Son günlerde İsviçre’deki CERN (Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi) parçacık fiziği laboratuarında yer alan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı‘nda (BHÇ) yapılan deneyler, fizikçilere evrenin yapı taşlarını daha iyi anlayabilmek adına eşsiz imkânlar sağlıyor. Bugüne kadar yapılmış en büyük çarpıştırıcı olan BHÇ, aynı zamanda da insan yapımı en büyük makina. 16 yıllık aralıksız çalışma ve milyarlarca Euro’ya mal olan BHÇ’de, en büyük beklentilerden bir tanesi henüz gözlemlenememiş olan Higgs parçacığını saptamak. Kadir Has Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi’nden Yardımcı Doçent Doktor Cem Özen bu parçacığın öneminin maddeyi oluşturan diğer parçacıklara kütle kazandırmasından kaynaklandığını ifade ediyor.
Işık hızına yaklaşılırsa parçacık ispatlanabilir
BHÇ‘de proton hüzmeleri 27 km. uzunluğunda, süper iletken kablolarla çevrili bir tünelde hızlandırıldıktan sonra kafa kafaya çarpıştırılıyorlar. İlk defa Einstein tarafından ortaya atılmış olan kütle – enerji bağıntısı nedeniyle, çarpışmalar sonucu ortaya çıkan enerji değişik kütlelere sahip pek çok parçacığın cisimleşmesini sağlıyor. Protonlar ışık hızının %99’unu aşan hızlarda çarpıştığında elde edilen enerji, Higgs parçacığını oluşturmak için yeterli olursa deneyler şimdiye kadar gözlemlenememiş olan bu parçacığın varlığını ispatlayabilir. BHÇ‘de yapılan deneylerde fizikçilerin bir diğer beklentisinin de kara madde hakkında ipuçları elde etmek olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Cem Özen, gezegenleri, yıldızları ve galaksileri oluşturan kısaca bildiğimiz her şeyin yapı taşı olan maddenin aslında evrenin çok küçük bir kısmını oluşturduğunu belirtiyor. Evrende maddeye oranla çok daha büyük miktarda bulunan kara maddenin varlığını, galaksiler gibi büyük ölçekli madde yığınları üzerindeki etkilerinden bildiğimizi ancak doğası hakkındaki bilgimizin çok sınırlı olduğunu belirten Dr. Özen, CERN‘deki deneylerin kara madde araştırmaları açısından da büyük önem taşıdığını ifade ediyor.
"Yeni bir kıtaya ilk adımı atmak gibi"
Doçent Özen, Higgs parçacığı ve kara madde araştırmaları gibi belirgin hedeflerinin yanı sıra bu deneyleri dünyadaki pek çok benzerinden ayıran en önemli şeyin, daha önceden erişilmemiş yüksek enerjilere ulaşılıyor olması olduğunu söylüyor. Bu açıdan bakıldığında, konunun yeni bir kıtaya ilk adımı atmak şeklinde de yorumlanabileceğini belirten Cem Özen, insanın daha önce adım atılmamış bir kıtada umduklarının yanı sıra yepyeni şeylerle de karşılaşabileceğini sözlerine eklerken, evrenin yapısını ve işleyişini daha iyi anlamak adına insanlığa yeni bir kapı açıldığının altını çiziyor. Doç. Özen, bu deneyin bilime olduğu kadar teknolojik ilerlemeye de katkılarının göz ardı edilmemesini, CERN‘deki deneylerde modern bilimin sınırları zorlandığından, pek çok teknik zorlukla karşılaşıldığını ve bu zorlukların geliştirilen yeni teknolojilerle aşıldığını da sözlerine ekliyor. Özen‘e göre, deneylerden elde edilecek yeni bilgi ve tecrübelerin gelecekte çığır açıcı teknolojilere öncülük etmesi şaşırtıcı olmamalı.
Dan Brown’ın romanında çalınmıştı
Bugünlerde çok konuşulan konuya aslında Da Vinci Şifresi’nin yazarı Dan Brown daha 2000 yılında el atmıştı. Yazar, ikinci kitabı "Melekler ve Şeytanlar"a -ki pekçok kişi bunun en iyi kitabı olduğunu söylüyor- CERN‘de gerçekleştirilen bir çarpışma sonucu ortaya çıkan çok güçlü ve tehlikeli enerji kaynağı "karşı madde"nin çalınması ve bu çarpışmayı gerçekleştiren fizikçinin öldürülmesiyle başlıyor. Daha sonra devreye, Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon giriyor ve olayın efsanevi gizli örgüt Illuminati’yle –Galileo zamanından beri Katolik Kilisesi’nin bağnaz inançlarını lanetleyerek bilimin yararlarını yücelten- ilgisi olduğu ortaya çıkıyor. Karşı madde, yeni Papa seçiminin gerçekleşeceği gün Vatikan Şehri’nin altına saklanıyor. Langdon, medeniyeti yok olmaktan kurtarmak için Roma sokaklarında, kiliselerde soluk soluğa koşuşturarak Illuminati‘nin 400 yıllık izini sürüyor. 2008’de filme de çekilen Melekler ve Şeytanlar’da başrolü Tom Hanks ve Ayelet Zurer paylaşmıştı.