birçok ilde şubelerini açtı. Vaziyeti eski iktidarı ürküttüğü kadar, yeni iktidara da hoş görünmemekteydi. Çok geçmeden basına "Kumarhane Baskını" diye akseden siyasi komplo tertiplendi. Bu komplo üzerine Büyük Doğu’nun derhal toplatılan meşhur 54. SAYI’sını çıkardı. Tekrar cezaevine atıldı. Çıkışında Büyük Doğu Cemiyeti’ni tasfiye etti.

Bu günler, o keskin ve gözü kara karakterinin altındaki hassas ruhunu acıtan ve demir parmaklıklar arkasındaki 1 gününü 100 güne bedel kılan "dış tesirler" bakımından hayatının en ıstıraplı dönemidir.

11 Aralık 1952’de, "Maskenizi Yırtıyorum" isimli ünlü broşürle, 1943’ten beri başına gelenlerin ve olup bitenlerin geniş bir muhasebesini yaptı. Aleyhine o kadar dava açılmıştı ki, bu davalar mahkûmiyetle neticelense 202 sene hapis yatması gerekecekti. Başbakan’ın emriyle Niğde Cezaevinde kendisine tek kişilik konforlu (!) bir hücre hazırlandığı sırada 27 Mayıs İhtilali oldu. İhtilalin ilk radyo duyurularından birinde, zaten çıkmayan Büyük Doğu’nun kapatıldığı ilan edildi.5 ay Balmumcu garnizonunda "gerekçesiz" tutuldu. Genel Affa rağmen, 5816 sayılı kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutulduğu için, "toplu tahliye" sebebiyle bayram yerine dönmüş Garnizon kapısına yanaşan; bir cezaevi arabasıyla Toptaşı Hapishanesine nakledildi. Ve 1,5 yıl sonra tahliye edilince önünde iki yol açıldığını gördü; Ya her şeyden el etek çekmek yahut her şeye topyekun el uzatmak… İkinci yolu seçti.

ÜZGÜN, YORGUN ve KIRIK
1963’te bir davet üzerine açılan "konferans çığırı" üzerine İzmir, Erzurum, Van, Bursa ve Adana gibi pek çok yerde konferanslar serisini sürdürürken, günlük yazılarına ve eserlerinin tefrikasına devam etti. Büyük Doğu’lar birçok defa takibata uğradı. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardından, Adalet Partisi devr-i iktidarında da baskı görmekten kurtulamadı. "İdeolocya Örgüsü" isimli eseri, "Mümin/Kâfir" diyalogları ve siyasi içerikli yazıları sebebiyle devamlı olarak suçlandı, sorgulandı, yargılandı.

Üzgün, yorgun ve kırıktı. Kaleme aldığı bir yazısında, “Biz, tam 30 yıl, tırnaklarımıza kan ve ciğerimize kaynar su oturmuş; bu netice için mi çalıştık, çabaladık, yırtındık, yıprandık, helak olduk?" diyordu.
Fas’tan, Saray çevresinden bir grup evine kadar geldi. Kalan ömrünü aile fertleriyle Fas’ta geçirmesi teklifini geri çevirdi. Büyük Doğu Yayınevi’ni kurdu. Sonuna vasiyetini de eklediği "Esselâm" isimli eserinden başlayarak çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerini düzenli yayınlamaya başladı.
Daha önce çeşitli adlarla yayınladığı şiir kitaplarını "özleştirerek, ayıklayarak, düzelterek" yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta; "Çile"de topladı. Bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatına, "Şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu" diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğinde şöyle dedi.

"- İşte şiir kitabım bu, hepsi bu kadar; bu kitaba gelinceye dek başka hiçbir şiir bana, adıma ve ruhuma mal edilemez!"
1976’da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978’de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı.

ŞAİRLER SULTANI NECİP FAZIL
26 Mayıs 1980’de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi.
1981 yılında "içinde 20 yıl yaşattığı İman ve İslâm Atlası isimli eserini kalıba dökebilmek için", bir daha çıkmamak üzere evine kapandı. Ömrünün son günleri,"küçük oda"da her an götürülme tehdidi altında; kitapları, yazıları, notları ve bir takım halis ve gerçek dostlarıyla mahzun sohbetler içinde geçti.

Ve bir gece… Onun için daima sırlarla dolu mayıs ayının 25’inde yatağından doğrulup ışıltılı gözlerini pencereden derin karanlığa dikti. Ne gördüyse artık, hafifçe mırıldandı. "Demek böyle ölünürmüş!.."

Batı kültürünün içinden yetişti. Saf şiir, sanat, edebiyat ve tefekkür yolundan geldi. 14. asırda; İslam’ın asırlar sonra topyekûn muhasebesini yerine getirdi.79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, "hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşadı. 26 Mayıs 1983’te Eyüp sırtlarında toprağa verildi.

Kendisini şöyle özetledi.
“Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ… Kim mi? Allahın Sevgilisi… Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı… Tek dava O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı. Bin bir istikamette seke seke, renkten renge bulana bulana, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat… İşte benim hayatım budur!"