Günümüzü tarif eden, aslında hiç birimizin mezun olmadığı çeşitli davranış kalıpları var. Bunlara kültür de diyebiliriz. Bu olumsuz kültürler insanı mahvettiği gibi toplumu da mahvedebiliyor. Günümüzü tarif eden kültürlerden 4’ü “H” harfi ile başlıyor: haz, hız, hırs ve hınç. Bu 4 kültür toplumun yapısını bozuyor. Bize düşen ise çocuklarımızı bu dört kültürden koruyarak yetiştirmek.
Haz Kültürü
Günümüzde hayat artık haz merkezli yaşanır olmuştur. İnsanlar hazları peşinde koşmaktadır. Haz insanı esir almıştır. İnsanlar, lezzet alacakları eylemleri öteleyemez olmuştur. Neredeyse herkeste haz bir bağımlılığa neden olmuştur. Hazzını erteleyemeyen, dahası kimi hazların esiri olan insan hayatının merkezine hazzı almıştır. Haz almak için yaşamak insanın temel uğraşı olmuştur.
Çocuklarımızın da haz merkezli yetişmeleri halinde, hazlarını öteleyemeyen bir nesil gelecekte Türkiye’yi yönetecektir. Bu hazzını öteleyemeyen nesil, hoşuna gideni hemen alıp, hemen yapacak bunun sonucunda da kredi kartların mağduru olabilecektir. Hayatın merkezine haz girince, o hazzı elde etmek için gayr-i meşru yollara girilebilecektir. Bu nedenle çocuklarımıza haz öteleme eğitimini vermemiz gerekiyor.
Onların istediklerini hemen yerine getirmek, markette istediklerini hemen almak, haz almadıkları bir işiten vazgeçmek istediklerinde hemen müsaade etmek onların haz merkezli yetişmeleri sağlar. Bu nedenle çocuklarımıza hazlarını ötelemeyi öğretmemiz gerekiyor.
Markete gittiğimde, çocuklarım birçok şey istiyor. Ben küçüklüklerinden bu yana sadece istediklerinin birini alıyorum. Diğer istediklerini almaya imkânım var ama onların içindeki haz canavarının büyümesini istemiyorum. Yine farklı zamanlarda onların istediklerini ötelemeye çalışıyorum. Ve istediklerine ulaşması için bir bedel ödemeleri gerektiğini onlara aşılıyorum. Pahalı bir bebek mi istedi kızım, kumbarasında para biriktirmesi gerektiğini söylüyor, o bebeği alacaksam da mutlaka onun kumbarası ile gidiyorum. Çünkü istiyorum ki, hayatta her elde edilen hazın bir bedeli olduğunu öğrensinler. Haz öteleme eğitimi bence çocuk eğitimini temel noktalarından biri.
Hız Kültürü
Günümüzün diğer bir özelliği ise zamanın hızlı akışı. Herkes bir koşturmaca içinde. Zaman kimseye yetmiyor. Yemekler hızla yeniyor, misafirliğe gidilse bile hızla geri dönülüyor. İnsanlar yolda hızlı hızlı yüzüyor. Toplantılar ivedilikle bitiriliyor. Çünkü herkes bir yerlere yetişmek durumunda.
Bu hız kültürü, hayatın tadını almamızı engelliyor. Hayatın bize sunduğu güzellikleri hız kültürü içinde fark edemiyoruz. Çocuğumuzun adım adım büyümesini, güzel bir sofradaki nimetlerin dilimizde ve damağımızda bıraktığı tadı, yemeklerin kokusunu hız kültürü nedeniyle fark edemiyoruz bile.
Hızlı trenler bizi gideceğimiz yere daha çabuk ulaştırıyor. Lakin onlarla yolculuğa çıkan insan otlayan koyunları, baharda açan çiçeği, o çiçeğin yaydığı kokuyu, şırıl şırıl akan derenin sesini hissedemiyor. Hız güzellikleri perdeliyor aslında. Bizi duygusuzlaştırıyor.
Günümüzün çocukları belki de bu kültürün sonucu olarak hiperaktif. Kemal Sayar Yavaşla kitabında diyor ki: Yavaşla, bir kez geçeceksin bu hayattan. Çocuklarımıza hız yerine sükûneti ve teenniyi öğretmemiz gerekiyor. Onların elinden tutup sakin sakin yürümek, yol kenarında açan çiçekleri fark etmek, yuvasına yemek taşıyan karıncaları sakince izlemek, usul usul yağan yağmurda onlarla birlikte ağır ağır yürümek onları hız kültürüne karşı koruyabilir.
Çocuklarımızın yavaşlığa, güzellikleri fark etmeye ihtiyacı var. Bir ağacın yavaş yavaş çiçek açmasını onlarla birlikte gözlemlemek, evimizde yetiştirdiğimiz bitkinin büyümesine gün ve gün tanıklık etmek çok önemli. Evde hızla koşan hayvanlar yerine kaplumbağa beslemek bile bu süreci destekleyebilir. Günümüz çocuklarının hıza değil, yavaşlamaya ihtiyacı var.
Hırs Kültürü
Günümüzün bir diğer hâkim kültürü ise hırs kültürü. İnsanlar doymak bilmez bir şekilde para, makam ve şöhret peşinde koşuyor. Bir arabayı elde eden kısa bir süre sonra bir üst model arabaya gözünü dikiyor. İki odalı bir evi olan, üç odalıyı o eve girdikten birkaç gün sonra düşünmeye başlıyor. İnsanların çoğu elindekinden memnun değil. Her eşyanın ve nesnenin bir üst modeli var ve herkes sahip olduklarını bir üst modele çıkarma yarışı içinde. Bu nedenle bir türlü tatmin olmayan, bunun neticesinde ise şükretmeyen bir toplum ortaya çıkıyor.
Anne-baba olarak görevimiz çocuklarımıza hırs yerine kanaati, tatminsizlik yerine şükrü öğretmek. Onlara elindekiyle yetinmeyi öğretmek için önce biz elimizdekiyle yetinmeliyiz. Çocuğumuzun yanında elimizdekinden memnun olmadığımızı, eşyaların artık eskidiğini, o ayakkabıdan sıkıldığımızı ve bir daha giymek istemediğimizi gösteren cümleler, onların bilinçaltına kazınıyor. Onlara her defasında yeni oyuncaklar almak yerine, var olan oyuncaklarını yeni eklemeler ve süslemelerle cazip kılmak, aynı oyuncakla hayal dünyamızı kullanarak farklı oyunlar oynamak, onların minik ellerini avucumuzun içine alıp Rabbimize verdikleri her bir oyuncak için teşekkür etmek, onlara kanaat ve şükür duygusunu aşılayabilir. Üç-beş çeşitle birlikte hazırlanan sofralar yerine sade sofralar onları kanaat sahibi yapabilir.
Hınç Kültürü
Bu zamanı özetleyen kültürlerden biri de hınç kültürü. İnsanlar içlerinde var olan intikam ve öfke duyguları ile hareket ediyorlar. Eşinden, anne-babasından, patronlarından, yarıştığı mesai arkadaşlarından intikam almaya çalışan, onlara olan öfkesi nedeniyle yanlış yollara sapanlar az değil. Hıncını çocuğundan çıkaranlar sayısı azımsanamaz. Günümüzdeki yaygın şiddetin altında yine hınç var. Eşini dövenler, çocuklarını darp edenler hep bir hıncın esiri olarak bunu yapıyorlar.
Fakirler zenginlere, A takımını tutanalar B takımını tutanlara, bir cins öteki cinse, gençler yaşlılara, bir etnik kökenden olan diğerine, bir mezhep öteki mezhebe, bir cemaat mensubu diğer cemaatin mensubuna hınç besliyor. Hınç toplumu, şiddet, kargaşa ve kavga toplumu oluyor aynı zamanda.
Çocuklarımıza hınç yerine affı ve merhameti öğretebiliriz. Buna önce onları affetmekle başlayabiliriz.Bize zararı dokunanları, keyfimizi kaçıranları affetmek ve bunu onların gözü önünde yapmak onların zihnine af kültürünü aşılayabilir. Bizden farklı olanı garipsemek yerine ona merhamet etmek çocuklarımıza merhameti de öğretir. Sokaktaki hayvanları beslemek, bir çiçeği incitmekten bile çekinmek, bir sineğe, böceğe merhamet etmek çocuklarımızda merhamet duygusunun yeşermesine neden olur.
Özetleyecek olursak günümüzü esir alan kültürden çocuklarımızı korumak anne-baba olarak görevlerimizden bir tanesi. Anne-babalık çocuklarımıza güzel elbise ve oyuncak almakla bitmiyor. Biz anne-baba olarak zamanın zaaflarını iyi okumalı ve çocuklarımızı bu zaaflara karşı hazırlamalıyız. Bu konuda en büyük yardımcımız bence içimizdeki şefkat ve merhamet duygusudur.
Psikolojik Danışman & Pedagog Mehmet Teber – Haber 7