Gizem Gül’ün röportajı
Kendisini gazeteci kimliğiyle tanıdığımız Mehmet Ali Bulut Hayat Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Can Boğazdan Çıkar’ kitabında yediklerimizin sağlığımızın üzerindeki etkilerini sorguluyor. Kişilerin kan gruplarına ve mizaçlarına uygun beslenmesinin önemine dikkat çeken Bulut, kitabında zaman zaman başvurduğu fantastik ifadelerle, kimi zaman da referans gösterdiği dini kaynaklardan yaptığı alıntılarla ağzımıza attığımız her yiyeceğin vücudumuzda nasıl bir süreçten geçtiğini anlaşılır bir dille anlatıyor. Bu kitabın ortaya çıkış süreci de bir hayli ilginç; ciddi bir hastalık geçiren Bulut, bu hastalıktan kurtulmak için yaptığı araştırmaların sonucunda bu kitabı oluşturan bilgileri topluyor. Önce kendisi iyileşiyor, sonra da başkalarına faydalı olmak adına yola çıkıyor. Şunu da belirtmeden geçmeyelim, Mehmet Ali Bulut, ‘Can Boğazdan Çıkar’ kitabının bir diyet kitabı olmadığını, bunun bir bilgelik kitabı olduğunu ve yeme içme usulünü anlattığını üzerine basa basa şu sözlerle vurguluyor: “Sağlık benim konum değil, ben doktor değilim, bu alanda meşhur olmayı ve isim yapmayı da istemiyorum. Ben kamil insanın sıkıntılarını nasıl gideririz düşüncesinin peşindeyim.”
Dün ilk bölümünü yayınladığımız röportajın bugün ikinci bölümünü okuyacaksınız…
Röportajın ilk bölümünü okumak için tıklayın!
Kişilerin kan gruplarına göre beslenmelerinin sağlıklı olduğu kanısına nasıl vardınız? Bu süreci merak ediyorum öncelikle. Kan gruplarında beslenme nasıl önem kazanıyor?
Bunu ilk söyleyen İbni Sina’dır. İbni Sina mizaçlardan bahsediyor. Diyor ki, insanlar mizaç mizaçtır, sınıf sınıftır. Her gıda her mizaca uygun değildir. Bunun, kendine göre çok ciddi araştırmalarını yapıyor. O zaman da mizaçlara uygun beslenildiği takdirde hastalanma riskinin azaldığını veya sağlıklı yaşamanın çoğaldığını görüyor. Bu mizaçları ilk belirleyen İbni Sina’dır, fakat İbni Sina’nın zamanında henüz kan grupları tespit edilemediği için bunu kanla nitelendirmiyor. Esasında İbni Sina Demevi mizaç, Balgami mizaç, Safravi, Sevdavi mizaç şeklinde mizaçlar belirliyor. Bu mizaçların ayrıca açılımları var. Normalde dört tane kan grubu var, onların da negatifi pozitifi var. Esasında baktığınız zaman aynı açılımı yapıyor. Fakat her bir insan müstesnadır.
Gıda intoleransı testleri bize hangi besinlerin uygun olduğunu gösteriyor
Diyelim ki kurşunlu benzinle çalışan motorlar var, süper benzinle çalışan motorlar var, dizel ile çalışan motorlar var vs. Bunların her birisi bir kategoriyi temsil ediyor. Mazotla çalışan büyük traktörler, iş makineleri şunlar bunlar diyorsunuz. Dizelle çalışan bugün yeni araçlar da yapılıyor. Bunlar motorun yapısından kaynaklanıyor. Aynı şekilde, bir insanın midesinin veya pankreasının veya safrasının veya karaciğerinin ürettiği toplam enzimlerin şekli ve şemali o insanın motor sistemini belirliyor. Bunlar incelendiği zaman örneğin gıda intoleransı testleriyle, bugün zaten net olarak görülebiliyor. İnsanın kanı bir tarafa, yiyecekleri bir tarafa konuluyor ve insana hangi yiyeceklerin faydalı hangilerinin zararlı olduğu tespit ediliyor. İşte bu ayrımı yapan ilk olarak İbni Sina’dır. Bunu bugün modern tıbba uygulayan da Amerikalı doktor James D’Adamo’dur. Bu doktor tüberküloz hastalıklarının tedavi edildiği bir klinikte çalışıyor. Bu klinikte hepsi aynı hastalığa sahip olan insanlara aynı diyet öneriliyor ve aynı ilaçlar veriliyor. Fakat bir müddet sonra bakıyor ki bazı hastalar iyi oluyor, bazı hastalar kötü. Bu kötüye giden hastaların hepsinin aynı kan grubundan olduğunu fark ediyor. Bunun üzerine, acaba bu kan grubunun bir sebebi var mı diye sorgulamaya başlıyor. Kan gruplarını karşılaştırıp ilk tespiti yapan James’tir. Sonra bu adamın oğlu Peter, babasının bu çalışmalarını kitaplaştırıyor ve Amerika’da yayınlıyor.
Bugün işte bu gerek Dukan testi, gerek yoğurt testi gerek, metabolik balans testi, gerek gıda intoleransı testi hepsi o adamın yaptığı çalışmalardan kaynaklanıyor. Yani gıdaların kanla karşılaştırılıp test edilmesi. İlk o keşfediyor, “Eating by Type” adlı kitapta ortaya koyuyor. Evet gerçekten İbni Sina mizaçlardan bahsetmiş; fakat bu mizaçların aynı zamanda kan grubuna göre beslenmek olduğunu bu adam çok net önümüze koyuyor. Bunlar zaten büyük ölçüde test edilmiştir.
Aslında acıkma hissi yalan, çünkü biz sensörleri aldatıyoruz
Beslenme alışkanlıklarımızı nasıl değiştirmeliyiz?
Bunu ben değiştiremem, ben diyetisyen değilim. Ben doktor değilim. Ben iradenin peşindeyim. İradeni kullanamıyorsan kusura bakma, hasta da olacaksın. İradeni kullanamıyorsan bir yığın yanlışlıklar yapıyorsun. Bu mesele irade meselesi. Hz. Adem ile Havva’nın bir tek yasakları vardı. Ona uymadılar, cennetten kovuldular. Siz de sağlıklı yaşama cennetinden kovulmak istemiyorsanız prensiplere uyunuz. Çünkü sağlıklı yaşamak, sağlıklı bir bedene sahip olmak bir cennettir. Ben diyorum ki, günde iki kere yemek yiyin. “Ben dayanamıyorum” diyorsanız, o zaman yapacak bir şey yok, hiç karışmam. Çünkü kendisi rızalarına razı olana acınmaz. İradeni kullanacaksın. İnsan olmak iradeyi kullanmak demektir. İradesini kullanamıyorsa, bizim davar da öyledir. Mesela Ramazan’da oruç tutuyorsunuz. Nasıl dayanabiliyorsunuz 12 saat? İradeyi zorladığın zaman bir süre sonra prensip halini alıyor. Beni öğleyin zorlamadıkları zaman yemek yemiyorum. Çünkü ben o şekilde rahatım. Eskiden en az 4 öğün yiyordum. Sabah, öğle, ikindi, akşam… Acıkıyordum çünkü; ama acıkmanın da yalan olduğunu sonradan öğrendim. Çünkü sensörleri aldatıyoruz yani.
Bir de siz Hz. Adem’in cennetten kovulmasıyla ilgili olarak Allah’ın o mesajı sadece Hz. Adem’e değil hepimize söylediğini anlatıyorsunuz…
Hepimiz bir cennet içinde doğarız. Harika bir vücut, sağlıklı çalışan bir sistem. Tabii genel olarak söylüyorum. Sonra biz bunu kendi nefsimize yenilerek, o yasağı bolca işleyerek cennetten kovularak cehenneme dönüştürürüz. Sağlıksızlık, hastalıklar, sıkıntılar… Neden burada cennet hayatını yaşamak mümkünken ben cehenneme çevireyim hayatımı. Neymiş efendim, ben irademe hakim olamıyorum, yiyorum. İradene hakim olamıyorsan seni insan sınıfından sayamayız. İnsan irade kullanandır. Peki insan hiç mi iradesizlik yaşamayacak? Elbette, hepimiz yaşıyoruz bunu, hepimizin iradesinin bozulduğu noktalar var. Ama ısrarla da bunu sürdürmeyiz. Hastalık bir beladır. Sen elinle KOAH hastası olursan buna kader demeyeceksin. Bu bir ahmaklıktır, onu söylüyorum.
Yemekle birlikte su içmek enzimleri bozar
Ve su içme konusuna gelmek istiyorum. Siz kitabınızda sofraya oturur oturmaz su içmenin zararlarından bahsederek, yenilecek yemeği görmeden önce su içilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Ayrıca lüzumundan fazla su içmemenin önemine dikkat çekiyorsunuz. Bize bunun gerekçelerini anlatır mısınız?
Su içme başlı başına bir iştir. Su, bu kitabın temel prensiplerinden birisidir. Esasında insanlar su içmenin usulünü öğrenseler hastalıkların yüzde 51’inden kurtulurlar. Yemekle birlikte su içiyorsan enzimi bozuyorsun. Enzim bozulduğu zaman mide o şeyi çürütmeye başlıyor. O yediklerini çürütmeye başlıyor. O, gıda olmaktan çıkıyor, aside dönüşüyor. Suyu öyle iç ki sana zarar vermesin, fayda versin. O da ne zamandır? Yemek yedikten en az tam iki saat sonra. Bizim gibi çokça yemek yiyenlerin en az iki buçuk saat beklemeleri lazım.
Üç ayların içerisindeyiz, Ramazan yaklaşıyor. Ramazan’da oruç tutmanın, sağlık açısından ne gibi faydaları var?
Cenab-ı Hakk’ın oruç teklifi, kullarını ne kadar çok sevdiğinin en açık ifadesidir. Cenab-ı Hakk biliyor kulunu. Bunun nefsine zulmedeceğini, bunun davar gibi yiyeceğini, kendisine zarar verebildiğini bildiği için bize diyor ki; bari bir 1 ay+6 gün oruç tut. Şevval’de de altı gün oruçları var. 30+6 = 36 eder, otuz altı da 360’ın onda biridir. On günde bir gün tamamen aç kalarak vücut kendisini temizler. Ramazan, vücudun toksin, pislik, murdarlık biriktirilmiş halinden kurtulması için bir zorunlu öneridir. O yüzden diyor ki; insanın bütün ibadetleri kendisi içindir, yalnız oruç benim içindir ve ona karşılık ne verileceğine ben karar veririm. Yani bu o kadar kıymetli ki, senin vücudunda bu arızaya sebep veren, hastalanmaya sebebiyet veren bütün hallerin ortadan kalkması açlık gerektirir. Mesela belli bakteriler belli bir miktar açlıktan sonra ölüyorlar. Mesela 36 saat en ideal açlık sınırıdır. Sonra 72 saat. Ben eskiden 72 saatlik açlıkları çok sık yapıyordum. Mesela bir Hicri ayın 13., 14., 15. dolunay olduğu zaman, insanın fazla açlık hissetmediği zamandır. Çünkü insan bünyesinde kabarma, med hali ortaya çıkıyor. Bu med halinde insan acıkma hissetmez. O dönemlerde açlık yaparım. Mesela pazartesiden perşembeye 36 saat hiçbir şey yemem.
Ramazan bir detoks dönemi
Dolayısıyla ben Ramazan’a bir ibadetten ziyade bir detoks dönemi, vücudu temizleme olarak bakıyorum. Pisliklerden, eksikliklerden, hastalıklardan kurtulma fırsatı olarak görüyorum. Meseleye dini açıdan baktığımızda sanki Allah bize bir şey dayatmış da mecburen yapıyoruz gibi bakılıyor. Ben Ramazan’ı iple çekiyorum. Ben 24 saat de aç kalırım ama sahurda illa kalkarım, bir bardak su içerim ve yatarım. 24 saatlik oruçlar öyle güzel tutuluyor ki, yaz kış fark etmiyor. Yok efendim bugünlerde nasıl dayanacağız, diyorlar ya, ona bir kere alıştığın zaman hiçbir problemin kalmıyor. Zaten yediğin için zahmet çıkıyor. Kalkıyorsun sahurda abur cubur bir şeyler yiyorsun, gündüz hararet yapıyor. O hararet sıkıntı yapıyor. Tabi biz abur cubur sürekli yemeye alıştığımız için, nasıl dayanacağım diyoruz. Halbuki insan günde 400-500 gram bir gıdayı yese o yine 24 saat net yeter. Ben diyorum ki kol işçisi olmayan bir kimseye 300 gram temiz gıda yeter. Tabii su hariç. Su kullanabildiği kadar kullanır. Ramazan’a ben Cenab-ı Hakk’ın açık bir kıyağı olarak bakıyorum bize. Zorunlu bir temizlenme aparatı gibi geliyor bana. Ramazan, insana uzun ve sağlıklı yaşaması için verilen bir ikramdır. Ayrıca da bunun karşılığında Cenab-ı Hakk bize orucun karşılığında ne verecek onu bilmiyoruz.
Öğünler arasına uzun açlıklar koyun
Mesela Karatay diyeti son zamanlarda gündemde. Orada da uzun sürekli açlıklar var. Sizin söylediğiniz şeylerle örtüşen ve paralellik gösteren bir diyet…
Elbette örtüşecek, aklın yolu birdir. Hakiki manada insanı tanıyanlar gıdanın insanı ne hale getirdiğini görüyorlar. Ben açlık dediğim zaman insanlar bundan korkuyorlar. Diyorum ki ben mesafeler koyun öğünler arasına. Vücut keyif yapsın. Sürekli bir şeyler yiyoruz, yiyoruz. Yapmayın bunu, yemeyin. Yemek yedin, iki saat ne iç ne ye! Bak ne kadar rahatlıyorsun! Ağzına bir tek fındık attığında bile, koca bir sistem başlıyor bir tanecik fındığı öğütmeye. Bu fındık 45 dakika vücutta kalacak. Bir de onun üstüne su içiyorsun. Vücut o suyu da fındık zannediyor ve suyu da 40 dakika midende çalkalıyor. Su içtiğin zaman 6-7 dakika hiçbir şey yeme. İnsin vücuttan, ondan sonra da yiyeceksen ye. Mümkün mertebe açlık zamanlarına, bu iki öğün arasına ne kadar uzun mesafe koyarsak o kadar iyidir. Ben açlık yapıyorum, yapmayı da tavsiye ediyorum. Ama zaman zaman. Her zaman da açlık olmaz tabi. Neticede insanız, yiyeceğiz, içeceğiz, keyfimize bakacağız. Kitapların yazmadıklarını da yiyeceğiz icabında, ama sonra dönüp bunları temizlemek için kendimize fırsat vermemiz lazım.
Bu bir bilgelik kitabıdır
İnsanların zaten son zamanlarda yeni çıkan diyetlerle ilgili kafası çok karışık. Acaba hangisini uygulasam? Onu mu yapsam, bunu mu yapsam?
Ben diyetçi değilim, bu kitap da bir bilgelik kitabıdır. Bu bir diyet kitabı değildir. Bakın içine, hiç diyet yoktur. Ben yeme içme adabını anlatıyorum. Beden ve besin adabı. Nasıl ruhun deşifresi, bilginin kullanılması kitabı ise bu da gıdanın kullanılması kitabıdır. Yoksa ben diyet filan vermedim. Diyetçi de değilim, uzman da değilim, doktor da değilim. Dörtte birinde usul, yöntem anlatıyorum. Yeme-içme usulü anlatıyorum. Hangisi, hangisiyle yenir ya da yenmez onu anlatıyorum. Bu kitapla kilo veren yok mu? Çok. Sen mizacına uygun, kanına uygun beslendiğin takdirde vücut yavaş yavaş kilolarından kurtulmaya başlıyor. Senin enzimlerinin tanımlayamadığı gıdaları yediğinde vücut onu kilo olarak stokluyor. Diyelim ki ben A grubuyum. 150 gram kırmızı et mi yemişim, 150 gram kilo olarak almış olurum.
Röportajın ilk bölümünü okumak için tıklayın!
On5yirmi5