Türkiye Diyanet Vakfı‘nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.‘nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Diyanet Fuarı‘nın Ramazan’ı sohbetle bütünleştiren ve Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)‘nin desteğiyle fuar süresince devam eden Beyazıt Ramazan Sohbetleri, şair yazar ve ses sanatkârı Memduh Cumhur‘u ağırladı.
Takdim konuşmasını yapan ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Memduh Cumhur’un bir medeniyet adamı olduğunu dile getirerek “Kendisini şairlik yönüyle Yahya Kemal’e benzetiyorum. Yahya Kemal de çok titiz, ömrü boyunca şiir kitabı çıkarmamış. Memduh Hocam da baskılara dayanamadı ve çok uzun yılların ardından Tuna’yla Hasbihal adlı şiir kitabını çıkarttı.” diyerek sözü Cumhur’a bıraktı. Tasavvuf, musiki ve şiir ile harmanlanmış bir sohbet gerçekleştiren Memduh Cumhur, hatıralarından ve geçmişte anlatılmış hikâyelerden örnekler sunarak manevi hallere ve bilhassa şiire dair düşüncelerini dile getirdi.
KUR’ÂN İLE ŞİİR İLİŞKİSİ
İslam dünyasının kan ağladığı günlerde Türkiye’de az da olsa huzurumuzun mevcut olduğunu söyleyen Memduh Cumhur, “İstanbul’u depremden, felaketten ve karmaşadan muhafaza edilmemiz toprağın altında yatanların yüzü suyu hürmetinedir. İstanbul mukaddes bir şehir ve fetihle müjdelenmesi de bu yüzden.” dedi. Sonrasında şiirle ilgili görüşlerini aktaran Cumhur, şiirin şuur kelimesinden türediğini hatırlatarak, bilmek manasını taşıdığını kaydetti. “Ama bizim dünyamızda şiir, Peygamber Efendimiz’e verilen Kur’ân mucizesinin bir nevi kıstasıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz’e sorulduğu zaman mucizesinin Kur’ân-ı Kerim olduğunu buyurur. Cahiliye devri şiiri aradan 1.400 sene geçmiş olmasına rağmen ulaşılamamış bir şiirdir. Hayatları şiir üzerine kuruludur. Bunun üzerine mucize olarak inen Kur’ân’ın nesir olarak büyüklüğü bütün şairler tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla şiir İslam dünyasında mühim bir mihenk taşı.” diyen Memduh Cumhur, İslam’ın ilk devirlerindeki şairler hakkında bilgiler verdi. Şiirlerini aruz vezni ile yazan Cumhur, “Özel bir seçim değil, içimden öyle geldiği için aruzla yazıyorum. Şiir yazmak için oturulacak bir nesne değildir. Şiir kendini yazdırır. Nesir yazmak gibi değildir.” dedi.
“MEVLÂNA ŞAİR DEĞİL VELİ İDİ”
Yahya Kemal’in şiirde mürşidi olduğunu dile getiren Memduh Cumhur, şairin Osmanlı’nın sesini bugüne aktarmak konusunda köprü olduğunu, Paris’te kaldığı 13 senenin ardından Fransız şiirindeki derinliği aruza tatbik ettiğini belirtti. Yahya Kemal’in geçmişteki bütün büyük şairleri tarayarak o sesi elde ettikten sonra yazdığı şiirlerin Fransız modern zevkinin içinde olduğu yeni bir şiirin yolunu açtığını söyleyen Cumhur, “Ancak o yolda yürüyen çok kimse çıkmadı. Ben onu takip etmeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu tarih söyleyecek.” dedi. Yahya Kemal’in şiir hakkında “Mısra şairin hammaddesidir, fakat şair mısraın âlem-i berzahtaki şeklini arayan adamdır.” sözünü söylediğini aktaran Memduh Cumhur, şairin arayan adam olduğunu ifade etti. “Şiir eğer Levh-i Mahfûzdaki aslî şeklini arıyor ise bunu bize en iyi anlatan Kur’ân-ı Kerim’dir. Divan şairleri bunun farkına varmışlardır. Bütün divanlarda çeşitli ayetlere ve hadislere termihler mevcuttur. Mevlâna gibi âlimler şair değil, ehlullah ve evliyaullahtır. Onlar için şiir bir söyleme vasıtasıdır.” diyen Cumhur, bunun bir hakikati ifşa etmek adına olduğunu kaydetti.
İBADETİ MUSİKİ İLE SÜSLEMEK
Ramazan’ın güzel tarafının dervişânın yaşamını tatbik etmek için imkân sağlaması olduğunu belirten Memduh Cumhur, açlığın insanı hikmete yaklaştırdığını, Allah’ın yemez, içmez ve uyumazlığını insanın oruçlu iken uyguladığını ve Allah’ın ahlâkı ile ahlâklandığını kaydetti. İslâm’da teravih tartışmasının Buhari hadislerine bakıldığında çözüme kavuştuğunu ve Peygamber Efendimiz’in teravihi 8 rekât olarak iki defa evinde kılmış olduğunun anlatıldığını söyleyen Cumhur, “Bu haliyle teamüldür, sünnet demek doğru olmaz. Güzel de bir teamüldür.” diyerek Mevlid-i Şerif’in de güzel teamüle bir örnek olduğunu ifade etti. “Ramazan namazla güzelleşir ve zenginleşir. İnsanlar böylece camide daha fazla kalmışlar ve daha fazla ibadet edebilmişler. İstanbullu büyüklerimiz ise bunu musiki ile süslemiş. Makamlar o kadar gelenekselleşmiştir ki makamdan makama geçiş ecdadın namaz esnasında uyguladığı bir güzelliğe dönüşmüştü. Musiki halkın ibadete iştiyakını güçlendirmiştir.” diyerek Niyazi Sayın ve Mustafa Düzgünman’ın biri imam biri müezzin olarak Ramazanlarda cami cami gezdiklerini ve bütün Üsküdar halkının da onların peşinden gittiğini anlattı ve bu teravihlerle ilgili tatlı hatıraları nakletti.
“SADAKA TAŞI DÜRÜSTLER İÇİN”
Eski İstanbul’un bir medeniyet yansıması olan sadaka taşlarına da değinen Memduh Cumhur, bu taşlara zenginlerin ihtiyaç fazlası meblağları bıraktıklarını, fakirlerin de bunu gece geç saatte aldığını, alanın da verenin de birbirinden haberdar olmadığı günlerin yaşandığını dile getirdi. “Bu güzelliklerin yeniden elde edilmesi hususunda ümidim pek yok. Çünkü dürüst ihtiyaç sahibi olmayınca böylesi cömertlik de anlamını yitiriyor. Tanpınar tarafından Yahya Kemal’in otobiyografisi olarak nitelenen ‘İthaf’ şiirinde de belirttiği gibi Yahya Kemal İslam dünyasının düzelmesi için tek bir imkân hayal etmiştir ve Horasan’dan erenlerin gelmesinden başka çıkar yol bulunmadığını söylemiştir.” dedi. Ardından “Allah’ın hazineleri tükenmez.” ayetini hatırlatan Cumhur, bu ayeti okuduğunda geçmişe dönüp büyük sanatkârlara baktığını, Hattat Hâfız Osman gibi hazinelerin mirasının bugünlere ulaşmasına rağmen gazelhanların ve hâfızların seslerini duyamadığımızı, yalnızca geriye isimlerinin kaldığını söyledi. Taburî Cemil Bey, Hâfız Sami, Kani Karaca gibi hazinelerin ardından Allah’ın yeni hazineler göndereceğine inandığını kaydetti.