3 çocuk tavsiyesi pedagojik olarak doğru mu?

Çocuk
Gizem Gül’ün röportajı Başbakan Erdoğan 3 çocuk tavsiyesini hemen her fırsatta dile getiriyor. Türkiye’deki nüfusun giderek azalması ve 2030 yılından itibaren Türkiye’nin nüfusunun h...
EMOJİLE

Gizem Gül’ün röportajı

Başbakan Erdoğan 3 çocuk tavsiyesini hemen her fırsatta dile getiriyor. Türkiye’deki nüfusun giderek azalması ve 2030 yılından itibaren Türkiye’nin nüfusunun hızla yaşlanması nedeniyle Başbakan’ın bu konuyu ne kadar çok önemsediğini hepimiz biliyoruz. Hatta hükümet ailelerin 3 çocuk sahibi olması için anne ile çocuklara çok özel teşvikler sunmaya hazırlanıyor. Peki Başbakan’ın 3 çocuk söylemi pedagojik olarak doğru mu? Tek çocuklu ya da çok çocuk olmak çocuklar açısından ne anlama geliyor? Bu konuyu Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Gelişimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nüket İşiten ile konuştuk.

BAKABİLDİĞİN KADAR ÇOCUK YAPMAK GEREK

Türk toplumu eskiden beri çok çocuklu ailelerden oluşurdu. Ama sonraki yıllarda modernleşme ile birlikte bu durum değişerek çekirdek ailenin özendirildiği bir yapı oluşmaya başladı. Buna göre geniş aile gelenekselliğin, çekirdek aile ise modernliğin bir göstergesi gibi algılanıyordu. Günümüzde ise bu algının değişmeye başladığını söyleyebilir miyiz?

Öncelikle çok çocuklu aile ve geniş aile arasındaki ayrımı yapmak gerekiyor. Geniş aile deyince halalar, teyzeler, dayılar, amcalar gibi aile bireylerinin bir arada yaşayan aileyi kastediyoruz. Geniş aile başka otorite figürlerinin de devreye girdiği, iç içe girmiş aile örüntülerinden oluşur ki bu durumun çocuğun gelişimi üzerinde sakıncaları vardır. Çünkü çocuk süper ego olarak özdeşim öznesidir ve geniş ailelerde çocuğun dünyasında birden fazla otorite figürü vardır. Bu durumda sınırlar ve ölçüler karışır; birinin ‘evet’i öbürünün ‘hayır’ı anlamına gelir. Böyle olunca da tutarsız davranışlar, davranış bozuklukları, sınırlarını bilmeyen, kafası biraz karışık bir birey yetişiyor demektir. Ama çok çocuklu aile başka bir şeydir. Tek çocuklu ailelerden çok çocukluğu aileye doğru bir değişim, bizim geçiş döneminde olmamızın getirdiği bir şeydir. Hani eskinden bizlere filmlerde ve romanlarda pompalanan bir Amerikan rüyası vardı. Çok çocuklu, geniş ve güzel evlerde yaşayan, herkesin sağlıklı ve mutlu olduğu, her şeyin harika gittiği böyle bir aile modelleri gösterilirdi. Bu da bir rüya aslına bakarsanız, bu kadar çok çocuk olması da bir rüya… Bakabildiğin kadar çocuk olması önemli. Bakabildiğin çocuk 1’dir, 2’dir, o zaman orada kal. Hazır hissediyorsun o zaman yap, hazır hissetmiyorsun yapma. Özeti bu aslında. Mesela anne babanın 1 tane çocuğu vardır ama sorunludur. Bir aileye siz ille de bu kadar çocuk yapacaksın denilemez. Önemli olan o çocuğu hakkıyla yetiştirip topluma kazandırabilmek.

BAŞBAKAN’IN GÖNLÜNDEN GEÇEN O…

Başbakan Erdoğan 3 çocuk söylemini daha çok Türkiye’deki genç nüfus oranının korunması ile ilgili olarak dile getiriyor. Bu konuyu pedagojik olarak değerlendirirseniz neler söylersiniz? Başbakan’ın 3 çocuk tavsiyesi pedagojik olarak doğru mu?

Tek çocuk olmanın getirdiği birtakım sakıncalar var. Çocuğun başkalarıyla ilişki kurmasında, kendilik algısı ve paylaşmayı öğrenmesiyle ilgili birtakım problemleri olabiliyor. Ama çok çocuk da çok doğru değil. Tabi ki çocuğun kardeşinin olması önemli. Ama bunu 3 gibi bir sayıyla sınırlamanın bilimsel bir zemini yok. Muhtemel ki Başbakan’ın gönlünden geçen o… Duygusal olarak Başbakan böyle istiyor ve bunu dile getiriyor. Neden 1 ya da 2 değil de 3? Onun bir belirleyicisi yok. Ama evet tek çocuk olmanın hem çocukluk döneminde hem de yetişkin döneminde bazı olumsuz etkileri var.

"İDEAL ÇOCUK SAYISI ŞUDUR" DİYE BİR ŞEY YOK

Çocukların psikolojik durumları dikkate alınarak bir ailenin sahip olması gereken en ideal çocuk sayısı nedir? Çocuk sayısı için böyle bir kriter var mı?

Hayır, yok ama çocukların birbiriyle anlaşabileceği bir yaş aralığı olması gerekiyor. O da birkaç yaşla sınırlı. Yaş sınırı da özellikle 2, 3 ya da 4 olmalı da diyemeyiz, öyle bir şey de yok. Ama kardeşlerin arasında birkaç yaşın olması önemli.  Tabi aslında çocukların arasındaki yaş farkı biraz da anneye bağlı olarak değişiyor. Annenin bir çocuğu iyi kötü kotarabilmiş, kendisini ikinci bir çocuğa hazır hissettiği, ikinci çocuğu bakabilirim dediği durumda ikinci çocuğu yapması gerekir. Üstelik de anneler ikinci çocuklarında daha tecrübeli oldukları için daha az kaygılı bir anne oluyorlar.

Tek çocuklu ailelerin oluşturduğu toplumla, çok çocuklu ailelerin oluşturduğu toplum arasında ne gibi farklar vardır? Ya da böyle bir farktan söz edebilir miyiz?

Aslında böyle bir farktan söz edilebilir. Şöyle bir şey var orada, yine ben yaşadığım ve deneyimlediğim bir ülke olduğu için Amerika’dan örnek vereceğim. Amerika’dan sonra Hollanda, Belçika, Almanya gibi Avrupa ülkelerine gidince aradaki farkı gördüm. Mesela Amerika’da insanlar hep ben merkezli yaşıyorlardı. Çok şaşırmıştım, herkes dış dünyaya kendini kapatıp, sınırlayan polaroid gibi kara kara kara gözlükler takıyorlardı. Orada sürekli yemek yiyen ve çok uçlarda yaşayan insan tipleri gördüm. Bu kişiler hep ben merkezli yaşayan, çok çocuklu ailelerin içerisinden gelen tek çocuklardı. Şöyle ki bu aileler, annenin birinci evliliğinden olan 1 çocuk, babanın üçüncü evliliğinden olan 1 çocuk gibi ailede birbiriyle kısmen kan bağı olan kısmen kan bağı hiç olmayan birtakım tek çocukların oluşturduğu çok çocuklu aileler şeklindeydi. Bu durum da ebeveyn figürleriyle ilgili yoksunluklar yaşayan sağlıklı gelişim fırsatını tam olarak yakalayamamış, yoksunluklarıyla yetişen ve ben merkezli yaşayan insanların oluşmasına neden olduğunu düşünüyorum. Hep bu nedenlerden dolayı o insanlar izoleydiler; anneannesini, babaannesini, ablasını, babasını bir kuruma bırakıp bir daha hiç arayıp sormayan insanlardı. Tabi anne, baba bakımının sağlanması için bir kuruma da bırakılabilir belki ama aradaki bağın devam etmesi, sağlıklı ilişkilerin sürmesi önemli.

Bizim toplumumuzda çok çocuklu ailelerde iletişimin sağlıklı olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır, çoğunlukla ne yazık ki olumsuz cevap vereceğim buna.

ÇOCUĞUN KAFASINDA BİR OTORİTE FİGÜRÜ OLMALI

Peki bunun nedenleri sizce neler olabilir?

31 yılını bitirmiş, 32 senesinde olan bir hekim olarak bizim toplumumuzda çok erken yaşlarda anne olanların sayısının çok fazla olduğunu düşünüyorum. Çok genç yaşta, 14-16 yaşlarında kendi kimlik gelişim sürecini tam tamamlamadan anne olan kadınlara kendilik algısını ve kendi sorumluluklarını tam oturtamadan başka sorumluluklar eklenmiş oluyor. Çoğunlukla bu anneler daha az eğitimli oluyor.  Bu durumda da evdeki bir hala, bir babaanne, hatta bazen babaanneler olabiliyor ve bu kişiler anneye yol gösterici, yardım edici bir role sahip olabiliyorlar. Bazen de bu kişiler güçler savaşı sürdürücü muhtelif yaklaşımlarla annelik rolünü yaşamasına da çok izin vermiyorlar. Bu durum çocuk açısından kusurlu bir gelişime neden oluyor. Çocuğun kafasında bir otorite figürü olmalı. Bir annesi, bir babası olmalı. Hatta uygulayıcı olarak bir kişi olmalı. Doğru-yanlış, yap-yapma, günah-sevap, evet-hayır, siyah-beyaz gibi değer yargıları çocuğun kafasında net olmalı. Çocuk da sınırlarını, hayatta nerede duracağını bilmeli. Hayatta nerede duracağını bilemeyen bir çocuğun kafası hakikaten karışık oluyor. O zaman da davranış, dürtü kontrolü sorunları gösteren, iyi-kötü, doğru-yanlış değer yargılarını ve moral etik değerleri kazanamamış olan, dünya ben nasıl istiyorsam öyle dönsün beklentisi içerisinde olan tarzda bireyler yetişmeye açık olunuyor.

TEK ÇOCUK EL BEBEK, GÜL BEBEK BÜYÜTÜLÜYOR

Tek çocuk olmak ya da çok çocuklu bir ailede çocuk olmak arasında nasıl bir fark var?

Tek çocuk paylaşmayı bilmiyor, kendilik algısı farklı oluyor. Çünkü bir ailenin tek bir çocuğu varsa, o çocuk el bebek, gül bebek, pamuklara sarılarak büyütülüyor.  Çocuk, o evin bir tanecik prensi ya da prensesi; anneannesinin, babaannesinin gülü oluyor. “Aman da çocuk ne isterse o olacak…” düşüncesiyle bir bireyin yetiştiğini düşünün, çocuk bütün dünya benim etrafımda, herkes bana amade diye düşünür. Ben o kadar iyi bir varlığım ki ben ne dersem o olacak, ben ne istersem o yapılacak, zaten her şeyin iyisi, güzeli, doğrusu benim şeklindeki algılama, doğru ve sağlıklı bir algılama mı? Hayır değil. Mesela tek çocuklu bir aileyi düşünelim ve diyelim ki eve pasta alındı. İlk dilim ve en büyük dilim ona veriliyor. Hatta, isterse de bir tane daha alabilirsin deniyor.

ÇOK ÇOCUKLU AİLEDE ÇOCUK PAYLAŞMAYI ÖĞRENİYOR

Şimdi çok çocuklu ya da birkaç çocuklu bir aileyi düşünelim. O zaman nasıl oluyor? Pasta herkese eşit dağıtılıyor. Algılama aslında ne kadar farklılaşıyor. Çok çocuklu ailede yaşayan bir çocuk bu şekilde “Benim de hakkım var, bu dünyada ben de varım ama başka insanlar da var. Ben ne kadar varsam ve iyiysem başka insanlar da var ve iyi. Onların da hakkına saygı duymalıyım. Bir alıp ikinciyi istersem öbürünün de istemesi gibi bir şey sözkonusu. Aynı hakka başkası da sahip.” şeklinde algılıyor. Bireyin bu noktaya gelebilmesi önemli. Çocuğun paylaşmayı bilmesi, kendilik algısında kendini doğru ve sağlıklı bir şekilde oturtabilmesi ve sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilmesi gerek.  Mesela önce sen su iç, sonra ben su içeceğim. Ama öbür seferinde de önce ben bisiklete bineceğim, ben ineceğim, ondan sonra da sen bineceksin. Bir dahaki sefere de şöyle olacak. Ben de iyiyim, ben de önemliyim ama sen de aynı şekilde iyi ve önemlisin ve biz bunu sıraya sokabiliriz. Normal budur, bu algının içselleştirilmesi gerekir. Ama diğer örnekte çocuk bir tanecik prens ve prensestir. Ne isterse olur hatta daha da fazlası olabilir. Yeter ki o istesin…

Tek çocuk bile olsa çocuğa bu söylediğiniz özellikler kazandırılabilir mi?

Elbette bunun istisnaları olabilir. Zaten tek çocuklu aile asla olmaz demiyoruz. Tek çocuklu aile tabi ki olabilir, bunun aklımıza gelmeyen birçok sebebi de olabilir. Önemli olan bu özelliklerin yaşatılarak kazandırılmasıdır. Bazı şeyleri söyleyerek değil, yaşaya yaşaya içine sindire sindire olgunlaşmanın sağlanması ve çatışmaların çözümlenmesi gerekir. Bizim klinikte çalışan bir psikolog arkadaşımın ikiz bebekleri vardı, çift yumurta ikizi biri kız biri erkek. Bir gün bu arkadaşım kızının bir bebeğini yatırmış, bir de oyuncak zürafası yatırarak birini sağ eliyle birini sol eliyle tutup ikisine birden ninni söyleyerek uyuttuğunu görmüş.  Bunu yapan 18 aylıktan küçük bir çocuktan söz ediyoruz. Çocuk ikisini birden yatırmış, ikisini birden uyutuyor. O kadar baştan başlamış ki bunu öğrenmeye. İşte bu yaşanarak öğrenmenin, sindirmenin ve hazmetmiş olmanın güzel bir örneği… İkisi de uyuyacak, birine sağ elimi veriyorum, birine sol elimi veriyorum ikisini birden uyutuyorum.

TEK ÇOCUK MU, ÇOK ÇOCUK MU? İKİSİNİN ZORLUKLARI FARKLI FARKLI

Çocuklara bu özellikleri kazandırmak anlamında tek çocuk annesi mi olmak daha zor yoksa çok çocuklu bir anne mi olmak daha zor?

İkisinin de zorlukları farklı farklı. Tek çocuk annesi olmak başta kolay gibi gözükür, ilk baktığınızda tek çocuk annesinin avantajları var diye düşünülür. Evet tek bir tane çocuk var, o ne isterse, nasıl isterse hemen orada o yapılıverir. Anne bir çocuğa daha çok zaman ayırır gibi gözükse de bunun anne ve çocuk arasındaki ilişkinin niteliği ve kalitesi ile çok yakından ilgisi vardır. Çocuğa biraz önce dile getirdiğim ikiz bebek örneğinde olduğu gibi çocuğun sahip olması gereken özellikleri yaşatarak öğretebilmesi çok daha zordur. Anne bunları nasıl gösterecek?

ANNE KARDEŞİN YERİNİ TUTMAZ

Sonuçta anne büyük bir kişi. Ama çocuğun yanında kendi gibi, birçok şeyi paylaşacağı bir kardeşi olması çok daha farklı bir durum. Kendisinden biraz büyük, biraz küçük ya da aynı yaşta… Ama bir kardeş olması önemli. Yine kendimizden düşünelim eğer kardeşiniz varsa kardeşinizle oynadığınız oyun başkadır, annenizle oynadığınız oyun başkadır. Biraz büyüyelim, annemize söylediğimiz şey başkadır, kardeşimize söylediğimiz şey başkadır. Hatta sırlarımız vardır anneyle paylaşılır, sırlarımız vardır kardeşle paylaşılır. Onların dereceleri ve yerleri vardır. Bazı şeyler kardeş olduğunda yaşanılan, oturtulan şeylerdir. Bir insanın kardeşinin olmasının çok artıları var ama tabi çok çocuklu olmanın getirdiği bir dolu da dezavantajları da var. Örneğin anne açısından düşünelim, anne hangi birine yetişecek, biriyle ilgilenirken diğerini ihmal ettim diye suçluluk duygusu yaşayacak. Bugün tek çocuklu anneler de bile “Ah işime çok vakit ayırıyorum da çocuğumu ihmal ediyorum.” şeklinde suçluluk duygusu yaşamayan anne daha görmedim. Bir de iki çocuk olduğunda anneler, “Bunu ders çalıştırıyorum, ötekini çalıştıramıyorum; bunun hastalığı var ötekini ihmal ediyorum; buna öncelik tanıdım da öteki kenarda kaldı.” gibi düşünebiliyor. Tabi bu durumun çocuk üzerinde de etkileri var. Rekabetler, kıskançlıklar gibi mesela. Biri öbüründen daha mı kolay? İkisinin de artıları var, eksileri var.

ARKADAŞLAR SEÇİLMİŞ KARDEŞLERDİR, KARDEŞLER ZORUNLU ARKADAŞLARDIR

Tek çocuk olarak büyüyen bir kişi çocuk sahibi olduğunda çocuklarının ne amcası, ne halası ya da ne teyzesi, ne dayısı olmuş oluyor. Bu anlamda anne ve babaların tek çocuk kararı, bu noktada biraz bencil bir karar olmuyor mu? Bu kararı alırken çocuğun ileriki hayatını düşünerek de hareket etmek gerekir mi?

Elbette. Tek çocuk, siz anne olarak onun hayatında olmadığınızda, sanki hayatta yapayalnız gibi tek başına kalıyor. Çocuklar da bu durumda “Keşke kardeşim olsaydı. Keşke bir kız kardeşim olsaydı da ona anlatıverseydim. Keşke bir erkek kardeşim olsaydı da bana bir destek oluverseydi” gibi düşünebilir. Bunlar hep çok önemli istekler ve ihtiyaçlar. Bu konuyla ilgili hep aklıma bundan yıllar önce Adana-Ankara arasında yolculuk yaparken bir kamyonun arkasında okuduğum bir yazı gelir ve onu söylerim. “Arkadaşlar seçilmiş kardeşlerdir; kardeşler zorunlu arkadaşlardır.” Çok güzel bir söz. Bu durumu arkadaşlarımızla telafi edebiliriz. Eğer sağlıklı bir yetişkinsek, sağlıklı savunma mekanizmalarımız, sağlıklı bir ego gücümüz varsa; sorunların üstesinden gelmek için bizim ihtiyaçlarımızdaki eksiklikleri dolduran doyuran, dolduran, ihtiyacımıza cevap veren arkadaşlarımızla iyi, kaliteli, nitelikli ilişkiler kurarak bu durumu telafi edebiliriz. Ama başlangıçta da söylediğim gibi sağlıklı yetişebilmiş, kişiliğimizi sağlıklı oluşturabilmiş, sağlıklı savunma mekanizmalarımız varsa ve sağlıklı olan bir bireysek bir şekilde bunları dengeleyebiliyoruz.

Bir de tek çocuklar anne babaları yaşlandığı zaman onlara bakmak durumunda kalabiliyorlar. Belki kardeşleri olsaydı bu sorumluluğu kendi aralarında paylaşabilirlerdi. Bu anlamda tek çocuk olmanın onlara bir yük getirdiğini söyleyebilir miyiz?

Bu onlarda aynı zamanda bir öfke oluşturuyor. Neden ben? Ne mecburiyetim var? diye düşünebiliyorlar. Gerçi, insan ileride bana baksın diye çocuk doğurmuyor ya da çocuk sahibi olmuyor. Ya da herkes mutlaka annesine babasına bakacak, bu mutlaka birinci derecede bir görevdir gibi bir zorlama, bir dayatma elbette ki yok. Ama onlar bizim annemiz babamız ve tabi ki onlara bakacağız. Yeri geldiğinde insanlar anne ya da babalarını bir kuruma da bırakıp ya da bakıcı tutup bakılmasını sağlayabilir. Yine burada ilişkilerin kalitesi çok önemli. Bireyin kişilik ve kendilik algısını geliştirmiş, oturtabilmiş bir birey olması gerekir.  Elbette ki insanın kardeşlerinin olması her anlamda olduğu gibi yaşamı da daha dolu dolu yaşaması açısından da gerekli. Çünkü her dönemin gelişim basamaklarında kendine özgü çatışmaları var. Tek başına olduğunuzda hep bir tarafı eksik gidiyor. Çocuğun kardeşi olduğunda çatışmalar daha rahat çözümlenebiliyor.

ÇOCUĞUN 1 KARDEŞİ OLMASIYLA 5 KARDEŞİ OLMASI ARASINDA BÜYÜK BİR FARK YOK

Çocuk açısından baktığımız zaman bir kardeşi, iki kardeşi ya da üç kardeşi olması onun psikolojisini nasıl etkiliyor?

Aslında 1 tane kardeşi olmayla 5 tane kardeşi olmasının arasında çok da büyük bir fark yok. Aksine çok kardeşinin olması şunu getirir, çok sayıda çocuğu olan bir ailede annenin çocuklara ayıracağı zaman dilimi ister istemez azalacak. Her çocuğunu anne eşit sevecek ama onlara gösterdiği ilgi azalacak. Bazen de mesela ailede 10’lu yaşlarda bir abla var, yeni doğmuş kardeş onun bakımına bırakılabiliyor. O çocuğun omzuna çok erken yaşta kaldıramayacağı bir yük yüklenmiş oluyor. Bir yandan da çok çocuklu aile birinin ihmal, diğerinin istismar edildiği gibi bir duruma yol açarak çocuk ihmali ve istismarına neden olabiliyor. O kadar da çok sayıda çocuk olması da çok sağlıklı bir şey değil. Üstelik risk faktörleri açısından çok çocuklu bir aile olmak özellikle çocuk istismarı ve ihmali açısından çok ciddi bir kriterdir. Ama tek çocuk olmanın da birçok sakıncası var. Mümkünse kardeşi olsun. 1 ile 5’in arasında da çok fazla bir fark yok. Ama kardeşi olması her zaman daha iyidir.

ANNE ÇOCUĞUN KARDEŞİNİ KABUL ETMESİNİ NASIL SAĞLAYACAK?

Tek çocuk şımarabilirken, çok çocuklu ailelerde büyüyen çocuklar ilgisizlikten şikayetçi olabiliyor. Çok çocuğa sahip anne-babalar çocukları arasında nasıl bir denge kurmalı?

Buna gelin çocuk açısından bakalım ve biz çocuk olalım. Bir evin prensi ya da prensesiyiz. “Aman da bir taneyiz, anneannemizin gülüyüz” dedik ya evet çok kıymetli ve çok özel bir çocuğuz. Bir tahtta oturuyoruz. Ne istersek ve ne zaman istersek her şey hemen yapılıyor. Sevgi dolu dolu, ilgi dolu dolu… Oyuncaklar, maddi ve manevi her şey dolu dolu…

Birden o tahtı paylaşan, annenin ilgisini paylaşan bir bebek gelecek. Yaşından dolayı yeni doğmuş bir bebeğin doyurulması, gazının çıkarılması, altının temizlenmesi, banyo yaptırılması gerekli olduğu için annenin somut olarak vaktini alıp götürmüş olacak.

Bu çocuk eğer otistik değilse, zeka sorunu yoksa, çocukluk çağı şizofrenisi  değilse yani sağlıklı ve normal bir çocuksa “Bir dakika durun, neler oluyor? Hayat değişti, bu geldi ve evdeki şartlar değişti. Bunu tekrar geri gönderelim” duygusunu tabi ki yaşayacak. Bu olması gereken normal bir şey, çocuk eğer bu tepkiyi göstermezse, kardeş kıskançlığı olmazsa ortada anormal bir durum var demektir.  Çocuk bu tepkileri gösterecek, peki anne baba bu tepkileri nasıl yorumlayıp çocuğa sunacak, kabul ettirecek? Anne baba önce çocuğun duygularını saptayarak, çocuğun da farkına varmasını sağlayacak. Ben kardeşini emzirirken sen de gelip kucağıma oturuyorsun. Sen de benim seni sevmemi istiyorsun, seninle ilgilenmemi istiyorsun. Önce bir yaptığı şeyin altını çizmek ve farkındalığı sağlamak gerek. Ondan sonra “Tabi seni de çok seviyorum ama seni de…”, “Aynı kardeşin gibi böyle bebekken…”, “Aaa bak bebeklik resmin…”, “Aynı onun gibi…”,  “Aynı böyle emziriyordum gördün bu bak bu fotoğrafın da var…”, ya da “Sen de küçükken…”, “Sana da tıpkı onun gibi böyle banyo yaptırıyordum…”, “Sen de küçükken sana da tıpkı böyle mama yediriyordum. Bak bu senin bebeklikten kalma kaşığın…” gibi. Ya da “O da büyüyünce aynı senin gibi böyle çorabını giyecek. Aferin benim oğluma” gibi cümleler kurarak anlatmak gerek. Aradaki farkın biri öbüründen daha çok sevilen, daha özel bir çocuk olduğu için değil, aradaki farkın görece büyüklük ya da küçüklükten olduğunun vurgulanması gerekiyor. Yapılmaması gereken şeyler de yine bizim toplumumuzda, yine ben kendi hasta popülasyonumdan yola çıkarak söyleyebilirim, mesela “Kardeş geldi, senin pabucun dama atıldı.” Bu müthiş çocuğu öfkelendirici bir şey ve çocuk da “Tabi bak, söyledikleri gibi benim pabucum dama atıldı. O yüzden bana şöyle şöyle yapmadı, çifte standart” diye düşünebilir. Reaksiyon, öfke, agresyon… Onun yerine az önce konuştuğumuz gibi “Sen de küçükken…, “Sana da tıpkı…”, “Tıpkı büyüyünce…”, “O da büyüyünce senin gibi aynı…” cümlelerinin kullanılması gerekiyor. Bir de  anneanne, babaanne ya da diyelim ki yakın aile efradından büyükler, konu komşu “Ayy bu pis bebek, kakalı bebek, biz bunu hiç sevmiyoruz, hiç senin gibisi var mı sen prensessin, aslansın” gibi sözler söylerler. Çocuk da “Tamam, o zaten altına kakasını yapıyor, hem de çok ağlıyor. Kimse onu sevmeyecek, beni sevecek” zannediyor. Ama öyle söyleyen babaanne ya da anneanne 5 dakika sonra o ağlayan, hep huysuzlanan bebeği kucağına alıp seviyor. İşte bu durumda çocuk, “Eyvah etrafımdaki herkes bana yalan söylüyor. Etrafım güvenilmez insanlarla dolu. Ben hayatta değersizim. Öteki insanların hepsi en yakın bildiklerim bile yalancı ve güvenilmez.” diye düşünüyor. İşte bu mesajın gitmemesi gerekiyor. Bazen bu çocukta gerilemelere de sebep olabiliyor. Regresyon yani geldiği gelişimsel basamaktan gerileme de görülebiliyor. Bu kıskançlık göstergesi de olabilir. Çocuğun biberonla süt içmek isteyebilir. Bu çok daha kolaydır çünkü çocuk duygu ve düşüncesini ifade edebilmiş ve sorun yüzeye çıkmış demektir. Ama onun yerine söylemeyip altına tekrar kaka yapmaya başlayabilir.  Bunlar gerilemenin şiddetidir, bizim açımızdan teknik ayrıntıdır. Ona göre de müdahale etmemiz gerekir. Bazen anneye öneriler, bazen çocukla oyun, bazen ilaç eklenir gibi.

EVDEKİ 5 ÇOCUĞUN 5’İ DE BİR DURUMU FARKLI ALGILAR

Aynı evde büyüyen ama farklı kişilik özelliklere sahip kardeşler için "Aynı evde büyüdüler ama nasıl bu kadar farklılar, hiç anlamadım." diye hep söylenir. Bunda çevrenin etkisi çok büyük sanırım. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Çevresel faktörler kişinin aynı durumu nasıl yaşadığını belirliyor. Ama içsel birtakım şeyler de var, biyolojik dürtüleri burada yadsımamız doğru olmaz. Bizler aynı duruma baktığımızda birimiz o olayın şu tarafını görürüz, birimiz bu tarafını görürüz. Ve ikimizin gördüğü birbirinden çok farklıdır. Mesela biraz daha somutlaştıralım, anne ile baba bir konuda konuşuyorlar diyelim. Sesleri yükseldi, gergin bir konuşma yapıyorlar. Buzdolabının taksitleri nasıl ödenecek, bu buzdolabı değişsin mi değişmesin mi, yeni buzdolabı hangi marka olsun gibi bir konuda konuşuyorlar. Onu mu alalım, bunu mu alalım. Taksitle mi alalım, peşin mi alalım. Yoksa hiç değiştirmeyelim mi gibi bir konuşma. Evde de 5 tane çocuk var. 5’i de bunu farklı algılar. Biri der ki “Annem babam zaten geçimsiz. Bu onların suçu, onlar zaten geçimsiz.” ya da bir tanesi der ki  “Yine benim yüzümden, eğer ben olmasaydım, bu olmazdı.” gibi o kadar farklı algılarlar. Bu algılama genellikle sözel iletişim ile sorguladığımızda ortaya çıkan bir şey değil.

Yakın bir zamanda bir anne babayla konuştuk. Baba, “Ne zaman çocuğumuza sorular sorsak, önüne bakıyor, alt dudağını da dışarı çıkarıyor ve öyle duruyor, cevap vermiyor.” dedi.

Ama çocukla oyun oynadığınızda çocuk ne hissetti, nasıl hissetti, ne gördü, siz ona kızdınız diyelim o bu durumu nasıl algıladı, ceza gibi mi algıladı, ödül gibi mi algıladı, çocuk tüm bunları oyunda oyunda gösterir. Size sözel olarak onu ifade edemez ama gösterir.

YANLIŞ YAPMAKTAN KORKMAYIN!

Son olarak anne babalara önerileriniz neler olabilir?

Anneler de babalar da çocuklarını mutlaka çok seviyorlar. Hani o suçluluk duygusu vardır ya çalışan anne olarak bunu ben de hissediyorum. Hep uzun saatler çalışan bir kadın oldum hayatım boyunca. Hep çocuğuma yeterli zaman ayıramadım ama bizim kitaplarımızda olan şeylerle kendi kendimi yatıştırdım. Birlikte olunan zamanın süresi değil, sabahtan akşama kadar çocuğunuzla birlikte olabilirsiniz ama çocuğunuzla iletişim içerisinde olmayabilirsiniz. Birlikte olunan zamanın dolu dolu paylaşımların olduğu, düşüncelerin paylaşıldığı, birlikte bir şeylerin yapılıp üretildiği, keyifli zaman dilimlerinin üretildiği bebek de olsa, neredeyse yetişkin sayılabilecek bir ergen de olsa o zamanın niteliği, kalitesi önemlidir. Yanlış yapmaktan da korkmamak gerekir. Kimse kusursuz değildir. Yeter ki yanlışımızı fark edebilecek hoşgörü ve olgunluğa sahip olalım.

On5yirmi5