Dünyanın istisnasız bütün gezginleri Ohrid ile cennet kelimesini yan yana kullanıyor. Kimin söylediği bilinmiyor ama “Tanrı cenneti yaratırken bir damlasını Ohrid’e düşürmüş” diye bir söz de var. Burası bir eylül kenti. Aslında her mevsim bir başka güzel. Hele yağmur yağarken delirtir insanı. Balkanların en gözde tatil yeri olduğu için özellikle kuzeyindeki ülkelerden çok turist alıyor.
Ayrıca Balkanlara gelen gezginlerin uğramadan geçmedikleri bir yer Ohrid. Bu efsane kent cennet mekan bir gölün kıyısında kurulmuş. Dünya buranın kıymetini çok önce anlamış. Büyük İskender’in babasının imparatorluğa kattığı ilk şehir, Osmanlı’nın Balkanlardaki göz bebeği, Kiril alfabesinin ortaya çıktığı yer, İncil’in Latin ve Slav dillerine ilk çevrildiği yer de burası.
BÜYÜK İSKENDER BURADA BÜYÜDÜ
Hazır tarihten başlamışken devam edelim ve bu kentin geçmişi hakkında özet birkaç bilgi verelim. Makedonlar buraya Ohrid, Arnavutlar Ohri ya da Oher, Yunanlılar ise Ahrida diyor. Makedonya’nın güneybatısındaki bu şehrin bundan 6 bin yıl önce kurulduğu ve bilinen ilk yerleşimcilerin Frigler olduğu söyleniyor. M.Ö. 4. yüzyılda kenti Makedonya kralı II. Filip kendi ülkesinin sınırlarına katıyor. II. Filip, Makedonya’dan başlayıp Hindistan’a kadar büyük bir imparatorluk kuran Büyük İskender’in de babası. Büyük İskender henüz küçükken bu şehrin sokaklarında oynuyor. Ohrid, bundan sonraki dönemlerde önce Doğu Roma’nın, sonra Bulgarların, ardından yine Bizanslıların eline geçiyor. 1395 yılında ise Osmanlıların hakimiyetine girip 1912 yılına kadar Türklerin elinde kalıyor.
Osmanlılar Ohrid’e çok önem veriyor ve burayı bölgenin en önemli ticaret ve kültür merkezine dönüştürüyor. Camiler, hanlar, kervansaraylar, su kemerleri, Hristiyan tebaa için çok sayıda birbirinden güzel kilise ve manastır bu devirde yapılıyor. Ohrid’de sadece anıt eserlerle değil sivil mimariyle de çok zenginleşiyor. Bugün turistlerin akın akın gezdiği eski kentteki evler bizim Safranbolu’dakilerin birer kopyası gibi duruyor. Balkan Savaşı ile Osmanlı’nın terk ettiği şehir Yugoslavya Krallığı’nın sınırlarında kalıyor. 1943’te krallık devriliyor ve sosyalist Yugoslavya kuruluyor. Sovyetlerin ve Balkanlardaki sosyalist rejimlerin dağıldığı dönemde Makedonya, Yugoslavya’dan ayrılıp 1991’de bağımsız bir cumhuriyet olarak yeniden tarih sahnesine çıkıyor.
YAKIN VE UCUZ
Makedonya’nın bağımsızlığını ilan ettiği tarihten itibaren gerek ülke kendi kaynaklarından gerekse Avrupa Birliği’nin verdiği fonlarla Ohrid’i güzelleştirmeye devam ediyor. Yaklaşık 230 bin nüfuslu Güney Makedonya bölgesinin merkezi olan Ohrid’de 50 bin kişi yaşıyor ve nüfusun yüzde 10’una yakını Türkçe konuşuyor. Zaten Türkçeyi burada herkes anlıyor. Makedonya’da bulunan iki uluslararası havaalanından biri de Ohrid’de yer alıyor. İstanbul’dan Ohrid’e uçak seferleri yapılıyor. Makedonya Türklerden vize istemediği için pasaportu elinize alıp bu ülkenin kapısını çalabiliyorsunuz. Uçak seferleri dışında Ohrid’e eskiden beri düzenli otobüs seferleri de yapılıyor. İstanbul’dan otobüsle yola çıkanlar yaklaşık 18 saat sonra Ohrid’e ulaşıyor. Yemekler çok ucuz. İçkili bir akşam yemeği kişi başına en fazla 8-10 avro’ya mal oluyor.
İNCİ VE SEDEF ALIN
Ohrid’e gidince göreceksiniz burası sedef ve incisiyle meşhur. Ohrid incisinden yapılan kolyeler, küpeler, yüzük, bileklik ve tespihler, kente gelen turistlerin tercih ettiği en önemli hediyelik eşyaların başında geliyor. Aldatılmamak için seyyar satıcılardan değil, güvenilir bir dükkandan satın almanızda fayda var. Satıcıların neredeyse tamamı Türkçe konuşuyor.
OHRİD GÖLÜ 1979’DAN BERİ DÜNYA MİRASI LİSTESİ’NDE
Ohrid, eski Yugoslavya döneminde de ülkenin en gözde tatil kenti. Şehirdeki anıtsal yapılar ve sivil mimari örnekleri 1960’larda restore edilerek korunuyor. Yugoslavya’yı kuran eski başkan Mareşal Tito, tatillerini Ohrid’de geçiriyor, yabancı misafirlerini burada ağırlıyor. Bu sebeple de şehir hep canlı, bakımlı ve güzel kalıyor. UNESCO da bu çabayı gördüğü için 1979 yılında önce Ohrid Gölü’nü, bir yıl sonra da Ohrid kentini Dünya Mirası Listesi’ne alıyor.
Ne yapılır?
Ohrid’de eski çağlardan kalma birbirinden güzel on cami, bir tekke ve çeşitli devirlerde yapılan 40 kilise var. Gül bahçeleriyle çevrilmiş bu camilerin mistik sessizliği ve güzelliği sizi büyüleyecektir. Mutlaka gidip görmelisiniz. Ayrıca şehrin en önemli kültür miraslarından biri olan St. Naum Manastırı’nı da ziyaret etmenizi tavsiye ederim. İskeleden bir tekneye binip manastıra ulaşabilirsiniz. Demek ki ne yapmalı: Önce sakinleşmeli ve turistlerden kurtulmuş çarşıda şöyle elini kolunu sallayarak gezmeli. Eski kentin daracık taş sokaklarında kaybolmalı. Gün batmadan önce sahildeki bir lokantaya yerleşip bir uzo söylemeli. Ardından domatesleri domates gibi kokan bir salata gelmeli. Tam bu sırada gün batacaktır, bu eşsiz tabloyu kaçırmamalı. Yazın ve hayatın karmaşasından arta kalan saf huzurun tadı çıkarılmalı. Göle çok yakınsanız önünüzde nazlı nazlı ama asil bir şekilde salınarak yüzen kuğulara bakmalı. Açıklardan geçen teknelere el sallamalı. Ya o gece veya bir başka gece belirleyip gölün kıyısında uzanıp yıldızları seyretmeli. Bu toprakların insanları yaklaşık 700 yıldır Türkçeye aşina, meramımı ille de İngilizce anlatmalıyım diye kasmamalı, onlar sizi anlayacaktır, tatlı tatlı Türkçe konuşmalı… Ohrid’den ayrılanlar kendilerini cennetten kovulan Adem ile Havva gibi hissediyor. Gidenler en kısa zamanda hep oraya dönmek için gayret ediyor. Gidin, görün; siz de öyle hissedeceksiniz…