Yunanistan’ın kuzeyinde üç parmaklı bir yarımada var. Bu üç parmağın en doğusundaki yarımadanın özerk olduğunu fazla bilen yoktur. Özerkliği de Bizans İmparatorluğu’nda başlar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu özerkliği korur, 2. Dünya Savaşı’nda Alman işgali yıllarında da özerkliğine saygı gösterilen yegane yerdir. Adı Aghion Oros. Türkçesi ‘kutsal tepe’ anlamına gelir. ‘Aghion Oros’ Osmanlı’da Türkçeye çevrilerek, günümüze kadar ‘Aynaroz’ adıyla anılır. Sabah’ın haberine göre Türk literatüründe adı ‘Aynaroz Kadısı’ olarak bilinen Aynaroz’un en büyük özelliği, bu yarımadanın içinde bin yıllık 20 manastırdan başka hiçbir şeyin bulunmaması…
İkinci özelliği ise yasaklar nedeniyle bin yıldır kadın ayağının basılmamış olması… Bu 20 manastırda kendilerini tamamen ulviliğe adayan 2 bin keşiş yaşıyor. Aynaroz’un her türlü işgale karşı kendini koruyabilmesi, bu manastırlarda yaşayan keşişlere gösterilen saygıdan kaynaklanıyor. Alman işgalinde bile ‘asker’ yüzü görmeyen Aynaroz’a Osmanlılar da sadece bir kadı tayin ederek saygısını göstermiş. Yeryüzünde eşine az rastlanır bir atmosfere sahip olan Aynaroz’a her dine mensup ziyaretçi kabul ediliyor. Tabii giriş için ilk şart erkek olmak. Ondan sonra da Yunan ya da yabancı, Müslüman ya da Hıristiyan, yarımadaya gelmek isteyen herkesin özerk Aynaroz devletini temsil eden makamdan vize alabilmesi gerekiyor. En fazla beş günlük vizeyi alanlar, Selanik’in 120 kilometre doğusunda bulunan ve kadınların Aynaroz’a yaklaşabileceği en yakın liman olan Uranopolis’ten kalkan bir gemiyle iki saatlik deniz yolculuğunun sonunda başkent konumundaki Kariyes Limanı’na gelir. Adada da kendisine gösterilen manastırlardan birinde misafir edilir.
TÜRK KAHVESİYLE KARŞILAMA
Manastırlarda misafirlere baş keşiş tarafından Türk kahvesi ve lokum ikram edilir. Manastırın tarihi hakkında bilgi verilir ve bin yıllık kütüphaneleri, sergi salonları dolaştırıldıktan sonra misafirhanesine götürülür. Nisan ve mayıs ayları, Aynaroz’u ziyaret için en güzel dönem. 21. yüzyılda, birden Ortaçağ şartlarına geçildiği hissini uyandıran Aynaroz’da itfaiye araçları, bir otobüs ve bazı manastır cipleri haricinde motorlu bir araç yok. Manastırlar arasındaki ormanlarda ve koruluklarda rengarenk çiçekler, bitkiler, ağaçlar ve otların çoğu yalnız bu bakir yarımadaya özgüdür. Aynaroz manastırlarında uygulanan günlük programın, keşişlerin ‘dış dünya’ olarak tanımladığı bizim yaşam tarzımızla hiçbir ilgisi yok. Aynaroz’da hayat saat 04.00’te başlar. Umberto Eco’nun ünlü Gülün Adı romanındaki karakterleri ve manastırları anımsatan ayinleri izlemek zorunlu değil. Ama saat 06.00-07.00 arasında manastırların uzun tahta masalarına çıkartılan kahvaltı sofrasını kaçıranlar, saat 11.00-12.00 arasında çıkartılan öğle yemeğini beklemek zorunda kalır. Akşam yemeği ise saat 18.00- 19.00 arasında. Yemekler çay, kahve, zeytin, balık, sebze, ev yapımı hamur, kaşık tatlıları ve meyve gibi hafif şeylerdir. Saat 20.00-21.00 arasında yatılır. Keşişler gün boyunca tarla sürme, hasılat toplama, manastır temizliği, çamaşır yıkama, kütüphane, arşiv, müze bakımı, yemek hazırlama ve balık tutma gibi işleri paylaşır. Ziyaretçilerden ücret alınmaz.