Sadece İstanbul’u Türkiye’nin dört bir yanına bağlayan garın adı değil Haydarpaşa; İstanbul’a dair umutların, hayallerin başladığı ya da tam tersine sona erdiği bir büyük kapı. Bir Türk filminde geçen sahne çoğumuzun aklına kazılı değil mi? İstanbul’a gelen genç adam, elinde valizleriyle Haydarpaşa’nın merdivenlerinden inip denize bakar ve bağırır: “İstanbul seni yeneceğim!” Biz de kimlerin, ne hayallerin gelip geçtiği o kapıya biraz daha yakından bakalım dedik.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ortasından geçerek Bağdat’a ulaşacak Bağdat Demiryolu Projesi’nin Anadolu ayağının başlangıç noktası olan Haydarpaşa İstasyonu’na, şaşaalı bir gar yapılmasına karar verilmesiyle başlar her şey. 1873’de İstanbul-İzmit demiryolu hattının açılmasıyla kullanılmaya başlanan Haydarpaşa İstasyonu o zamanlar geniş bir çayırlık alanın içindedir (Haydar Paşa’nın söz konusu toprakların sahibi III. Selim’in paşalarından biri olduğunu da ekleyelim tabii). Bağdat Demiryolu Projesi, esas olarak Almanya’nın Orta Doğu’ya ulaşma, orada hakimiyetini kurma isteğinin bir yansıması olduğundan Almanlar projenin her aşamasında yer alır. Nitekim II. Abdülhamit’in talimatıyla 1906’da yapımına başlanan garın mimarları Otto Ritter ve Helmuth Cuno adlı iki Almandır. Hızla işe girişilir ve yapı iki yıl içinde tamamlanarak 1908’de hizmete açılır.
Haydarpaşa Garı’nın mimari ve teknik özelliklerinden söz edecek olursak, öncelikle garın denize çakılan 21’er metre uzunluğundaki 1100 ahşap kazığın üzerine oturtulduğunu söylemek gerek. İnşaatında 1500 civarında İtalyan taş ustasının çalıştığı ve neo-klasik Alman mimarisi özellikleri taşıyan beş katlı binanın cephesi 2500 metreküp Lefke taşıyla doldurulmuş. Bunun yanında 13 bin metreküp beton, 1140 ton demir, 520 metreküp kereste, 19 bin metre sertağaç, 6200 metrekare arduvaz çatı kaplaması da Haydarpaşa’nın “etini-kemiğini” oluşturmuş. Geniş bir U harfi şeklinde planlanan garın, farklı uzunluktaki iki kolunda, bugün hâlâ çeşitli işler için büro olarak kullanılan odalar bulunmakta.
Garın hemen açığındaki mendirek de yine binanın inşaatını üstlenen “Anadolu-Bağdat Şirketi” Genel Müdürü Hüknen’in girişimleriyle yapılmış. Bugün de kullanılmaya devam edilen ve hemen gar çıkışındaki merdivenlerin bitiminde yer alan Haydarpaşa Vapur İskelesi ise garın ayrılmaz parçalarından. Ünlü mimarlardan Vedat Tek’in 1915-1917 yılları arasında yaptığı çinili binasıyla iskele her bakımdan garın tamamlayıcısı durumunda. Üstelik iskelenin hemen yanındaki çay bahçesi şeklinde düzenlenmiş alan, yoldan gelenlere ve gideceklere biraz nefeslenmek imkânı sağlıyor.
Gar, bugüne kadar çeşitli ciddi tehlikeler de atlatmış: 1917’de, gar binasında depolanan cephanelere bir İngiliz tarafından yapılan sabotaj sonrasında, binanın çatısı imha olmuş, yüzlerce vagon hasar görmüş. 1979’da ise Haydarpaşa Dalgakıranı açığında bir petrol tankerinin patlaması sonucu oluşan sarsıntıda garın vitrayları parçalanmış.
Garın içindeki bir başka tarih de “Haydarpaşa Gar Lokantası”. İstanbul’a gelirken ya da giderken, civardaki büfelerde bulunan tostlarla yetinmek istemeyenler için bulunmaz bir mekân olan Gar Lokantası’nın İstanbul’un çeşitli yerlerinden gelen müdavimleri de var.
Dediğimiz gibi Haydarpaşa Garı’nı trenle ulaşımın daha çok tercih edildiği eski dönemlerde çekilmiş Türk filmlerinden bilenler, merdivenlerinden iner inmez hayata karışacaklarını sanabilirler.
Oysa o merdivenlerden indiğinizde karşınıza deniz çıkar, ucundan kıyısından da bir İstanbul silueti uzanmaktadır önünüzde. Arkanızda ise gelip-giden, ülkenin dört bir yanını gezen trenler. Umutlar, yeni başlangıçlar, yaşanmışlıklar, vedalar…
Haydarpaşa 2010 yılında çatı katında çıkan yangın nedeniyle büyük hasar gördü. İstanbul’un sembol mekanlarından olan Haydarpaşa Tren Garı’nda Yüksek Hızlı Tren Projesi nedeniyle 1 Şubat 2012 tarihi itibariyle tren seferleri durduruldu. İki yıllık bu süreç içerisinde de restorasyon çalışmaları devam edecek.