Zamanın birinde Arif Amca adında bir adam yaşarmış. İkiz, iki tane çocuğu varmış Arif Amca’nın. Birinin adı Ali, diğerinin ki ise Veli imiş. Arif Amca bu çocuklarından birine, Ali’ye, çok iyi bakarken diğeriyle nedendir bilinmez pek ilgilenmezmiş. Ali’yi yedirir, içirir, doyurur; Veli’ye ise pek yemek vermezmiş. Ali’ye düzenli banyo yaptırır, güzel kokularla süslermiş. Diğer çocuğuna ise neredeyse hiç temizlik yapmazmış. Zamanla Ali serpilmiş, güzelleşmiş. Veli ise oldukça zayıflamış. Kuru, eli yüzü kir pas içinde gözünün feri sönmüş bir çocuk haline gelmiş. Hastalıklar velinin her tarafını sarmış. Ali’nin ufacık hastalığında onu doktorlara götüren Arif Amca, Veli’yi hiç doktora götürmezmiş. Çünkü yaşadığı yerlerde Veli adındaki çocukları doktora götürmek hiç hoş karşılanmıyormuş. Buna delilik gözüyle bakılıyormuş. Arif Amca’nın Veli’ye karşı olan bu tutumunu Veli’yi istememesine bağlayanlar olduğu gibi Veli’yi fark etmemesine bağlayanlar da oluyormuş. Çünkü farklı zamanlarsa Arif Amca’ya “Neden diğer evladın Veli ile de ilgilenmiyorsun?” dediklerinde “Benim öyle bir evladım var mı ki?” şekline cevaplar veriyormuş. Gel zaman, git zaman iyice rahatsızlanan Veli, artık ölüm döşeğine düşmüş. Arif Amca’nın tutumu değişmeyince, Veli bir ikindi vakti vefat etmiş. Ne ilginçtir ki, Veli’nin vefat ettiği aynı dakikada dışarıda top oynamakta olan Ali’nin ayağı burkulmuş, hızla yere düşmüş. Kafası kaldırım kenarına çarpmış ve o da oracıkta can vermiş. Çünkü kimse fark etmese de Ali ile Veli arasında derinden bir bağ varmış. Biri, diğeri olmadan asla yaşayamazmış.
DÜNYAYA İKİZ KARDEŞ GİBİ GELİRİZ
Bizler, bu dünyaya bir ikiz gibi iki kardeş olarak geliriz. Bir yanda bedenimiz vardır, diğer yanda ise ruhumuz. Biri madde aleminin, diğeri ise mana aleminin temsilcisi olan bu iki kardeş iç içedir aslında. Üstelik ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Beden, ruh olmadan pek bir işe yaramaz mesela. Çünkü gören göz değil, aslında ruhtur. Düşünce eylemi bir et parçası olan beyinde değil, ruhta gerçekleşir. Beden ruhun dünyaya açılan penceresidir kısaca. Beden ve ruh o kadar iç içedir ki, birinin hastalığı diğerini de hemen etkilemektedir.
Bu ikiz kardeş olan beden ile ruhun birbirinden farklı ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında hem beden hem de ruh hasta olur. Bizler, şimdiye kadar bedenimizin ihtiyaçlarını çok önemsedik. Hiçbir zaman bedenimizi ihmal etmedik. Ona gerekli bakımı yaptık. Ya ruhumuz? Hiç düşündük mü ruhumuzun ihtiyaçlar nedir, ruhum da kirlenir mi, diye? Ruhuma bakım yapmazsam neler başıma gelir, diye kendimize sorduk mu acaba?
Sanırım bizler, girişte verdiğim hikayedeki Arif Amcaya benziyoruz biraz. Bir tarafına, ikiz kardeşlerden birine çok iyi bakan ama diğer yönünü ihmal eden Arif Amca’ya. Şimdi birlikte Koca Yunus’un “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” cümlesini kendimize rehber edinerek kendimizi birazcık tanıyalım isterseniz. Önce bedenden başlayalım.
BEDENİMİZİN EN ÖNEMLİ İHTİYACI
Bedenimiz en önemli ihtiyacı havadır. Sonra su gelir ve sonrasında ise besin, yani yemek. Hava ihtiyacımızı karşılamazsak bedenimiz çöker. Birkaç gün su içmezsek, bu bedenimizin iflası anlamına gelir. Aynı şekilde bedenimizi gıdalarla takviye etmezsek, bedenimiz çürür. Bedenimize hava, su, yemek yetmez. Beden dinlenmek ister. Uyku, yine bedenin önemli ihtiyaçları arasındadır. Dinlenmenin yanında temizlik de bekler bedenimiz. Banyolar, duşlar bunun içindir.
Gördüğümüz gibi bedenimize çok iyi bakıyor ve onun ihtiyaçlarını özenle karşılıyoruz. Şimdi tekrar soruyorum, acaba ruhumuzun en derin ihtiyacı nedir? Kirlenen ruhumuzu en son ne ile nasıl temizledik? Ruh yorgunluğumuzu gidermek için ne yapıyoruz? Açıkça itiraf edelim ki, bizler ruhumuzla pek ilgilenmiyoruz. Bunun sonucunda ise ruh hastalıklarına düçar oluyoruz. Sağlıklı bedenlere ama iflas etmiş ruhlara sahip nesiller olarak büyüyoruz. Artık dikkatimizi ruha çevirmenin zamanı geldi. Merkeze bedenden önce ruhu almanın vakti geldi de geçiyor. Bu yazı bunun için bir başlangıç olsun ve artık bizler bedenimize baktığımız gibi ruhumuza da bakalım.
İHTİYACINI KARŞILAYAMADIĞIMIZ ÖLÜ RUHTUR
Şimdi gelelim psikoloji biliminin verileri eşliğinde ihmal ettiğimiz çocuğumuzu, ruhumuzu tanımaya. Öncelikle ruhumuzun ihtiyaçlarını öğrenelim. Çünkü ihtiyacını karşılamadığımız bir ruh ölü bir ruhtur. Psikoloji bilimi ruhun en derin ihtiyacının sevgi olduğunu söyler. Sevgisiz kalmış bir ruhun yaşamayacağını belirtir. Gerçekten de bir düşünün, bu dünyada hiç kimse ama hiç kimse sizi sevmeseydi ne yapardınız? Bu dünyanın bir anlamı olur muydu sizin için? Ya da, bizi bu hayata bağlı tutan kişilere bakalım. Genelde karşımıza sevdiğimiz kişiler çıkar. Bu bazen çocuğumuz, bazen eşimiz, bazen dostumuz, bazen anne-babamız bazen de kardeşimizdir. Yapılan bir araştırmada sevgisizliğin bedene, sigara içmekten, aşırı kilolu olmaktan ve egzersiz yapmamaktan daha fazla zarar verdiği görülmüştür. Ben, çocukların eğitimi ve psikolojisi ile de ilgileniyorum. Çocuk eğitiminin ve psikolojisinin de en temel kavramı sevgi. Sevgi dolu ortamda büyümeyen ve yeteri sevgiyi görmeyen bir çocukta genelde davranış sorunları ortaya çıkıyor. Bu nedenle çocuk sorunlarına yaklaşırken önce sevgi penceresinden yaklaşıyoruz.
Demek ki, ruhumuzun en önemli ihtiyacı sevgi. Hava gibi. Bana göre günde bir insan en az 8-10 defa sevildiğini derinden hissetmesi gerekiyor. Anneler-babalar olarak çocuklarımızı gün boyu eleştirmeyi bir kenara bırakıp onları sevdiğinizi hissettirelim artık. Çocuğum içinden desin “Gerçekten annem ve babam beni çok seviyor. Bunu bugün defalarca hissettim”. Ben bir eşsem ve eşimin beni sevdiğini o gün içinde hiç hissetmediysem ruhum aç kalmış demektir. Sevgimizi göstermek ve hissettirmek konusunda Garry Chapman’ın 5 Sevgi Dili kavramı işimize yarayacaktır.
Ruhumuzun diğer önemli ihtiyacı ise ilgidir. İlgi ihtiyacı, bedendeki su ihtiyacı gibidir. Sevgi beraberinde ilgiyi getirmezse o ruhta yine sorunlar ortaya çıkar. Çünkü doğru yoldan karşılanmayan her ihtiyaç yanlış bir yoldan karşılanır. Anne-babasından yeteri ilgiyi göremeyen çocuk, değişik davranışlar sergileyerek, gereksiz espriler ve konuşmalar yaparak ilgiyi kendine çekmek ister. Çünkü ruhu ilgi istemekte anne-baba bu ilgiyi vermemektedir. Bazı yetişkinler için ‘İlgi hastası’ deriz değil mi? Bu aslında zamanında verilmeyen ilgilinin farklı bir şekilde elde edilme çabasıdır. Çocuklarımızın, eşimizin ruh sağlıklarını korumak istiyorsak onlara gerekli ilgiyi hem de her gün göstermek durumundayız.
Ruhumuzun diğer önemli ihtiyacı ise takdir, yani değerli olduğunu hissetmektir. Bu ihtiyaç da bedendeki gıda ve yemek ihtiyacı gibidir. Takdir edildiğimiz zamanları düşünelim, ruhumuz bir anda kendine geliyor değil mi? Takdir bize mutluluk veriyor. Neden? Ruhumuzun bir ihtiyacını karşılıyor da ondan. Çünkü takdir edildikçe biz değerli olduğumuzu hissediyoruz. Bu his bizi ayakta tutuyor.
Takdir, güzellikle bize verilmezse biz önce soru sorarak bu takdiri almaya çalışıyoruz. “Nasıl bu gün güzel görünüyor muyum?”, “Yemek nasıl olmuş, beğendin mi?”, “Sahnedeki konuşmam sence nasıldı?” şeklinde sorular sorarak takdiri bekliyoruz. Yani, beni takdir edin lütfen, diyoruz. Eğer yeterli takdiri sorularla da alamıyorsak o zaman kendi kendimizi takdir etmeye başlıyoruz. “Bugün de çok yakışıklıyım.”, “Hımm, çorba harika olmuş.”, “Yine çok güzel konuştum be.” şeklindeki cümlelerimiz aslında takdirden başka bir şey değil. Demek ki ruhumuz günde en az üç defa da takdir bekliyor. Yemek gibi. Anne-baba olarak görevimiz çocuklara bu takdiri sunmak. Mutlu bir evlilik için eşlerin birbirini günde en az üç defa takdir etmesi gerekiyor.
İNSANLARI TAKDİR ETMENİN ÖNÜNDEKİ İKİ ENGEL
İnsanları takdir etmek isterken önümüze iki engel çıkıyor. İlki “Zaten vazifesi, yapması gereken bir şey, neden takdir edeyim ki?” Bir kişi vazifesini yapsa bile takdir edilmeli, çünkü o vazifeyi yapmayabilir, savsaklayabilir. Yapılan bu vazife için ücret veriliyor olması takdire engel olamaz. İkincisi ise “Şimdi takdir edeceğim, benliği şişecek, egosu kabaracak, kendini bir şey zannedecek.” düşüncesi. Doğru, gereksiz ve yanlış verilen takdir, bu sorunlara yol açabilir. Ancak zararı olabilir diye faydalı bir işi tamamen terk etmek oldukça yanlıştır. Bu kaza yapabilirim, deyip trafiğe çıkmamaya ve arabaya binmemeye benzer. Küçük bir zarardan kaçılırken büyük bir fayda da elden gider. Zihnimize yerleşen bu iki düşünceyi bir kenara bırakıp hak edene takdiri verelim lütfen.
RUHUMUZUN EN TEMEL İHTİYAÇLARI
Özetle, bedenimizin olduğu gibi ruhumuzun da ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında ruh hastalıkları meydana çıkıyor. Ruhumuzun en temel ihtiyaçları sevgi ve ilgi ve takdir. Üstelik ruhumuz bu ihtiyaçlarının ara sıra değil her gün karşılanması gerekiyor. Önce biz, çevremizdeki acıkmış ruhları doyuralım. İşe eşimizden ve çocuğumuzdan başlayalım. Bizim başlattığımız bu hareket dönüp bizi bulacaktır zaten.
Psikolojik Danışman & Pedagog Mehmet Teber
www.mehmetteber.com