Kimileri tedavi edilemeyen bir hastalık gözüyle bakıyor aşka, kimi ikili delilik olarak adlandırıyor, kimi ise yalnızca bir yanılsama olduğunu söylüyor. Peki, tek bir tanımı olmayan aşk, evlilikte olmazsa olmaz mıdır ya da nedir birliktelikleri ayakta tutan, besleyen?
Yüz yıllarca kuşaktan kuşağa aktarılan Züleyha’nın "aşk" hikâyesini bilmeyen yoktur. Hani daha ilk görüşte Yusuf’un (as) güzelliği, nezaketi ve edebine vurulan, tüm servetini "Bugün Yusuf’u gördüm." diyenlere dağıtan, karşılaştığı herkesi "Yusuf" diye çağıran, hatta başını gökyüzüne kaldırdığında yıldızların onun adını dizilerek yazdığını iddia eden biçare Züleyha’nın hikâyesini… Şimdilerde böyle hikâyeleri dinlediğimizde "Nerede o bayramlar?" dediğimiz gibi "Nerede böyle aşklar?" sorusunu sorar hale geldik. "Aşkından öldüğünü, onsuz nefes alamadığını" iddia eden ve aşkı saplantı haline getirerek intihara bile kalkışan sahte örneklerin sayısı hiç de az değil. Sahte, çünkü "hayallerinin aşkına" kavuştuktan çok değil birkaç ay sonra "Aşkımız bitti" diye ayrılan çiftlerle çevrili etrafımız. Neden sabun köpüğü kıvamında günümüz "aşkları"? Neden pamuk ipliğine bağlı sözde Leyla Mecnun’ların birliktelikleri?
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Vedûd ismine ulaşmaya vesile olan aşkın, Züleyhâ’nın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı duyduğu muhabbette söz konusu olduğunu dile getirir. Üstad, Mektubat’ta Kur’ân-ı Hakim’in Yâkub Aleyhisselâm’ın yüksek duygularını Züleyha’nın duygularından ne derece yüksek göstermişse, şefkat hissinin de, aşk hissinden o derece yüksek olduğunu ifade ediyor. Çünkü şefkat, aşk ve muhabbetten çok daha keskin, parlak, ulvî ve nezihtir, aynı zamanda nübüvvet makamına lâyıktır. Her zaman için lâtîftir, nezihtir ve pek geniştir.
Zamanın bedii, günümüz "aşklarının" yüzeyselliğini öngörmüş olacak ki şişirilmiş içi boş aşkları ve âşığım diye geçinen sahte âşıkları şöyle anlatır: "Aşk ve muhabbetin çok dereceleri var ki, tenezzül edilmeyecek şekildedir. Aşk mukabele ister, bedelsiz yürümez, karşılık görmekle devam eder. Aşkın ağlamaları bir nev’î bedel ve karşılık istemektir. Aşk, yalnız sevgiliye mahsus duyulur. Hatta her şeyi sevgiliye feda ettirir. Sevgiliyi övmek ve güzel göstermek için de aşk, başka güzelleri kıskandırır, hürmetten düşürtür, güzelliklerini kırar. Hatta âşıklar o derece ileri giderler ki, ‘Güneş sevgilimin güzelliğini görüp utanıyor. Görmemek için bulut perdesini başına geçiriyor.’ diyecek derecede sevgililerini güneşten daha parlak ve daha güzel gösterme çabasına girerler."
Tüm bunları düşünürken "Sevmek eskidenmiş güzelim! Sanki yıllar öncesinde kalan… Neden günümüz aşkları kısa sürüyor? Var mı yanıtı olan?" diyesi geliyor insanın. Fuzuli’nin dediği gibi seven, sevdiğini bir sevgili, bir canan saydığı için mi yanılıyor? Sevilen sevenin cananı değil, bizzat canı olmadığı için mi tükeniyor "ölümsüz" aşklar? Nedir bu sevda kuraklığının sebebi? Aşk mı yalan, âşıklar mı? Yoksa her ikisi de mi? Uzmanların kimi çabuk tüketildiği için "fast food", kimi sağlam bir temele dayandırılmadığı için yanılsama olarak tanımlıyor günümüzde yaşanan aşkları. Peki, sağlam bir birliktelikte aşk olmazsa olmaz mıdır ya da hem dünya hem de ahiret arkadaşlığının olmazsa olmazı nedir? Bu soruyu gönül dilinden anlayanlara sorduk. Hepsinin ortak görüşü "Aşk gider, şefkat kalır." oldu.
Gençler, sevdiğini kaybetmemek için maske takıyor
İSKENDER PALA (YAZAR): "Çağımızın sancılı dünyasında bir kişinin aşktan bahsedebilmesi için ilk şart dürüst davranmak, ikinci şart da mürüvvet göstermek olmalıdır. Dürüstlük aşkın başlangıcını, mürüvvet de aşkın devamını doldurursa bir ömür aşkla dolu yaşanmış olur. Dürüstlükten maskesizlik, riyasızlık, dosdoğru oluş, hatır için veya karşısındaki insan kırılmasın diye eğilip bükülmemeyi kastediyorum. Yeni tanışan gençler genellikle birbirlerini gücendirmemek veya kaybetmemek için gerçekte sahip olmadıkları tavırlar, nazik veya iyi görünmek adına maskeler takınabiliyorlar. Ve elbette birbirlerine sahip olunca da bu maskeler çıkarılıp gerçek yüzleriyle ortaya çıkıyorlar. Bu tavır, gençlerin aşk dedikleri şeyin ilk yaralanışı ve ilk kırılma noktası oluyor.
Aşkın devamını sağlamak için de iki tarafın mürüvvet göstermesi gerekir. Bu kelimenin içini dolduran bazı özellikler vardır. Birincisi şefkat ve merhamet, ikincisi iyi niyet ve güven, üçüncüsü takdir ve beğenmedir. En çok sevdiği (veya öyle söylediği) insana karşı bile şefkat göstermeyen eşlerin evli kalması belki mümkündür, ama bu beraberlik severek mi yoksa katlanarak mı olacaktır, bunu düşünmek lazım. Yani aşk denilen şey iki kişi arasındaki maddi ve manevi ilişkiler bütününe sirayet eder. Burada ortaya çıkacak bir eksiklik veya görülecek çatlak, sapasağlam bir yapıya hasar verir. Bunun için aşktan bahseden insanlar öncelikle dürüstlükten, sonra da şefkat ve merhametten bahsetmelidirler."
Aşk gider şefkat kalır
Sevginin sürekliliği şefkat eksenli olmasına bağlıdır
Prof. Dr. Muhit Mert (Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı): "Tüketim çılgınlığının had safhada olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Maalesef her şeyi çok fazla ve çok çabuk tüketiyoruz. İnsanlar arası ilişkiler de bu çerçevede seyrediyor maalesef. Ulaşım ve iletişim vasıtalarının sürati de bu sürece olumsuz katkıda bulunuyor. Sevgiyi ve bunun ileri bir boyutu olan aşkı sürekli ve nitelikli kılan husus, kişinin sevdiğine vuslatındaki zorluktur. Eski toplumlarda cinsler arasında aşılması zor engeller olduğundan kişiler sevdiklerine vuslat imkânı bulamaz, ona duyduğu sevgi ve aşk yakar kavururdu. Üstelik sevgi ve aşk sadece hayvanî, tensel ve cinsel bir arzudan ibaret değildi, bunun da ötesinde ruhsal derunî bir boyutu vardı. Maalesef modern çağın tenperver insanı bu anlayışı yitirdiği için aşklar ve sevgiler uzun ömürlü ve yüksek nitelikli olmuyor. Belki de insan birini sevdiğine veya âşık olduğuna dair bir vehim yaşıyor. Yani temeli olmayan, gerçekliği bulunmayan bir duygu yanılsaması ile kendini kandırıyor. Âşık olmak, yanmak ve sevdiği uğruna candan ve tenden geçmek demektir. Bu insandan matlup bir ilişki biçimi de değildir. Hatta marazi bir hal olarak nitelenebilir ve toplumsal kabuller açısından soyutlanmaya vesile olur. Bunun yerine sevgi ikame edilmelidir. Daha sağlıklı bir ilişki temelidir.
Evliliklerin aşk temeli üzerine kurulması şart değildir, ancak sevgi esaslı olması o evliliğin gerçek bir evlilik olmasının temel şartıdır. Fakat bu sevginin de merhamet ve şefkat eksenli olması sevginin sürekliliği açısından önemlidir. Yeni nesil aşklarda bunu görmek mümkün müdür bilemiyorum, ancak çağdaş ilişki biçiminde çok sık rastlanan tenperverlik ve yoğun hayvanî his ve arzular sebebiyle ilişkilerin kısa süreli olduğu da bir gerçektir. Ten esaslı sevgi, uzun ömürlü olmaz.
Evliliklerin uzun ömürlü olabilmesi, ilişkilerin niteliğinin artması elbette ki sevginin beslenmesine bağlıdır. Bakımı yapılmayan tabiri caiz ise tımar edilmeyen bir sevgi ölmeye mahkûmdur, tıpkı sulanmayan çiçeklerin kuruması gibi. Tarafların birbirlerine olan sevgilerini besleyecek formüller bulmaları, vasıtalar aramaları, vesileler icat etmeleri gerekecektir. Bu da bazen bir hediyeleşme, bir mücamele (karşılıklı güzel ve gönül alıcı davranış, söz), bir affediş ya da sevdiğini yüzüne karşı söyleme vs. olabilir. Ama her şeyden önemlisi, kurulan ilişkinin ahiret uzantılı olmasını sağlayabilmektir. Zira bu sağlandığında taraflar birbirlerinin duygu, düşünce ve haklarına saygı gibi hususlarda çok hassas olacaklar ve ilişkilerinin fani şeylerle zedelenmesine müsaade etmeyeceklerdir. Aksi takdirde değer verip peşine takıldıkları her şeyi tarumar etmeleri kaçınılmaz olacaktır."
Evliliklerin aşk üzerine kurulması şart değil
Vedat Bilgiç (Sema Hastanesi Psikiyatri UZMANI): "Zamanımızın yeni üretilen bazı müzikleri ve şarkılarda anlatılan duygular geçmişe göre daha rasyonel, teknolojik, hızlı tüketilebilir ve daha mekanik. Müziğimiz de çabuk üretilip çabuk tüketilen, fabrikasyon sözler, mekanik ve teknolojik ritimler ile giderek yüzeyselleşen hislerimizle paralellik arz eder durumda… Geçmiş dönemin bir ömür süren için için kanayan, kandıkça derinleşen aşkları yerine bir ‘sms’le başlayıp biten yüzeysel ilişkiler ağı mevcut. Bir abartı var her yanda. Tıpkı çoğu popüler müzik eserlerinde olduğu gibi slogan repliklerle başlayan ayaküstü (fastfood) aşklar(!) çabucak tüketilip yeni arayışlara yöneliniyor.
Günümüz ilişkilerinin derinlikten ve gerçek ilişkiden giderek kopmasının birçok nedeni var. "Ben Nesli" isimli kitabında Dr. Tweng’in belirttiği gibi egoların şiştiği bir ben nesli oluşmaya başladı. Ego enflasyonu yaşayan insanlar sağlıklı bir benlik yerine şişirilmiş bir benlik taşırlar ve dış dünyadaki bireylere kendi gerçeklerini yansıttıklarından, karşıdakinin hakikatinden habersiz kaldıkları için gerçek bir ilişkiye giremezler. Daha çok kendi beğenileri arzuları ya da ihtiyaçları nazarından dünyaya baktıklarından ilişkileri muhataptan yoksun ben merkezlidir. İlişkinin başında abartılı bir yüceltme ve sevgi gösterisi olsa da ilişkiden beklenti karşılanmadığında veya beklenen doyum alındığında öfke patlamalarıyla ilişki bitirilir. Çünkü ego şişmesine sahip birey karşıdaki insanı da içine alan gerçek bir ilişkiden ziyade haza dayalı tek taraflı bir ilişki yaşamıştır. Bunun adı ilişmektir, ilişki bile değildir çünkü ilişki iki kişi gerektirir. Çocukluk ‘tüm güçlülüğü’nden arta kalan bu şişmiş egonun, kişinin büyümesiyle birlikte azalarak makul bir yoğunluğa gelmesi beklenir. Ama günümüz ebeveynleri çocuklarının büyümelerini geciktirecek davranışlarını uzun yıllar devam ettirdiğinden, otuz yaşını geçip evlendiği halde hâlâ ergenlik tipi bağlanma çatışmaları yaşayan aile sayısı hiçde az değildir.
Aşk gider şefkat kalır
Narsisizm aşkın hem nedeni hem zıddıdır. Aslında aşk kişinin kendi diğer yarısını arama çabasıdır. Ama bu arayış onu dönüştürmelidir. Çünkü kendinden bir adım öteye geçemeyenler gerçek bir ilişki kuramayacakları için aşka çok uzak düşerler. Bu nedenle âşık kişi biraz olsun kendi benliğinden öteye geçebilmeli, bir tarafıyla da muhatabında yok olabilmelidir. Günümüz ego enflasyonu yaşayan bazı gençlerin yaşadığı aşk denen durum daha çok kendi beklentilerini karşı tarafa yansıtıp kendi kurguladığı filmi izleyen seyircinin durumu gibidir. Biraz ileriye gidip perde olarak kullandıkları yüzeye çarptıklarında da veryansın edeceklerdir. O perde de diğer kişinin egosudur.
Bir başka kişiyi sevebilecek ve ilişki kurabilecek, hatta âşık olabilecek kişi önce kendisi var olmalıdır. Ruhsal açıdan bütünlüğünü sağlamış, olgunlaş olmalıdır. Zira ilişki bir köprüdür, içinde olan çiftler de o köprünün ayaklarıdır. Özellikle evlilik ilişkisi bu köprü ayaklarına büyük sorumluluklar yüklemektedir. Kendisi tek başına ayakta duramayan bir kiriş nasıl olur da başka yükleri taşır?
Bir de takıntılı ilişkiler var ki bu tür ilişkilerde kişi sevgi nesnesiyle takıntılı bir bağ kuruyor. Maalesef muhatabı bir nesneye indirgeyerek yaşanan bu tür ilişkiler de çoğu zaman gerçek bir ilişkiye dönüşemiyor. Temizlik takıntısı gibi bir hastalığı olan kişiler iyi bilinir ki gerçekten çok temiz ve düzenli olamazlar. Çünkü temizlik takıntısı temizlik yapmanın ötesinde başka ruhsal amaçlara hizmet eder. Bunun gibi narsizm vs. gibi amacının dışında bir ruhsal sürece hizmet eden ilişki arayışları da gerçek bir ilişkiye dönüşemeyeceği için hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur."
Zaman