1922’de Freud normal kıskançlığın bile mantık dışı bir olay sayılması gerektiğini, böyle bir duygunun bilinç denetimi altında olmadığı gibi, dış dünyanın herkesçe paylaşılan gerçekliği içinde yaşanan durumlarla orantısız olduğu görüşünü dile getirmişti.
Adını ünlü yazar William Shakespeare’in “Othello” adlı eserinden alan bu rahatsızlık, kişinin sevdiği birini hastalık derecesinde kıskanması durumu olarak ifade edilmektedir. Sevginin kaybı ya da kaybedilme tehlikesi, sevilen kişiye ve bir rakibe karşı duyulan düşmanlık ve kendine saygıyı azaltan narsistik darbe kıskançlık duygusunu oluşturan temel öğeler olmuştur.
Pekçok araştırmacı patolojik kıskançlığın başlangıcında erkeklerde ereksiyonla ilgili güçlükler, kadınlarda ise bir cinsel işlev bozukluğun yattığına inanmaktadırlar. Kişinin sanrılarının başlıca teması eşinin ya da sevgilisinin sadakatsızlık göstermesidir. Bu düşünceye gerçekçi bir neden olmadan gelinir ve bu inanış küçük “kanıt”larla (giysilerdeki düzensizlikler ya da çarşaflarda ki lekeler gibi) desteklenen doğru olmayan çıkarımlara dayandırılır. Bütün bunlar toplanır ve sanrıyı doğrulamak üzere kullanılır. Böyle bir sanrısı olan kişi genellikle eşini ya da sevgilisini yüzleştirir ve imgesel sadakatsizliği bozma girişimlerinde bulunur (örneğin eşinin özerkliğini kısıtlama, gizlice eşini izleme, imgesel aşığı araştırma, eşine saldırıda bulunma gibi). Bu nedenle bu kişilerin tehlikeli olabileceği, şiddete başvurabileceği unutulmamalıdır.
Pek çok çalışmada patolojik kıskançlığın daha çok erkeklerde görüldüğü bildirilmiş olsa da, patolojik kıskançlığın kadınlarda daha sık görüldüğünü bildiren bazı araştırmalar da vardır. Hekim patolojik kıskançlık tanısı koyarken hastanın eşi ve yakın çevresi ile görüşüp objektif bir değerlendirme yaparken, eşlerden her ikisinden evlilik ve seksüel öykülerini öğrenmelidir. Yine hastada patolojik kıskançlık ile birlikte olabilecek diğer psikiyatrik bozuklukların ayırıcı tanısı yapılmalıdır.
Patolojik kıskançlığın tedavisi oldukça zordur. Son dönemlerde antipsikotik tedavinin yanısıra tek başına selektif serotonin geri alım inhibitörlerinin etkili olduğu bildirilse de, sonuçların henüz çok yetersiz olduğu ve depresif bozukluğun olmadığı olgularda durumu daha da kötüleştirebileceği unutulmamalıdır.
Aktüelpsikoloji