Al Jazeera’den Abdulkadir Konuksever uyuşturucu konusunda çalışmalarıyla tanınan uzmanlar Profesör Aytekin Sır ve Psikolog Yrd. Doç. Eda Erdener ile görüştü.
Bingöl Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Eda Erdener’e göre, uyuşturucu psikolojik olmaktan çok politik bir sorun. Güneydoğu’da son yıllarda madde bağımlılığının ciddi bir artış gösterdiğini belirten Erdener, bunun tesadüf olmadığını savunuyor:
“30 yıllık çatışmalı ortamın yarattığı sorunlardan biri de işsizlik. Bu önemli bir faktör. Kültürel dokudaki büyük hasar uyuşturucu madde kullanımına sebep oldu. Diyarbakır bütün bölgeden göç alıyor. Göç sonucu gelen insanlar iş bulmakta güçlük çekiyorlar. En kolay geçim kaynağı uyuşturucu madde oluyor. Bölgenin belirli kesimlerinde yerleşen bu kişiler böyle faaliyet sürdürüyorlar. Bunları inceliyoruz ama asıl amacımız uyuşturucu ile nasıl mücadele edebiliriz? Ayrıca emniyetin bu noktada ciddi bir politikasının olup olmadığını sorgulamak gerekiyor.”
Diyarbakır’daki en riskli bölgelerin Sur ve Bağlar ilçesi olduğunu belirten Erdener, özellikle Diyarbakır ve Şanlıurfa’ya da dikkat çekiyor.
“Diyarbakır, uyuşturucu kullanımında Türkiye’de ilk sırada bulunuyor. Esrar maddesinin en çok kullandığı yerler Diyarbakır ve Şanlıurfa başta olmak üzere bölge illeri. Kürt çocuklarının özellikle madde kullanıyor olması, bölgenin gerçekleriyle değerlendirildiğinde manidar. Bölgedeki madde bağımlılığı, 30 yıllık çatışmalı politik süreçten kesinlikle ayrılamaz. Bölgede 90’larda tarım alanlarının ve hayvanların yok edildiği köy yakmalarla, doğal alanların savaş sebebiyle tahrip edilmesiyle beraber göçler özellikle Diyarbakır’ın Sur ve Bağlar ilçelerinde yoğunlaştı. Bu ikisi yüksek oranda göç alan bölgelerdir ve Diyarbakır’da en çok madde kullanımının ve satışının bu ikisinde görülmesi tesadüf değildir.”
‘Devlet göz yumdu’
Uyuşturucu kullanan ve satan ailelerin daha önce siyasi sebeplerle cezaevine giren, devletle başı derde girmiş Kürt aileler olduğuna sıklıkla rastladıklarını da belirten Erdener, devletin yıllarca bölgede esrar ekimine göz yumduğunu savunuyor.
“Yıllarca bölgede esrar ekimine devlet göz yummuştur. Özellikle Diyarbakır için Lice’nin esrar tarlalarıyla dolu olduğunu ve tarım alanları tahrip edilen köylülerin tek geçim kaynağı olduğunu biliyoruz. Barış sürecinden sonra bu tarlalar yakılmaya başlansa da köylüler yeniden esrar ekmeye devam etmektedirler. Şehirlerde babalarının cezaevi süreçleri ya da işsizliği sonucunda, göçle gelen bu gençlerin eğitimi erken yaşlarda yarıda kesilmiştir. Eğitimsizlik ve meslek edinememe, yasadışı bir meslek edinme halini getiriyor.”
Diyarbakır’da Bağlar ve Sur ilçelerinde pek çok kullanıcı ile görüştüğünü söyleyen Erdener pek çok noktada uyuşturucu kullanımının ‘erkek olmak’ figürü ile özdeşleştirildiğini ifade ediyor.
“Buradaki gençlerle konuştuğumda iki sebepten bahsediyorlar: İlki, madde alt kültürü içinde doğmuş olmaları. Ataerkil kodlarla “erkek olmak” sokakta sosyalleşmekten, kavgadan ve madde kullanımından geçiyor. İkincisi ise yoksulluğa, dışarıdaki ve evdeki şiddete başka türlü dayanamıyor olduklarını söylüyorlar. Bu toplumun gençlerinde direniş ve öfke kadar kadercilik de var. Özellikle ailelerinin içinde bulunduğu açlık sınırının bile altındaki yoksulluk, işsizlik bunun en büyük sebebi. Doğu’daki çocuklar ve gençler; Batı’daki çocukların eğitim, eğlence, sosyalleşme alanlarından hâlâ yoksunlar. Tek sosyalleşebilecekleri yer sokak. Bölgede ergenlerin kendilerine aidiyet hissettikleri “madde alt kültürü” yerine koyabileceğiniz bir alt kültür yaratmak gerekiyor.”
‘Operasyonlar sadece torbacılara’
Uyuşturucu madde suçlarının sadece “kolay yakalanabilen”, yani sokaktaki torbacıya-kullanıcıya karşı işletildiğini gözlemlediğini de aktaran Erdener, uyuşturucu kartellerinin her zaman bu operasyonlardan muaf tutulduğunu düşünüyor:
“Bu cezaların artırılması çözüm değildir. Cezanın artışı, geçim kaynağı olarak madde satıcılığını ‘torbacılıkta’ gören, düşük sosyo-ekonomik kesimin daha da belini bükmekten, ailenin erkeklerini cezaevine göndermekten ve aileyi yine mağdur etmekten başka bir işe yaramıyor. Son yıllarda uygulamada artış gösteren “denetimli serbestliğin” uyuşturucu madde suçlarında işletilmesini yerinde buluyorum. Yapılan çalışmalara göre denetimli serbestlik, cezaevi gibi kişiyi toplumdan soğutmuyor ve cezaevine girmemek için kişinin bir daha suç işlemesini de engelliyor. Yeni bir hayat için, bu suçları işlemiş geniş halk kitlesinin yeni bir şansa ihtiyaçları var.
Bazı uyuşturucu türleri testlerde çıkmıyor
Dicle Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Aytekin Sır da, uyuşturucu kullanımında artış gözlemlediklerini ve kullanım yaşının giderek düştüğünü söylüyor:
“Uyuşturucudan dolayı başvuru sayısı artıyor. Çok küçük yaştaki çocuklar var ne yazık ki… Aralarında ne yazık ki sekiz yaşında dahi bu maddeyi kullananlara rastlıyoruz. Bize geldiğinde 13’ünde 14’ünde, oysa çok daha küçük yaşta kullanmaya başlamış olduğunu görüyoruz. En çok gözlemlediğimiz ise; aile çevresinde kullanan varsa çocuklarda kullanım çok daha çabuk oluyor. Çok daha çabuk bu işin içerisine girebiliyorlar. Yani akrabalar arasında birisi esrar kullanıyorsa, çocuk bunu merak ediyor. Anne-babanın sigara kullanması gibi. Çocuk da ‘ben de alsam, ben de denesem’ diyor.”
Kulanıcıların bitkisel türlerden kimyasal türlere geçmesiyle tehlikenin daha fazla büyüdüğünü kaydeden Sır, literatürde olmayan bu türün tespit edilip suç kapsamına alınıncaya kadar piyasasını yapmış olduğunu, ‘bonzai’nin de bu yolla yaygınlaştığını söylüyor:
“Bonzai gibi birçok kimyasal, piyayasa çıktıktan bir süre sonra yasaklanıyor. Bir süre testlerde çıkmıyor. Bu önemli bir avantaj oluyor kullanıcı için. Çünkü sizin rutin testleriniz içerisinde bakıyorsunuz henüz o madde yok. Ama o testlerde çıkmaması bunu kullanmadığı anlamına gelmiyor. Cezai müeyyidelerden kurtuluyorlar. Sonra siz öğreniyorsunuz, tarıyorsunuz, kitlerini bulup test cihazına koyuyorsunuz falan. Ondan sonra cezalandırma olabiliyor, yasaklanıyor. Sonra bakıyorsunuz siz bununla uğraşırken başka bir madde piyasayı tutmuş. Kimyasal bağımlılar saldırmaktan hiç çekinmiyorlar ve çok ciddi şiddete eğilim söz konusu oluyor. Bunları kullananlarda anti sosyal kişilik bozukluğu dediğimiz yapıdaki insanlarda daha yaygın. Anti sosyal kişilik bozukluğunun temel özelliği de bu insanlarda vicdan söz konusu olmaz. Sadece kendilerini düşünürler. Önemli olan kendisinin çıkarı ve alacağı hazdır. Çevreme zarar veririm endişesi hemen hemen yoktur. Yalan söylemekten çekinmezler, çok rahat hırsızlık yaparlar, cana kıyarlar, saldırabilirler.”
Uyuşturucularla mücadelede en iyi yolun ‘yangını başlatmamak’ olarak tanımlayan Sır şöyle devam ediyor:
“Esas konu ailelerin çocuklarını bunlardan nasıl uzak tutacakları. Bir kişinin bulaştıktan sonra, maddeyi almaya başladıktan sonra ne kadar kullanacağını, ne kadar ileriye götüreceğini, nerede duracağını kestirmek mümkün değil. Yani bir yangının başlaması gibi. Ama o yangını başlatmamak bizim elimizde. Yangın başladı mı bunu nerede durdurabilirsiniz belli değil. Diğer maddeler için de böyledir. Burada önemli olan tanıştırmamak; karşılaştırmamak. Önemli olan bu maddeyle karşı karşıya getirmemek.”
Peki bunun için neler yapmak gerekiyor? Prof. Sır en büyük görevin ailelere düştüğü görüşünde:
“Doğu bölgesinde çocuk sayısı fazla ve şiddet çok yaygın. Özellikle şiddet söz konusuysa o zaman çocuk evden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyor, aileye küsüyor ve kendisine göre bir güç elde etmeye çalışıyor. Arkadaş çevresinde bir yer edinmeye çalışıyor ve o grubun davranış kalıplarını kısa sürede benimsiyor. O grup içerisinde bir tane kullanan varsa diğerlerine de bulaştırıyor hemen. Aile çocuğunu dışarı itmemeli. Kullanıyor olsa bile itmemeli. Tam aksine sahip çıkmalı. Doktora gitmeli, tedaviye başlanmalı. Ama aile bunu şiddetle çözmeye çalıştığında o grubun içerisine daha çok itiyor. Ailelere söylediğimiz şey şu; çocuğunuz ne yapıyor bilin. Aileler diyorlar ki ‘arkadaşına gitti.’ ‘Hangi arkadaşına gitti?’ ‘Bilmiyorum.’ ‘Peki tanır mısın o arkadaşını?’ ‘Yok tanımam.’ O gittiği arkadaşlarını mutlaka tanıyın. Eve çağırın arkadaşlarını. Onlara bir çay yapın. Kek yapın yanına bir bisküvi koyun. Ama o çocukları eve çağırın ve burada oturun deyin. Dışarıya gitmeyin. O arkadaşlarını bir tanıyın bakalım nasıl insanlar. Annesi kim, babası kim bir sor hangi mahallede otururlar. Annelerini babalarını bir tanı, görüş ki çocuğunun en azından çevresini bil. Yoksa çocuğu hiç bilmediği bir çevreye girebiliyor v ne yazık ki kaybolup gidebiliyor. Aileler çocuklarına dört elle sarılacak ki onları kaybetmesin. Küçük yaştan itibaren bu samimiyeti sağlamalılar. Çocuk şunu bilmeli; ‘benim bir sıkıntım olduğunda ben anneme açarım, onlar da beni kucaklarlar.”