Yeni tip koronavirüs salgını ile denizlerdeki faaliyetlerin azalmasıyla deniz kirliğinin kısmen azaldığına işaret eden uzmanlar, uzun vadede de biyoçeşitliliğin artacağını belirtiyor.
Dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını kapsamında alınan tedbirler ve uygulamaya konulan kısıtlamalar, ulaşımdan sanayiye, sağlıktan eğitime, üretimden tüketime kadar birçok alanda hayatın günlük akışını değiştirerek yeniden şekillenmesine neden oldu.
Salgın nedeniyle insanların evlerinde izole bir yaşantıya geçmesiyle sokaklar, caddeler, parklar, ormanlar ve doğal alanlar boş kalırken, ortaya çıkan boşluğu doğal yaşam doldurdu. Çevre ve doğa, bu süreçte adeta yenilenme ve özüne dönme fırsatı buldu.
Ulaştırma ve sanayi sektöründeki çalışmaların büyük ölçüde azaltılması, deniz trafiğinin azalması, yollara çıkan araç sayısının düşmesi, çevreye salınan azot dioksit ve kükürt dioksit gibi zehirli gazların yoğunluklarının azalmasıyla hava kirliliği düşüşe geçti.
Koronavirüs önlemleri nedeniyle insanların doğadaki varlığı azalırken, sulak alanlardaki flamingo, martı, ördek ve turna gibi su kuşlarının sayısı arttı. Ayrıca, İstanbul boğazı ve sahillerinde de yunuslar görüldü.
Salgın sonrası denizlerdeki kirliliğin kısmen azalması beklenirken, uzmanlar ilerleyen dönemde Türkiye denizlerindeki balık sayısının artacağına ve çeşitleneceğine işaret ediyor.
“Deniz trafiğinin azalması rahat dolaşmalarına yol açtı”
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Su Bilimleri Fakültesi Balıkçılık ve Su Ürünleri İşleme Teknolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Firdes Saadet Karakulak, AA muhabirine, koronavirüs salgını öncesi Marmara Denizi’nde Aralık 2019-Mart 2020 tarihleri arasında devam eden bir musilaj olayıyla karşı karşıya olduklarını anlattı.
Balıkçıların “salya veya lez” olarak adlandırdıkları musilaj olayının, “fitoplankton” olarak isimlendirilen tek hücreli bitkisel mikroorganizmaların aşırı şekilde artması sonucunda denizlerde oksijenin azalması olduğunu aktaran Karakulak, bu olay süresince balıkçılık faaliyetinin yapılamadığını belirtti.
Deniz kirliliği ve küresel iklim değişikliğinin bu olayı tetiklediğine işaret eden Karakulak, “Bölgede nüfus, sanayi ve deniz trafiğinin yoğun olması, yarı kapalı bir deniz olan Marmara Denizi’ni olumsuz etkilemektedir. Oksijen seviyelerinde düşüşler var. Söz konusu bu durum, balık ve balıkçılığımızı kötü etkilemektedir. Koronavirüs sonrası deniz trafiğinin azalması, gürültüden olumsuz etkilenen deniz canlılarını, özellikle deniz memelilerinin daha rahat dolaşmalarına yol açmıştır.” diye konuştu.
“Oksijenin yükselmesi bazı balık türlerinin geri dönmesini sağlayabilir”
Salgın sonrası deniz kirliliğinin tam olarak ortadan kalktığının söylenemeyeceğini ifade eden Karakulak, “Sanayi ve insan baskısı hala devam etmektedir. Arıtma sistemlerinin yetersiz olması veya maliyetten dolayı tam olarak çalışmaması büyük bir problemdir. Koronavirüs sonrası denizlerde insan faaliyetlerinin azalması, deniz kirliliğini kısmen azaltmıştır fakat diğer faktörler hala devam etmektedir.” dedi.
Prof. Dr. Karakulak, “Denizlerin temizlenmesi mutlaka balık sayılarının artmasına yol açacaktır. Bazı balık türlerinin oksijen toleransları yüksektir. Denizlerdeki oksijen seviyelerinin azalması, oksijen ihtiyacı yüksek balıkların bölgeyi terk etmesine yol açar. Karadeniz ve Marmara Denizi’ndeki kirlilikten dolayı orkinos, kılıç ve uskumru gibi türler bu denizlerimizi terk etmişlerdir. Denizlerin temizlenmesi, oksijen seviyelerinin yükselmesi, bu balık türlerinin tekrar geri dönmesini sağlayabilir.” değerlendirmesini yaptı.
Balık stoklarının azalmasına yol açan diğer önemli bir faktörün balıkçılık baskısı olduğuna dikkati çeken Karakulak, balıkçılık yönetiminde sürdürülebilirliğin sağlanmasına yönelik önemli kararların alınması gerektiğini, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 48 yıldan sonra Kasım 2019’da revize edildiğini, ilgili tebliğ ve yönetmeliklerin de acilen çıkarılmasına ihtiyaç olduğunu vurguladı.
“Su kalitesinin bozulmasından bazı türler olumsuz etkilenir”
Deniz canlılarının biyotik ve abiyotik faktörlerin etkisinde olduğunu dile getiren Karakulak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yani su kalitesine etki eden faktörler ve diğer canlılarla etkileşim halindedir. Her bir canlının da toleransı farklıdır. Su kalitesinin bozulmasından bazı türler olumsuz etkilenirken, bazı türlerin daha dayanıklı olduğu görülmektedir. Av-avcı ilişkisi bakımında da bir türün azalması, diğer türleri olumsuz etkiler. Bu karmaşık sistemde ekosistemin bozulmaması oldukça önemlidir. Örneğin, balıkçılar bir türü (orkinos, kılıç, uskumru vb.) denizde çok avladıkları zaman, bu balıkların beslendikleri denizanalarının aşırı çoğaldıkları görülmektedir.”
Küresel ısınmanın balıkların göçleri ve üremesi üzerinde etkilerinin bulunduğunu, bu etkinin azalmasının Türkiye’nin etrafını çevreleyen denizlerdeki balıkların başka bir bölgeye göç etmemesini sağladığını belirten Karakulak, bu durumun Kızıldeniz’den Türk sularına gelen birçok türün de azalmasını sağlayabildiğini ve oradan gelen lesepsiyen birçok türün, yerli türlerle rekabet ettiğini ve azalmasına yol açtığını aktardı.
Prof. Dr. Karakulak, İstanbul Boğazı ve sahillerinde yunusların görülmesine değinerek, “İstanbul Boğazı’nda sürekli dolaşan yunus popülasyonu mevcuttur. Deniz memelileri deniz gürültüsünden en çok etkilenen türlerdir. Deniz trafiğinin azalması bu canlıların daha rahat dolaşmasını ve birbiriyle iletişimlerini kolaylaştırmıştır.” ifadelerini kullandı.
“Biyoçeşitlilikte ve miktarlarda bir artış olacaktır”
Kovid-19 tedbirleri nedeniyle şu an denizdeki balıkçılık faaliyetlerinin durma noktasına geldiğini ifade eden Karakulak, şöyle devam etti:
“Endüstriyel balıkçılar, 15 Nisan itibarıyla yasak dönemine girmiştir. Oysa küçük ölçekli balıkçılar için balıkçılık faaliyetinin devam etmesi gerekir. Bu balıkçılık grubu, dünyada da desteklenen ve önemsenen balıkçılık grubudur. İşsizliğin azaltılması ve insanın protein ihtiyacının karşılanması bakımında oldukça önemlidir. Yaklaşık 13 bin küçük ölçekli balıkçı teknesi, sokağa çıkma yasağından dolayı denize çıkamamaktadır. Restoranların kapalı olmasından dolayı hafta içi avladıkları balıkları da satamamaktadırlar. Avcılık faaliyetinin yapılmaması, balık stoklarını pozitif etkileyecektir. Biyoçeşitlilikte ve miktarlarda bir artış olacaktır. Esas etki hemen değil birkaç yıl sonra anlaşılacaktır.”
Denizlerden yararlanmanın ve balıkçılık mesleğinin sürdürülebilirliğini sağlamanın önemini vurgulayan Karakulak, balığın besin değeri yüksek protein kaynağı olduğunu ve bağışıklık sisteminin korunması için mutlaka tüketilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.