Modern Tarım Nelere Mal Oldu?

Doğal Yaşam
Pınar Kaftancıoğlu’nun yazısı: "Yaptığım tarım benim icadım değil. Yüzlerce yıl yapılmış ve artık büyük ölçüde terk edilmiş yöntemler… Biz yayladaki Yörüklerden, dağ köylülerinden öğr...
EMOJİLE

Pınar Kaftancıoğlu’nun yazısı:

"Yaptığım tarım benim icadım değil. Yüzlerce yıl yapılmış ve artık büyük ölçüde terk edilmiş yöntemler… Biz yayladaki Yörüklerden, dağ köylülerinden öğrendik bunu. Ne yazık ki kayboluyor. Öyle bir noktaya gelindi ki bu yöntemle, bu tohumla, bu insan gücüyle elde edilen ürünlerin maliyeti pazar rekabetine dayanamaz oldu. Tüketiciler 1 TL, 50 Kr. gibi fiyatlarla ürün almak isteyince üretici de mecburen ”hay hay” dedi. Ananevi tarımı terk etti. Terk etmek zorunda kaldı. Şimdi her yerde, herkesin elinde coşturucu haplar, verimi dörde katlayan hormonlar, fazladan magnezyum, fazladan potasyum, tavuk çiftliği atıklarından gübre… Balık çiftliği atıkları ”yosun özü” oluverdi birden, organik sertifikalı ürünler bununla gübrelenmeye başladı. ”İyi Tarım Uygulaması” dedikleri toprakta bile değil, ”havada” yetişen domatesler…

Straforları dolduruyorlar bir tüpün içine, potasyum vb. damlatılıyor ince hortumlar ile, içinde domates yetişiyor! FS1 AG, TRG67C, A1D1 TITAN… Herkesin elinde bu tohumlar var son zamanlarda. Hayvan tersi yerine motosikletlerin arkasında, traktörlerin üstünde beyaz tozlar dolu çuvallar götürüyorlar tarlalara. Ne olduğu belirsiz, korkunç bir tarım yapıyor herkes. Bununla da kalmıyor, çıkan mahsulü ”mumlama” tesislerine götürüyorlar.

Neden? Tüketici ”uzun süre dayanan” sebze istiyor… Tesise giren ürün tutkal bazlı kimyasallarla spreyleniyor. Sonra çürüme, ezilme, yumuşama, solma gibi aklınıza gelen her türlü zayiat önlenmiş oluyor. Artık her şeyin bir çaresi var. Şu çocukluğunuzdan bildiğiniz tere, bildiğiniz roka, bildiğiniz marul tarladan sökülür, eve gelir ve o gün, en geç ertesi gün salata yapılmazsa pörsüyüp ölür değil mi? Artık ölmüyor. Genetik kodları değiştirilmiş marullar solmuyor mesela. Sökülüyor, sebze haline giriyor, kamyonlara yükleniyor, İstanbul Hali’ne giriyor, marketlere dağılıyor, raflara yerleştiriliyor, eve geliyor, bekliyor… Solmuyor! Aldıran yok. Fiyatı ucuz, dayanıklı… Bilerek ya da bilmeyerek, bütün bunları alıcı istiyor.

Ege’nin pazarlarını gezin, hiçbir şey farklı değil. Tire Pazarı’ndaki, Milas Yolu’nun kenarındaki tatlı köylü teyzelerin hepsi bu tohumlara ve potasyum çuvallarına fazlasıyla aşina. Damatları getirdi. Komşuları öğretti. Köy köy gezip yüzde yüz verim artışını garanti eden, bedavaya tohum ve gübre veren mümessiller anlattı. Toprakları tamamen zehirlendi. Has tohumu dikseler de yetişmiyor artık. Hediye, numune diye diye GDO ve yanında promosyonu olan tarımsal hastalıklar girdi bir kere…

Şimdi fasulyeleri düzleştirici gübreyi atmazlarsa eğri büğrü oluyor. Aynısı salatalıklarda da var. Pazılar mantar hastalığına kapıldı. Bu sene yirmi kilo domates bile çıkmıyor, toprağa güve hastalığı bulaştırdılar. Koca Menderes Ovası, Bursa, Antalya, Çanakkale, Burdur… Tüm tarım alanları sömürge oldu.  Amerika Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in sözüydü: ”Gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin”. Bunun bir ileri aşaması hastanelerin onkoloji servislerini dolduran milyon dolarlık makineler… Devasa bir ”kanser sektörü”…

Hemen her gün gübre mümessillerinden telefonlar geliyor bana. Bir yerde adını duymanızın imkânsız olduğu tohumları ekmeyi öneriyorlar. En az iki kat, üç kat getiriyi garanti ediyorlar. ”Bakın siz hem kolilerle İstanbul’a gönderiyorsunuz, yolda da dayanır, pırıl pırıl gider”. Söyledikleri bu…"