Engin Dinç’in röportajı
CERN’de halen yapılmakta olan deneylerden en önemlilerinden biri Higgs bozonunun bulunup bulunamayacağına dair yapılan deneydi. Yaklaşık 4-5 yıldır süren deneyler sonucunda bilim adamları nihayet Higgs bozonunun bulunduğunu teyit eden açıklamalar yaptı. Tabi bir yandan da medyada Higgs bozonu için kullanılan “Tanrı Parçacığı” ifadesinden dolayı bu parçacığın bulunmasıyla sanki fiziğin en büyük problemi çözüldü izlenimi oluşturuldu. Biz de bu konuyla ilgili detaylı bilgileri siz okuyucularımıza aktarmak için İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Arapoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Doç. Dr. Savaş Arapoğlu, Higgs bozonunun bulunmasının fizik bilimi için ne ifade ettiği ve fiziğin diğer temel problemlerini on5yirmi5’e anlattı.
Neden CERN’de, binlerce bilim adamı ve araştırmacı 4-5 yıldır, bu deneye odaklanmış durumda? Niçin bu çalışmalar, asrın en büyük deneyi olarak nitelendiriliyor? 10 milyar dolarlık koskoca deney, Higgs’in varlığını göstermek için mi yapılıyor? Higgs’in önemi nereden geliyor?
Bir kere Higgs’in önemi şuradan geliyor; bu konu parçacık fiziğinde yüksek enerji fiziği diye geçer. Biz evrende 4 temel etkileşme olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan kütle çekimi dışında olan 3 tanesini açıklayabildiğimiz ve oradaki parçacıkların bir tür sınıflandırılmasını, tasnifini yaptığımız bir model var. Parçacık fiziğinde şu ana kadar gözlemleyebildiğimiz temel parçacıkları ve 3 temel etkileşmeyi açıklayan modele parçacık fiziğinin standart modeli deniyor. Bu model 70’li yılların başında ortaya atılıyor. Sonra zaman içinde öngördüğü bir sürü Higgs kadar önemli parçacığın bazıları CERN’de, bazıları Amerika’da CERN’ün eş değeri olan “Fermi LAB” diye bir laboratuvar vardır, -yine böyle parçacık hızlandırıcı merkezi-, bazıları orada olmak üzere tek tek gözlendi. Higgs’e bu kadar büyük önem atfedilmesinin aslında fizik camiasındaki sebebi şu; bu standart modeli 100 parçalık puzzle gibi düşünürseniz, ‘puzzle’ın 99 tane parçası yerine kondu geriye sadece bir tane parça kaldı. Bunun anlamı şu; Higgs’i bulamazsanız bütün model çöker. Yeni bir puzzle yapmak ya da oluşturmak zorundasınız. Ama aslında Higgs gibi başlangıçta olması pek beklenmeyen parçacık gözlemledikten sonra insanların şu andaki beklentisi, ben de dahil, Higss’in bulanacağına dair. Higgs’in bulunmasının önemi şuradan geliyor; bizim çok güvendiğimiz, yaklaşık 40 yıldır her deneyde başarıyla test edebildiğimizi bir model için “artık tamam, bu doğrudur. Nokta” deyip, daha ilerisini geçebilmemizi sağlayacak. Mesele bu.
Higgs bozonu nedir? Higgs parçacığa kütleyi nasıl kazandırıyor?
Bu çok teknik, hakikaten açıklaması alanın dışından birilerine açıklaması da çok zor bir soru. Ama şunu şöyleyim, fizikteki parçacıklar fermiyonlar ve bozonlar olarak iki temel gruba ayrılırılar. Bozon denilen parçacık, Higgs’inde içine dahil olduğu sınıf. Bu parçacıkların spin denilen, tamamen kuantum mekaniksel bir özellikleri var. Klasik dünyadan size eşdeğerini gösterebileceğim bir şey değil. Bu konuyu fizik dışından birilerine tarif ederken; gözde bir şey canlandırmak, klasik dünya eşleştirerek anlatmak açısından bir tür parçacığın kendi ekseni etrafında dönüşü gibi tarif edebilirsiniz. Ama sonuçta buradaki parçacıklar, noktasal olarak düşündüğümüz parçacıklar. Bunların içyapısı yok. Yani bu alanlar küredir, küptür, dikdörtgenler prizması şeklinde bir tanımlama yapmıyoruz. O zaman da kendi ekseni etrafında dönüş gibi bir kavramın pek de bir anlamı olmuyor. Onun için şöyle demek belki daha doğru olur; parçacıkların spin adı verilen kuantum mekaniksel özellikleri var. Bozon denilen parçacıklarda bu spin sayısı 0, 1, 2, 3, 4 gibi tam sayılarla gidiyor. Fermiyonlar ise ½, 3/2, 5/2 gibi kesirli sayılarla gidiyor. Bütün parçacıklar gerçekten ya tam sayılı ya da spinli parçacıktırlar. Higgs bozonu spini 0 olan bir parçacık. Spini 0 olan parçacık spini yok demek anlama gelmiyor. Aslında bu bir tür sınıflandırma için kullanılıyor. Bozon buradan kaynaklanıyor.
Kütle kazandırma meselesi ise şöyle; siz bu standart modelde birtakım parçacıkların kütlelerinin aslında hangi değeri alması gerektiğini, yani elektronun kütlesinin ya da herhangi bir quark denilen parçacığının kütlesinin neden o değerde olması gerektiğini söyleyemiyorsunuz. Deneysel bir takım veriler var, siz parçacık hızlandırmalarda yapılan bu deneylerde, bu parçacıklarının kütlelerinin ne mertebede olduğunu ölçüyorsunuz. Bu verileri de teorinin içine elle koyuyorsunuz. Yani siz dışarıdan bir veri olarak teorinin içine onu ilave ediyorsunuz. Oradaki kütle sayısını, elektronun kütlesi olması gerektiğini, herhangi bir quarkın da quark kadar olması gerektiğini söyleyen parçacık Higgs parçacığıdır. Aslında elektronun bir kütlesi var çünkü elektron evrenin ilk başlangıcında, büyük patlamadan kısa süre sonra Higgs parçacığı ile etkileşti. O sırada bizim şimdi kabul ettiğimiz kütlesini aldı diyebiliriz. Önemi biraz bu yüzden… Kritik bir şey, standart modelin en kritik parçalarından Higgs bozunu… Çok temel özelliklerinden birini kazandırıyor bu parçacık.
Yani şöyle diyebilir miyiz; mesela demir elementinin belli bir sayıda elektron, nötron ve protonu var. Bunların belli bir değerleri var. Bu değerleri aslında temel belirleyicisi Higss bozunudur.
Öyle dememek lazım, sadece kütleleriyle alakalı bir durum. Çünkü aslında protonun ve nötronunda bir içyapısı var. Proton tek başına temel bir parçacık değil. 3 tane başka ‘quark’tan oluşuyor. Bu deneysel olarak gösterilebilmiş bir şey. Bu quarkların da kütlelerinin kazanılmasına neden olan şey. Yani aslında biz Higgs bozonundan konuşarak, demir elementin oluşmasından ziyade daha temel aşamada demiri oluşturan malzemenin oluşumuyla ilgili bir yere bakıyoruz. Demir elementinin evrende nasıl oluştuğunu, nerede oluştuğunu biliyoruz. Bu çok daha temel, oraya giden yolun üzerindeki şeyler…
Higgs olmasa ne olacaktı?
Çok güzel soru. Hiçbir şey olmaz. Yani teorik fizikte şöyle bir şey vardır; kâğıdınız, kaleminiz ve yeteri kadar hayal gücünüz varsa, o verileri açıklamak için başka bir şey kullanırsınız. Bilim tarihinin gelişimi de böyle bir şey. Yıllarca insanlar Aristo’dan gelen bir takım şeyler vardı, dünyanın evrenin merkezinde olduğu gibi. Bir gün anlaşılıyor ki dünyanın evrenin merkezinde değil. Her şeyin dünyanın etrafında dönmediğinde dünyanın sonu gelmiyor. Sonuçta oradan daha doğru bir teoriye gidiyorsunuz. Higgs’e fizik camiasının içinden de atfedilen önem, sadece Higgs’in ait olduğu teoriyle ilgili hemen hemen her şey gösterilmesinden kaynaklanıyor. Bugüne kadar tespit edilemeyen sadece küçük bir parça vardı, o da Higgs. Ve teori pek çok şeyi o kadar güzel açıklıyor ki, bunun için kullandığımız hafif esprili ifade vardır; “yanlış olamayacak kadar güzel bir teori” diye… Teori öyle bir şey. Standart model, parçacık fiziğin standart modeli… Bu yüzden olması daha çok beklenen bir şey… Ama olmadığı anda bu demektir ki, bir yerlerde yanlışlık yapıyoruz. Tekrar kağıtları, kalemimizi hayal gücümüzü alacağız, bütün bu verileri açıklayabileceğimiz yeni bir teori yada model oluşturmaya çalışacağız. Dünyanın sonu gelmiştir ya da bütün fizik çökmüştür demek, alakası olmayan bir şey.
Deney sırasında Higgs’i nasıl gördüler?
Bu çok zor. Aslında bu tür parçacık hızlandırıcılarında parçacıkları görmek çok zor. Onun için deney 10 yıl sürüyor. Aslında teorik fiziğin size söylediği şey, hesaplamalarla ilgili… Belli bir enerji düzeyinde şöyle iki parçacığı çarpıştırırsanız şu kadar olasılıkla bu özellikteki parçacık, bu kadar olasılıkla bu özellikteki parçacık ortaya çıkar diyor. Sizde o zaman bu olasılıkları görmek için, hakikaten aynı değerlerde çıkıp çıkmadığını görmek için ne kadar çok çarpışma yaparsanız, çarpışmalardan o kadar çok parçacık üreteceksiniz. Bu da, bu çarpışmalarda Higgs dediğimiz parçacığın özelliklerine benzer, o kadar çok parçacık göreceksiniz anlamına gelir. Bunların CERN’deki tünelde çarpıştırıldıkları yerlerin etrafında, detektör adı verilen bir takım algılayıcılar var. Bu yapılan deney; mesela siz bir balkonun üzerine çıkıyorsunuz, sanki iki tane topun çarpışmasını görüyorsunuz gibi bir şey değil. Hatta hiçbir şey görmüyorsunuz. O parçacıklar kontrollü olarak bir bölgede bulunan detektörler için çarpıştırılıyor. Çarpışmanın ürünü olan parçacıklar sonra saçılıp, etraftaki detektörlere çarpmaya başlıyorlar. Sizi aslında o sinyallerin özelliklerinden, o parçacıkların özelliklerinin neler olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Nedir bunlar? Oraya çarpış hızı, az önce bahsettiğim kuantum mekaniksel spin denilen özellik ve başka böyle kuantum mekaniksel değerlerini öğrenebiliyorsunuz. Çünkü sizin o parçacıkların çarpmasını beklediğiniz yerler var. Daha önceden bir hesaplama yapmışsınız, diyorsunuz ki; şu özellikteki parçacık, şu noktada açığa çıkarsa onun şuraya gitmesi lazım. Orada bir beklentiniz var. Bilgisayar analizleri ile yapılan; işte o çarpmaların sizin beklentilerinizle ne kadar örtüştüğünü görmek. Ama çok zor bir şey bu. Zaten deney başladığı zaman, saniyede milyon kere milyon tane çarpışma yaptırılıyor. Muazzam bir veri akışı var. Onun elenmesi gerekiyor, sonra o elenmiş verilerin içinden bir takım analizlerin yapılması lazım. Korkunç bir süreç. Deney 2008 Eylül’ünde başladı. İlk çarpışmalar 2010 yılındaydı. Bundan sonra 2013’e kadar olan süreçte bir sürü çarpışma yapıldı. Zaman zaman deney durduruluyor, tekrar bir takım düzeltmeler ve onarımlar yapıyorlar. Tekrar başlatıyorlar, yine aynı süreç devam ediyor. Yani aslında şöyle düşünebilirsiniz, bu çarpışmalarda bir tür anket yapılıyor. Toplumsal olarak da doğru sonucu bir ne zaman alırsınız? Soruyu herkese sorarsınız… Burada da öyle… Ne kadar çok çarpışma yaparsanız, ortaya çıkacak sonuçlar sizin beklentinizi incelemek açısından o kadar güvenilir olacak. Bunun için deney de uzun sürüyor. Ama orada verilerin analizi de başlı başına bir konu. Önemli bir konu…
Analizle sonucu Higgs’in varlığından yüzde 100 emin olabiliyor muyuz?
Kabul edilmiş bilimsel ölçüler içerisinde, eğer o analizler böyle bir parçacık vardır derse emin olacağız. Yaklaşık 3 hafta önce yapılan açıklamada söylenilen şeye benzer açıklamaları zaman zaman yine duyacağız. Bu deneyleri yapıyorsunuz, o deneyleri sonucunda ilk 2 yıllık, son 3 yıllık verilerin analizlerinde Higgs’e benzer bir parçacık görüyorsunuz. En azından insanların düşündükleri şey ilk olarak şu; yeni bir parçacık bulduk. İkinci nokta bu yeni bulduğumuz parçacığın kuantum mekaniksel özellikleri mesela spini ya da buna benzer bir takım özellikleri aynı Higgs parçacığınınki gibi. Şimdi son aşama şu; eğer bu parçacık Higgs ise bunun bozulması sonucu ortaya çıkan parçacıkların bizim beklentilerimizle uyuşuyor olması lazım. Yani evet bir cisim bulduk, ama bu Higgs gibi yürüyor ve koşuyor mu? Aslında buna bakılacak. Bu da eğer aynı şeyi söylerse, bu parçacık Higgs parçacığıdır. Ama bütün parçacıkları için aynı şey geçerli. Sonunda kafanızda acaba Higgs değil miydi gibi bir soru gelebilir. Ama bu kadar doğruladıktan sonra ona Higgs parçacığıdır diye bakıyoruz.
Higgs’in bulunması teknolojiyi nasıl etkiler?
Ne kadar kısa zamanda teknolojiye bir etkisi olur, onu bilemem. Çünkü 1900’lerin başında kuantum mekaniğinin temelleri atılırken, herhalde yarı iletken teknolojisi ve bilgisayarlar gibi şeyleri kimse hayal etmemişti aslında. Bir şey bulunmuştu. Dolayısıyla Higgs’in bulunması da muhakkak daha ileriki zamanlarda bir şeye yola açacaktır. Şu anda bize teknolojik olarak bize ne kazandırır? çok çok hızlı bilgisayarların yapılmasına mı neden olur? Hiçbir fikrim yok aslını isterseniz. Ama teknolojik gelişim açısında bu tür deneylerin yapılmaya çalışılıyor olması, bu tür parçacık hızlandırıcı merkezlerin oluşması çok önemli… Çünkü mesela hepimizin hayatımızda kullandığı o “www” CERN’de bulunmuş bir şey. Oradaki iç haberleşme için bulunmuş bir şey. Şimdi baktığımızda hayatımızı ne kadar etkiliyor. Ben 1997-98 yılında öğrenciyken hiç kimsenin evinde internet falan yoktu, ama şimdi cep telefonumuzdan bile bağlanabiliyoruz. Bir sürü yerden girebiliyoruz internete. Yani oradaki teknoloji, bu deneyin yapılmasının mümkün olmasını sağlamaya çalışırken bulunan şeyler, hayatımızı çok daha kısa vadede çok daha büyük ölçekli olarak giriyor aslında. Tomografi denilen görüntüleme cihazı yine aynı şekilde bu parçacık hızlandırıcı merkezlerinde bulunmuş cihaz. Kısa vadede oradaki teknolojik buluşlar hayatımızı daha çok etkileyecektir. Higgs’in nasıl etkileyeceğini ya da etkilemeyeceğini gerçekten bilmiyorum. Bir teorik fizikçi olarak şimdilik sadece, Higgs gibi bir şey varsa alkışlayacağım, yoksa çok şaşıracağım ve başka bir şeyler öğrenmeye çalışacağım.
Neden “Tanrı parçacığı” deniyor?
Ben etrafımda tanıdığım, ciddi fizikçi diyebileceğim hiç kimseden Tanrı Parçacığı gibi bir tabir duymadım. Bu ismi hak ediyor mu? Bence hak etmiyor. Higgs daha önce bulduğumuz parçacıklarından çok da farkı olmayan parçacık. İsim bence abartalı bir isim. Bu ismi hiç kimsenin kullandığını da duymadım, görmedim. Sadece magazinsel olarak bu işle çok yakından ilgilenen bilim adamlarının bir tanesinin bunun için ‘god damned particle’ diye bir tabiri var. O da işte “Tanrının belası” ya da “lanet olası parçacık” gibi bir isim. Bu parçacık bulunamadığı, gözlemlenemediği için kullanılmış bir tabir. Çok abartı bir isim.
Higgs bozonunun varlığına inanmayanlar da yok değil. Ünlü fizikçi Stephan Hawking bunlardan biri. Hawking neden buna inanmıyor?
Tabii böyle bir şey olabilir. Böyle bir konuya bakıyorsanız, inanıp, inanmama kelimesi durumu tam olarak doğru anlatacak kelime değil. Elimizdeki verileri, başta söylediğim etkileşmeleri açıklayacağını düşündüğünüz daha iyi bir model varsa, bildiğiniz ya da sizin kendinizin oluşturduğu bir model; ama aynı güvenilirlikle, aynı hassasiyetle bütün veriler açıklayacak, o zaman Higgs’in olmadığını iddia edebilirsiniz. Ben şuanda parçacık fiziğinde böyle bir model olduğunu bilmiyorum. Hawking’in neden inanmıyorum dediğini, olmadığını düşündüğünü, böyle bir şey söylediğinde hangi altyapıyla, hangi teknik destekle fiziki olarak bunu söylediğini bilmiyorum ama bana doğru gelmiyor. İlk çalışmalarıma başladığım zaman kendi branşımla ilgili ilk aldığım ders parçacık fiziği dersiydi. 98 yılında son sınıftayken adını ilk duyduğum parçacıkların bir tanesi, Higgs parçağıydı. O zamandan beri Higgs’in adını duyuyorum. Gördüğüm her şey Higgs’in varlığını destekler bir şey. Açıkçası bu deneyler sonucu Higgs’in yüzde 99 görüleceğini de inanıyorum. Ama yüzde 1 olasılığa rağmen Higgs görülmezse çok da şaşırmayacağım. Dolayısıyla modellere karşı öyle çokta kalpten bir bağlılığımız yok. Olmayabilir, değiştirebiliriz bütün bildiklerimizi.
Higgs’in bulunması evrenin sadece yüzde 4’ünü ilgilendiren araştırmaları açıklayan bir şey. Yüzde 96’lık kısım karanlık enerji, karanlık madde diye egzotik bir madde var. Neden böyle? Bunu bize açıklar mısınız?
Pek çok insan CERN’de sadece Higgs bozonu ile ilgili deney yapıldığını düşünüyor ama aslında fiziğin başka modelleri, henüz açıklayamadığımız bir takım gözlemlerle ilgili deneyler de yapılıyor. Çünkü şu anda kafamızı kaldırıp, teleskoplarımızla gökyüzüne, çok daha büyük yapıya baktığımız zaman, gördüğümüz yapıyı açıklamak için kullandığımız iki tane içeriğini ne olduğunu bilmediğimiz egzotik madde var. Bir tanesi karanlık enerji, bir tanesi de karanlık madde. Ne olduklarını bilmediğimiz için ikisinin de isimlerinde “karanlık” geçiyor. Şu anda ikisinin toplamı evrenin yüzde 96’sını oluşturuyor. Biraz da ironik bir şey… Biz burada yıllarca fizik öğrenciliği yapıyoruz, yüksek lisans, doktora, doçentlik falan ama en sonunda açıklayabildiğimiz madde miktarı yüzde 4, yüzde 96 hakkında hiçbir fikrimiz yok. CERN’de aslında bir taraftan Higgs dışında bulunmaya çalışılan parçacıklar arasında bu karanlık madde ya da karanlık enerjiyi oluşturabilecek yapılarda var mıdır diye deneyler yapılıyor. Higss parçacığıyla birlikte, aynı derecede önemli şekilde test ediliyor. CERN deyince insanların ilk akıllarına Higgs parçacığıdır, ama bu konularla ilgilenen herhangi bir fizikçiye sorduğunuz zaman Higss’in yanında karanlık madde, karanlık enerji, süper simetri gibi daha başka şeyler listeyi biraz daha uzatabilir. Aklına bir sürü şey geliyordur. Henüz açıklayamadığımız başka konularla ilgili de orada deney yapılıyor. Orada çıkacak başka parçacıklar, başka konuları da aydınlatabilir diye umuyoruz.
Higgs parçacığının bulunmasıyla standart model tamamlanmış olsa da standart modelin yer çekimini açıklayamadığı ifade ediliyor. Ayrıca fiziğin en önemli iki teorisi olan izafiyet teorisi ve kuantum teorisi arasındaki uyumsuzluk olduğu da belirtiliyor. Bu anlamda fiziğin çözmesi gereken temel hangi problemler var ve bununla ilgili çalışmalar ne düzeyde?
Bu ikisi de birbiriyle alakalı… Sorun şu; doğada 4 temel etkileşme var. Bunlardan ikisini biz lisede de öğreniyoruz. Bunlardan bir tanesi kütle çekim; iki tane cismin birbirlerine kütleleri yüzünden uyguladıkları çekim kuvveti… Bir tanesi de ilkokuldan beri bildiğimiz elektriksel itme veya çekme kuvveti. Bunların ikisi hakkında çok bilgimiz var, çünkü etrafımızdaki dünyada bu ikisi etkili aslında. Bunların ikisi dışında, sadece atomun çekirdeği mertebesindeki büyüklüklerde etkili olan kuvvetli nükleer etkileşme, zayıf nükleer etkileşme adı verilen iki tane daha etkileşme var. Toplam 4 tane etkileşmememiz var.
Standart model kütle çekim dışında diğer üçünü birleştiriyor. Kütle çekimini de içine alacak, 4 etkileşmenin de birleştirildiği bir model henüz elimizde yok. Buna aslında bir tür kuantum kütle çekim teorisi diyebilirsiniz. Kütle çekim diğerlerinden biraz daha farklı bir tür etkileşim. Aslında en kolay görüneni, etrafımıza en etkili olanı olarak gördüğümüz etkileşme. Ama onun kuantum teorisini bilmiyoruz. Burada aslında biraz standart modelin içinde kuantum mekaniği ile rölativite (izafiyet) teorisi birleştiriliyor ama bir de bu ikisinin içine kütle çekimini katmaya kalktığınız zaman ortaya çıkan şeyler pek bir şey açıklamıyor. Onun yerine size son derece saçma sonuçlar vermeye başlıyor. Aslında temelde bu etkileşmelerin aynı anda etkili olduğu, geçerli olduğu her şeyin teorisi gibi bir teorimiz yok. Amaç da bunu bulmak. Zaten CERN’de yapılan deneylerde bulunmaya çalışılan o küçük küçük parçalar bize bu yolda yardımı olabilecek şeyler. Bütün teorik fizik camiasının üstünde çalıştığı konu budur aslında.
Sizin izlediğiniz kadarıyla böyle bir teoriye yakın zamanda ulaşmak mümkün mü?
Bunu yapacak aday modeller var. Ama onların doğrudan gözlemleri pek mümkün değil. Ama eninde sonunda bulunacaktır. Neden 4 tane temel etkileşimi birleştirmek zorundayız derseniz, şu anda içinde bulunduğumuz zamanı geri sarmaya başladığınız zaman elimizdeki modellerle ulaştığımız nokta evrenin büyük patlama adı verilen bir patlama anından sonra neler meydana geldiğine dair. O büyük patlamayla ilgili olarak filmi geriye sarış mertebemiz, sadece bu üç kuvvetin birbirleriyle aynı anda etkili olabildikleri şeyleri kapsıyor. Çünkü bahsettiğim bu dört kuvvetin, dört temel etkileşmenin şu anki etkileri aynı değil. Mesela siz atomun yapısını anlamaya çalışırken şu anda orada elektriksel etkileşimi hesaba katıyorsunuz. Diğer 3 etkileşimi hesaba katmıyorsunuz. Çünkü çok küçükler. Ancak filmi başa sarınca her şey birbirine çok yakın olduğu zaman, o çok sıcak yapıdan, o büyük patlamadan hemen sonrasından bahsediyorsak bu 4 kuvvetin güçlerini birbirinden ayıramayacağınız bir evre var. Ve o evrede tam olarak ne olduğunu anlayabilmek için 4’ünün de birlikte etkili oldukları dönemi açıklayabilmeniz lazım. Elimizde böyle bir teori ne yazık ki yok. Tabii hemen şunu sorabilirsiniz; böyle bir teoriyi bulmak ne işimize yarayacak? İnsan hayatına bir etkisi var mıdır? Geçmiş, gitmiş bir zaman ama işte bu insan aklı, bunu merak ediyoruz. Nasıl olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Evrenin başlangıç sınırlarını, sonra gideceğimiz yere kadar, daha ileriki fazlarının nasıl olacağını anlamaya kadar merak ediyoruz. Bunu açıklamaya, bunu anlamaya çalışıyoruz. Ben tabii ki, bu konu üzerinde çalışan biri olarak bir açıklama olacağına dair ümitliyim.
Türkiye’den CERN’e katılan araştırmacıların varlığı yeterli mi? Orada ne ölçüde varız?
Biz oraya gözlemci ülke olarak katılıyoruz. Buradan gidenler var. Kurum bazında, Boğaziçi Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden de oraya gidip, çalışanlar var ama ülke olarak ne yazık ki katılmıyoruz. Bizim oraya katılıyor olmamız prestijli bir şey. Neden katılamıyor olduğumuzun geri planında neler var, doğruyu isterseniz bilmiyorum. Ama bu konuda bana kim ne açıklarsa açıklasın büyük ihtimalle bir cevap verebilirim. Beni ikna edeceğini de zannetmiyorum. Bence gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin bu tür deneyler içinde olması lazım. Çünkü bu tür deneylerin içinde olduğunuz zaman oradaki teknolojiye de bir şekilde ortak olmuş oluyorsunuz. Buna sadece ülkenin milli gelirinden oraya aktarılan para olarak bakmamak lazım. Biz sonuçta orada üretilen, icat edilen şeylere, keşfedilen şeylere, hayatımızı kısa vadede etkileyecek şeylere de bu sayede ortak olabiliriz. Âmâ bu işin pratik tarafı. Bunun dışında böyle bir şey olmasa bile bence kendini dünya ülkeleri sıralamalarında ciddi bir yere koyan her ülkenin bu tür deneylerin içinde olması lazım. Biz ne yazık ki ülke olarak katılmadık. Türkiye olarak orada yokuz. Türkiye’den bazı üniversiteler, kendi doktorası sırasında orada bulunmuş bir takım fizikçiler hala o bağlantılarını devam ettirerek, içinde bulundukları kurumlar ile birlikte bir takım ortak çalışmalar gerçekleştirerek oraya gidiyorlar. Bence çok da iyi bir şey. Benim etrafımda tanıdığım kendi doktorası sırasında orada bulunmuş bir sürü öğrenci var. Yarın bir gün bizde böyle bir işe girersek, kendi ülkemizde bu büyüklükte olmasa da en azından deney yapabilecek bir merkez kurmaya çalışırsak bu insanların tecrübeleriyle çok büyük faydası olacaktır. O tecrübeyi, aynı zamanda mantaliteyi edinmek için orada olmak çok önemli bir şey. Keşke daha büyük ölçekle katılabilsek. Ama hiç katılmıyor değiliz. Gerek İTÜ, gerek Boğaziçi Üniversitesinde, Çukurova’dan, ODTÜ’den bu deneye katılıyorlar. Ama grup grup ve kurum olarak katılıyorlar. Keşke bütün olarak, Türkiye olarak katılabilsek. İnşallah ileride o da olur.
Sizin eksik kaldı dediğiniz veya son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?
Umarım söylediklerim aydınlatıcı olmuştur. Bunu canı gönülden arzu ediyorum. İnsanların bu konuyla ilgileniyor, ülkemizin bu deneylere katılıp katılmıyor olmasıyla ilgilenmeleri çok güzel bir şey.
on5yirmi5.com