Canlılarda belirli periyotlar hâlinde, düzenli bir ritimle yürütülen hâdiseler, çok hassas bir saat gibi çalıştırılır. Hayatın arka plânında sessizce işleyen bu ritimler bazen 24 saatlik, bazen aylık, bazen de yıllık devridâimler şeklinde olabilir. 24 saatlik periyotlarda işleyen günlük ritimlere (sirkadiyen ritim), biyolojik saat de denilebilir. İnsandaki biyolojik saati kontrol etme vazifesi verilmiş mühim organlarımızdan birisi olan epifiz (pineal) bezi, nöroendokrin bir organ olup, buradan salgılanan başta melatonin olmak üzere diğer birkaç hormon, birçok organ ve sistemin düzenli işletilmesine tesir eder.
Konik şekilli, 5–8 mm. uzunluğunda, 3–5 mm. genişliğinde ve 120–150 mg. ağırlığında olan epifiz bezi, vücutta böbreklerden sonra kan akımının en yoğun olduğu organdır. Beynin talamus bölgesinin arka kısmına yerleştirilmiş epifiz, bir sap aracılığı ile beyin boşluklarından (ventrikül) üçüncüsünün tavanına bağlanmıştır.
Hormon salgılayan diğer organlar kimyevî olarak uyarılırken, epifiz, onlardan farklı olarak sinir uyarılarıyla (ışık ve karanlık) faaliyete geçer. Epifizden melatonin salgılanması ortamın ışık seviyesi ile alâkalıdır. Umumiyetle ışık, melatonin salgılanmasının azalmasına, karanlık ise artmasına sebep olmaktadır. Işık uyarıları epifiz bezine gözdeki retina tabakasından başlayan çok girift bir sinir yoluyla ulaşır. İnsanda epifizin 7 yaşına kadar büyüdüğü kabul edilmektedir. Yaş artışı ile birlikte epifiz ifrazatının (sekresyonun) salınması sırasında kalsiyum tuzlarının çökmesi (beyin kumu) bezin çalışmasına menfi tesir eder. Yaşın ilerlemesiyle bu durum daha belirgin bir hâl alır.
Epifiz bezi, hipotalamusta yer alan küçük bir çekirdek (nukleus) ile birlikte zaman ölçmeye yarayan biyolojik saat gibi çalışır. Epifiz bezi günlük bir ritimde, karanlıkta salgıladığı melatonin hormonu vasıtasıyla vücudun diğer kısımlarına zaman sinyalleri gönderir. Böylelikle günün ve yılın farklı zamanlarına bağlı fizyolojik deveranın (siklusun) düzenlenmesinde vazife alır. Mevsimlere bağlı gün uzunluğundaki değişikliklerin yorumlanmasında rol aldığı gibi, diğer taraftan üreme fonksiyonlarının kontrolünde de mühim bir vazife üstlenir. Epifizin, özellikle hipotalamus-hipofiz-gonadlar (üreme organları) üçlü sistemi üzerinde tesiri olduğu belirtilmekle birlikte, hemen hormon salgılayan her organ ve doku ile fonksiyonel bir münasebetinin olduğuna dâir çalışmalar vardır. Epifizden salgılanan melatonin, beyin omurilik sıvısına, diğer biyolojik sıvılara ve büyük ihtimalle de bütün dokulara dağılır.
Melatoninin kandaki seviyesi yaşa bağlı olarak değişmektedir. Yeni doğanların kan plâzmalarındaki düşük melatonin seviyesi üçüncü aya kadar artmakta ve bu aydan sonra günlük melatonin ritmi daha dengeli bir şekilde devreye girmektedir. Sekiz yaş civarında kanda azamî seviyeye ulaşırken, ergenlik döneminde bariz bir şekilde azalma görülür. Ergenliğin gecikmiş olduğu durumlarda melatonin miktarında artış gözlenmektedir. Kan melatonin seviyesi, ergenlikten sonra sürekli bir azalma göstermekte, buna paralel olarak uyku süresi ve niteliği de giderek azalmaktadır. Melatonin salgılanmasındaki azalma, bağışıklık (immün) cevabını azaltıcı bir tesire de sahiptir. Bu yüzden, melatonin sentezinin engellendiği hastalıklarda vücut direncinde de azalma görülmektedir.
Melatonine yüklenen vazifeler
Melatonin gece boyunca düşük seviyede salgılanması uykunun azalmasına ve bu sebeple uykuya doyum ihtiyacının artmasına sebep olmaktadır. Akşamın erken saatlerinde yeterli miktarda melatonin salgılanmaz ise uykuya dalma güçleşir, salgılanma devam etmediği takdirde, gece uyanmaları ortaya çıkar. Epifizden fazla miktarda ve uzun süre melatonin salgılandığı durumlarda ise uyku isteği devam eder. Melatonin takriben akşam saat 21’den sonra salgılanmaya başlar, gece saat 02:00–04:00 arasında en yüksek seviyeye ulaşır ve sabah saat 07:00’de de azalır. Bu ritim, gece uyuma hissinin artışına sabah ise uyanmaya katkıda bulunur.
Melatonin kanda kolesterol seviyesinin düşmesine, damar sertliği (ateroskleroz) ve hipertansiyon riskinin azalmasına vesile olmaktadır. Ayrıca hipotalamusun ön bölümündeki sıcaklık merkezindeki sinir hücrelerinde melatonine hassas bağlantı noktaları yerleştirilmiştir, bu saha melatoninle uyarılarak, uyku sırasında vücut sıcaklığında düşüşe sebep olur.
Son yıllarda melatoninin en tesirli antioksidan olduğu ileri sürülmektedir. Bu tesir; E vitaminine göre iki, glutatyon peroksidaza göre ise, en az beş kat daha fazladır. Melatoninin güçlü antioksidan tesirinin yanı sıra sinir dokularında glutatyon peroksidaz aktivitesini artırmak gibi bir fonksiyonu daha vardır. Beyin glutatyon peroksidaz aktivitesinin gece daha yüksek olması, yüksek melatonin seviyesi ile yakından alâkalıdır. Melatonin hücre içinde mitokondriye nüfuz eden birkaç antioksidandan biridir. Bu sebeple melatonin diğer antioksidanlardan farklı olarak mitokondrinin faaliyetleri sırasında ortaya çıkan oksidasyon hasarından hücreyi korumaya vesile olur.
Epifizin ezilerek içindeki hormonlu sıvının çıkartılmasından elde edilen ekstrenin, tümör baskılayıcı bir hususiyete sahip olduğu yaklaşık yirmi yıldan beri bilinmektedir. Ancak, bu tesirin bağışıklık cevabını artırmasının yanı sıra, doğrudan bir anti kanserojen tesiri de ihtiva ettiği son yıllarda anlaşılmıştır. Epifizin bu anti kanserojen tesiri her ne kadar özellikle melatonine bağlanmışsa da, bu hormonun anti kanserojen tesir gösteren tek molekül olmadığı, salgı içinde bulunan peptidlerin de bu tesirde mühim rol oynadığı çeşitli çalışmalarla gösterilmiştir.
Epifiz salgıları doğrudan veya dolaylı olarak yaşlanmayı geciktirdiği için melatonine "yaşlanma karşıtı hormon" veya "gençlik hormonu" adları verilmiştir. Yapılan tecrübî çalışmalarda, epifizin çıkarılmasının yaşlanmayı hızlandırdığı ve beklenen hayat süresini kısalttığı tespit edilmiştir.
Melatonin tedavisinin viral enfeksiyonlar, kronik stres, cerrahî müdahaleler ve yaşlanmaya ek olarak bağışıklık zaafiyetini engellemeye vesile olduğuna dâir araştırmalar vardır. Melatonin âdeta bir çöpçü gibi, bütün çalışma saatleri boyunca yorulan ve atık madde biriktiren hücrelerimizin içine kolaylıkla girerek, bir süpürme vazifesi de yapmaktadır. Bu sessiz ve fark edemediğimiz temizlik, ertesi sabah hücrelerimizin yeni bir iş gününe hazır olabilmesi için yapılan en mühim faaliyetlerden biridir. Bu sayede, pek çok hastalığa (şeker, yüksek tansiyon, kanser, böbrek-karaciğer hastalıkları, vs.) sebep olduğu gösterilen oksijen ve azot radikalleri gibi zararlı maddeler ortamdan uzaklaştırılarak, hücrelerin içinde birikmesine mâni olunur.
Basitçe uygulanabilecek aşağıdaki prensipler melatoninin yeterli miktarda sentez ve salgılanmasına, dolayısıyla hücrelerde gece temizliğine yardımcı olacaktır. Bunun için yatak odalarında gece lâmbası olarak solgun kırmızı ışık tercih edilmelidir. Gece kalkıldığında mümkün olduğunca az ışık kullanılmalı, televizyon karşısında uyuma alışkanlığı mutlaka terk edilmeli ve aynı saatlerde yatıp kalkmaya hassasiyet gösterilmelidir.
Bütün bunlar da gösteriyor ki; insan organizması birçok hikmete binaen yaratılmış olan gece ve gündüze uyumlu bir şekilde halkedilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’deki mealen "Size geceyi örtü, uykuyu bir istirahat, gündüzü de dağılıp çalışma vakti kılan O’dur." (Furkan Sûresi–47) ve "Uykunuzu dinlenme yaptık." (Nebe Sûresi–9) ifadeleri ile bu nokta murad edilmiştir Allahüâlem. Hâl böyle iken insana düşen; geceyi gece, gündüzü de gündüz gibi değerlendirmek değil midir? Hem sıhhat hem de mânâ iklimi bakımından değerlendirildiğinde gecenin mümbit vakitlerinin; bizi bütün nimetleriyle perverde eden Sultanımız’ı zikir ve şükür maksadı dışında heba edilmesinin insan sağlığı bakımından ne kadar zararlı olduğu aşikârdır.
Doç. Dr. Mustafa ÇELİK