Türkiye Diyanet Vakfı’nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’in katkılarıyla gerçekleşen Beyazıt Ramazan Sohbetleri yaşayan büyük üstatlarımızdan Dr. Mehmed Niyazi Özdemir’i ağırladı.
İKİ HEZEYANIN GÖLGESİNDE…
Sözlerine öğrencilik yıllarında yakın çevresinde bulunduğu Necip Fazıl’ın “İslam’da hürriyet yoktur” sözü ile başlayan Dr. Mehmed Niyazi, bu sözü üstadın bir âlim görüşü olmadığının da altını çizerek, “Kafamızda bir İslam devleti şekillendirdi. Bu vesileyle her zaman İslam devletini savundum.” dedi. Almanya’ya gittiği ilk yıllarda bir müsteşrik tarafından 19. yüzyılda yazılmış bir kitapta İslam’da hürriyet olduğu savunmasını gördüğünde ise meseleye farklı bakmaya başladığını ve İslam devleti konusundaki ihtisasına da bu hadise neticesinde başladığını dile getirdi. 150-200 yıldan beri fikir hayatımızın omurgasını İslam devleti teşkil ettiği halde o yıllarda Beyazıt Devlet Kütüphanesinde İslam devleti hakkındaki kitaplardan ziyade bir makalenin bile olmadığına dikkat çeken Mehmed Niyazi, ancak 2000 yılında durumun değişebildiğini söyledi. Toplumun fikir hayatını İslam devletini hezeyan şeklinde kötüleyen ve savunan iki görüşün şekillendirdiğini vurgulayan Mehmed Niyazi, yayımlanmış bir kitaptan örnek vererek Osmanlı Devleti’nin teokratik devlet olarak tanımlamasındaki hatalı tutumun altını çizdi.
İSLAMÎ KARARLAR İÇİN ESAS HANGİSİ?
Araştırmaları esnasında karşılaştığı ilginç misallerden bahseden Mehmed Niyazi, zaman zaman bu tespitlerin daha önce fark edilememiş olmasının kendisini de hayrete düşürdüğünü belirtti. Sorduğu derin fıkhî meseleler hakkında cevap aradığı din adamlarından da bir karşılık bulamadığını ve zaman zaman yasaklar konusunda verilen fetvaların doğru şekilde aksettirilmediğini misallerle anlatan Mehmed Niyazi, “İslam ile ilgili bir konuda şahadet edebilmek için dört kaynağa bakacaksınız. İlk ikisi ‘mutlak kaynak’ dediğimiz, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniye’yken, sonraki ikisi İcma-ı Ümmet, Kıyas-ı Fukuha’dır. İslam hakkında konuşurken ikisi esas ve ikisi yardımcı kaynak kullanmak şarttır.” diyerek Peygamber Efendimiz’in sünnetini de beş kısımda ele aldı:
“O bizim peygamberimizdir, kâinata rahmet olarak gelmiştir ve Peygamberliğinin ispatı olan sünnetleri bağlayıcıdır. Ancak bir fert ve aile reisi olarak da o bizim önderimizdir ve bu şekilde istifade ettiğimiz sünnetlerin bağlayıcılığı yoktur. Peygamberimizin harp ve kumandan olarak yaptığı fiiller vardır. Bu fiilleri de örnek alırız ama bağlayıcı değildir. Devlet başkanı olarak Peygamberimizin verdiği kararlar da bağlayıcı değildir. Düzene ve devre göre değişebilenler mevcuttur.”
DEMOKRASİ YENİ NESİL BİR SİSTEM
Dört mezhebin kurucusu İmam-ı Âzam, İmam-ı Şafî, İmam-ı Maliki ve İmam-ı Hanbelî’yi tanımadığımızı ve onları basit bir imam gibi gördüğümüzü anlatan Mehmed Niyazi, İmam-ı Azam’ın Almancadaki adının, “Allah’ın yaşayan kitabı” olduğunu dile getirdi. Napolyon’un ortaya koyduğu ve baki kalacak dediği hukuk sisteminden İmam-ı Hanbeli’nin hukuku çıkarıldığında geriye bir şey kalmayacağını söyleyen Mehmed Niyazi, “Onlar dünya çapında hukukçulardır.” dedi. Kur’ân-ı Kerim’de devlet şekli yani uygulanacak rejimin belirtilmediğini belirten Mehmed Niyazi, rejimlerin zamana ve coğrafyaya göre değişiklik gösterebileceğini ve bunun bir sakınca meydana getirmediğini ifade etti. Bu minvalde “Fatih büyük bir adam olsaydı demokrasiyi getirirdi” diyebilen profesörlerin hatalarının farkında olamadıklarını vurgulayan Mehmed Niyazi, demokrasinin telekomünikasyon olmaksızın söz konusu olamayacağının altını çizdi ve şöyle devam etti:
“Bugün demokratik düzen deyince bize hoş görünüyor. Fakat iki yüz sene sonra öyle bir rejim çıkabilir ki, demokrasinin hantallığından rahatsız olabiliriz. Dolayısıyla şeklin zamana da dayanmadığını görüyoruz. Kur’ân vahiy olduğu, bütün beşeriyete ve coğrafyalara hitap ettiği için bir devlet şekli vaat edilmemiştir. Kuvvetin kanunda toplanması, emanetin ehline verilmesi, mutlak adalet, şuara yani istişare ve sosyal dayanışma olmak üzere İslam devleti beş esas üzerine inşa olur. Bu esaslardan İslam devletinin despotizme açık olmadığını ve kanunların devlet başkanının ağzından çıkacak emirler olarak kabul edilmediğini anlayabiliriz. Bu devlet krallık, meşrutiyet veya cumhuriyet olabilir. Zaman göre şartlara göre devleti ümmet tayin eder.”
DÜNYA REJİMLERİNİN ÖNCÜSÜ DÖRT HALİFE
Peygamber Efendimiz’in vefatının ardından gelen dört halifenin seçilme biçimini hukukçu olarak değerlendirdiğinde birbirinden farklı olduğunu ve bu seçim şekillerinin günümüz dünya rejimlerinin dört ana temel noktasını temsil ettiğini anlatan Mehmed Niyazi, Hz. Ebubekir’in seçilmiş bir zümre tarafından, Hz. Ömer’in tayinle, Hz. Osman’ın şura ile ve Hz. Ali’nin demokratik denilebilecek oylama sistemiyle seçildiğini detaylarıyla anlattı ve şu sözlerle konuşmasını noktaladı:
“Teokrasi İslam’da yoktur, Hıristiyan dünyasında vardır. Bizim devletimizde padişah ve devlete hâkim olanlar kanun yapamazlar. Amme hukukunu fakihçiler yapar. Bugün Türkiye laik ve demokratik bir devlettir. Kanunların parlamento yapıyor. Eğer Türkiye bir İslam devleti olsaydı, parlamento ancak bütçe yapabilir, vergi tanzim eder, amme intizamını düzenlerdi. Özel hukukta ise fakihlerin içtihadını mahkemeler tatbik eder. Gelecek yüzyılda inanıyorum ki, Avrupa’da özel hukuk üniversitelere bırakılacaktır. Amme hukuku düzenleyen hususları parlamento düzenleyecektir. Osmanlı’da aynen böyleydi. Cuma hutbesi de sudan sebeplerle okunmaz. Hutbe devlet başkanının ümmete hesap verdiği yerdir. Yöneten ve yönetilenler arasında münasebet kalmamışsa o devlet nasıl yönetilirse yönetilsin o sistem kötüdür. Bir devlette yönetenler yönetilenle beraber ve iç içe olup yönetenler yönetilenlere hesap veriyorsa o devlet sistemi iyidir.”