Amerikalı teknoloji uzmanı-yazar Clay A. Johnson yıllardır dillere dolanan bu kirliliği önleyecek yeni bir söylem çıkardı. İşte karşınızda ‘bilgi diyeti’.
Obezite, dünyanın çoğu ülkesini etkisi altına aldığı gibi ülkemizde de her geçen gün artıyor. Özellikle bayanların gündeminden düşmeyen diyet, obeziteye çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Peki insan sadece sağlıksız beslendiği için mi obeziteye maruz kalır? Ya da fit olmak, kilo almamak için mi diyet yapılır?
Amerikalı teknoloji uzmanı Clay A. Johnson ‘Bilgi Diyeti’ kitabı ile tüm ezberleri bozuyor. Ona göre Türkiye’de ve dünyada yaşanan hızlı ve kirli bilgi akışı ‘bilgi obeziteliği’nden başka bir şey değil. Zira çoğu insan, bir yandan fazla araştırmaya gerek görmeden kanaat sahibi olurken, öte taraftan bu kirlilik yüzünden ciddi kutuplaşma yaşanıyor. Bunun çözümü ise ancak Johnson’ın kitabına da adını verdiği ‘bilgi diyeti’ ile mümkün.
Ivız zıvır yiyecekler gibi gereksiz bilgi de obezite sebebi
Clay Johnson’a göre, insanlar diyetteyken neyi, nasıl ve ne ölçüde yiyecekleri konusunda seçici davranıyorsa, bilgi konusunda da özellikle medya mensuplarının seçici olması şart. İnsanların sağlıklı olmak için yaptıkları diyet bireyselken, insanlara verilen bilginin de toplumsal diyet kapsamında değerlendirilip, süzgeçten geçirilmesi gerek. Bilginin tarih boyunca etkin bir rol oynadığını düşünen Johnson, bugünkü bilgi çağında böyle bir diyetin gerekli olduğunu belirtiyor. Ivır zıvır yiyecekler nasıl obeziteye yol açıyorsa, gereksiz bilginin de ‘bilgi obezitesine’ ya da bilgisizliğe sebep olabileceğini söyleyen Johnson, "Yediğimiz yiyeceklerin neden yapıldığını merak eder ve bakarız. Tükettiğimiz bilginin kaynağı, nereden geldiği neden merak edilmiyor anlamıyorum. ‘Bilgi diyeti’ bilgi tüketimi için hangi konuda dikkatli olma, neden kaçınma ya da nasıl seçici olmak gerektiği konusunda sağlıklı bir rejim reçetesi sunuyor." diyor. Johnson’a göre bilgi teknolojisi ilk ortaya çıktığı günden beri, güç, yazarlık ve bilgi arasında süratle gelişen bir ilişki var. Üstelik bilişsel bilim ve sinirbilimi bulgularına göre de insanlar gereksiz bilgi tüketiminden ciddi anlamda etkileniyor. Sayısız bilgi arasında sıkışıp kalan toplumların geleceği tehlikeye atılıyor.
Medya bireyin ne istediğine karar verip onu sunuyor
Bilginin tohumlarını oldukça tehlikeli bulan Amerikalı uzman, "İnsan bir kez bir şeye ikna olmaya başladıysa, onun bırakın doğruluğunu araştırmayı, tartışılmaz bir kanıtla karşılaşsa bile gerçeği görmezden gelip, yalanlayabilir." diye insanın bilgiye mahkûm olabileceğini savunuyor. İnsanı bu bilgi kirliliğine mahkûm eden en temel unsurun ise medya araçları olduğunu düşünüyor. Ona göre, gıda şirketleri fazla ve ucuz kalori satmak istediğinde tuz, un ve şekerden oluşan bir paket yaparken, medya şirketleri de daha iyi bilgi vermek yerine daha çok bilgiyi satmayı tercih ediyor. Clay Johnson, "Medya şirketleri ne sinirbilimci ne de suikastçı. Yargılama ve deneme yanılma yoluyla, bireyin ne istediğine karar verip sonra tekrar bireye sunuyor. Aslında geribildirim imgeleriyle bir anlamda kendini besliyor." diye konuşuyor.
Clay Johnson mizah gücü ve data okuryazarlığına vurgu yaparak, bilgi diyetini savunuyor.
Kirletilmiş bilgi insanı pasifize ediyor
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Clay Johnson’ın bilinçli haber tüketicisi oluşturmak üzerine yazdığı ‘Bilgi Diyeti’ kitabının son zamanlarda çok popüler olduğunu belirtiyor. Enformasyon karşısında seçici olabilmek için neler yapılması ve nelerden sakınılması gerektiği hakkında kafa yorduğunu düşünüyor. İnceoğlu, "Aşırı yemek yiyenler nasıl obez oluyorlarsa, enformasyon diyeti uygulamayanlarda da e-mail apnesi, nabız artışlarında yüzde 15 artış ve hatta gerçekliği çarpıtma olasılığının yüksek olabileceğini bu kitapta görüyoruz." diyor. Yasemin İnceoğlu, Lazarsfeld ve Merton gibi kuramcılara dayanarak medyanın uyuşturma etkisi olduğunu söylüyor. Bu kurama göre "Medyanın bize sunduğu kirletilmiş bilgi karşısında hiçbir eyleme geçmeden pasifize oluyoruz. Günlük sorunlarla ilgili bize verilen eksik veya çarpıtılmış bilgilerle vicdanlarımızı rahatlatsak da eleştirel bakış açımızı tamamen yitiriyoruz."
"Medyanın varoluş yani dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkış sebebi, biraz ütopik kalmış olsa da tamamen kamunun bilgi edinme hakkıdır." diyen İnceoğlu, medyanın asli görevinin kamu hizmeti verme, kamuyu bilgilendirme, mümkün mertebe gerçeği nesnel, dengeli şekilde aktarma olduğunu vurguluyor. Ancak küreselleşmenin ivme kazanmasıyla medyanın bu özelliğini yitirdiğini de söylemeden geçmiyor. Ona göre tüm dünyayı idare eden global ölçekteki medya, 1980’li yıllarda 80, 100 şirkete sahipken, 2000’li yıllardan itibaren dünyada sadece 8–10 şirket bu güce sahip. Bu da tamamen yatay, dikey, çapraz tekelleşmenin bir sonucu.
Güç sahibi olmak isteyenler medyaya sahip çıkıyor
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, dünya medyasında söz sahibi Disney, News Corporation, AOL Time Warner, Viacom, General Electric gibi kuruluşların sadece haber vermek için çalışmadığını iddia ediyor ve ekliyor: "Bu şirketler silah, otomotiv sanayii, savaş sanayii gibi birçok medya dışı sektörde de söz sahibi. Dolayısıyla yurttaşın, dünya vatandaşının bilgi edinme hakkı ihlal edilmiş oluyor. Çünkü bunların çıkarları var, zaten başka sektörlerde güç sahibi olmak silahlanmak için medyaya sahip olmak, istiyorlar. Dolayısıyla burada en çok mağdur durumda kalanlar dünya kamuoyu yani dünya vatandaşları olmuş oluyor."
İnceoğlu’na göre bilgi kirliliğini bilmekten öteye geçemeyen bir toplumda bu kirliliği ortadan kaldırmak çok da mümkün değil. Çünkü bilgi her zaman üretilerek değil, yok edilerek sistemde meşruiyet sağlıyor. Haber görüntüsü altında bilgisizleştirici haberler sunuluyor. Siyasal konulara ilişkin bilgiler kitle iletişim araçlarında her gün azalıyor diyen İnceoğlu, "İktidar otoritesini zedeleyecek bilgiler verilirken cömert davranılmaz. Sır, iktidarın en önemli araçlarından birisi. Kitle iletişim araçları gizli kapaklılık görevini yerine getirmek üzere kullanılır." diye düşünüyor.
Bilgi kirliliğine alet olmuş bir medya!
Medya kuruluşlarının verdiği haberleri kontrol etmemesinin, büyük oranda bilgi kirliliğine yol açtığını belirten İnceoğlu, "Bilgi kirliliğine alet olmuş bir medya ile karşı karşıyayız." diyor. Geçen haftalarda bütün gazetelerin birinci sayfalarından verdiği "Mardinli Şeyhmus’a Oxford’dan gelen burs teklifini annesi tandırda yaktı." haberi gibi birçok yalan haberi medyanın soruşturmadan yayınladığını düşünüyor. "Haberdeki iddiaları birden çok kaynaktan doğrulatmadan yayınlamamak gerekir." diyen İnceoğlu, bu haberlerin hiçbir süzgeçten geçirilmeden, "double check" denilen gazeteciliğin altın kuralına uyulmadan aktarıldığını anlatıyor. Ona göre, medya görevini yerine getirseydi, 17 yaşındaki bir genç tarafından kandırılmayacaktı. Haberi yapan muhabir kadar yazı işleri de sorumlu. Sorun, medyanın öz-denetim mekanizmasını iyi çalıştıramamasından kaynaklanıyor.
Gerçek ve nitelikli bir bilgi toplumu mümkün mü?
Enformasyon toplumu olma amacı güden bir ülkede, insanların bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olamayacakları aşikâr. Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, bilgi sahibi olmanın ise bilgi teknolojileri altyapısının kurulacağı bir zeminin ve bu altyapıyı kullanabilecek bir toplumun varlığı ile mümkün olacağını düşünüyor. Ona göre, öncelikle bireyin iyi bir dijital medya okuryazarı olabilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra medyanın "ideolojik zehir" saçmasına karşı uyanık durabilmesi, kendisine sunulan eksiltilmiş, çarpıtılmış veya hiç ulaştırılmamış ya da ondan saklanmış haberlerin varlığını sorgulaması, verilenden ziyade verilmeyenlere eleştirel yaklaşması oldukça önemli.
Medya mensuplarının ise editoryal sorumluluk ve editoryal özgürlüğü dengeli bir biçimde işlemesi şart. İnceoğlu, "Medya çalışanları, birincil sorumluluklarının patronlarına, devlete veya siyasi iktidara karşı olan değil, kamu nezdinde olan sorumlulukları olduğunu unutmamalılar." diyor. Verilen bilginin süzgeçten geçirilmesi ülkemizde aslında sorunlu bir durum. Bazen propaganda, manipülasyon, hedef gösterme ve hatta tetikçilik unsurları bile o süzgeçten kolayca geçebiliyor. Ona göre bu süzgeç, yayın organının ideolojisine uygun olarak eğer oto-sansür mekanizmasına dönüşürse o zaman editoryal sorumluluk ve bağımsızlık hayal olur.
Zaman