“İnsanın tohumunu bozmaya kalkışıyorlar”

Yetişkin Sağlığı
Tuba OLĞAÇ’ın haberi… Doktor Muammer Yıldız’ın ilginç bir hayat öyküsü var… Yıldız, 12 sene boyunca ‘Ankilozon Spondilit’ hastalığıyla mücadele ediyor ve&...
EMOJİLE

Tuba OLĞAÇ’ın haberi…

Doktor Muammer Yıldız’ın ilginç bir hayat öyküsü var… Yıldız, 12 sene boyunca ‘Ankilozon Spondilit’ hastalığıyla mücadele ediyor ve 12 senenin sonunda kendi geliştirdiği bitkisel yöntemlerle hastalığın ilacını buluyor. Tıp eğitimi alarak doktor oluyor ve ardından Geleneksel Tıp Derneği’ni kuruyor. Sağlık Bakanlığı ile pek çok yenilikçi çalışmaya imza atan Yıldız, Samanyolu Tv’de yayınlanan hazırlayıp sunduğu “Şifalı Dağlar” programı ile Türkiye’de bitki envanterinin çıkarılmasına yardımcı oluyor.

Kendi hazırladığınız ilaçlarla hastalığınızı yendiniz, pek çok hastalık için farklı bitkisel ilaç geliştirdiniz, geleneksel tıp alanında pek çok çalışmaya imza attınız. Bu süreci biraz anlatır mısınız?

Hastalığın tedavisi için uzun yıllar modern tıp ilaçlarını kullandım ancak sonuç alamayınca alternatif tıbba yöneldim. Araştırmalarım sonucunda kullandığım geleneksel ilaçlarla uzun yıllar sonra şifa nasip oldu bana.

Şifa nasip olduktan sonra, hastalıkların asıl sebebinin araştırılmadan sadece lokal olarak ilaçlar geliştirilmesi olduğunu da fark ettim. Yani ilaçlar, hastalıkların asıl sebebini tedavi etmek için değil, sadece ağrıyı kesmek, hastalığı durdurmak, sonuçlarını baskılamak için geliştiriliyor. Bu büyük bir eksiklik. Hastalıkların asıl sebebini bulmak için geleneksel tıpta yani eski literatürde Osmanlı, Anadolu tababetini, İslam tıbbını inceleyerek hastalıkların temelinde yatan nedenleri bulmaya çalıştım. Bu arayışı en başta kendi hastalığım için başlatmıştım ama daha sonra bu araştırmaları diğer hastalıklara çözüm bulmak için genişlettim. Hastalıkların gerçek sebebi bugünkü bilinen anlamının dışında olabiliyor, pozitif bilim görmediğini kabul etmiyor.

HASTALIKLARIN ÇÖZÜMÜ ECZANE RAFLARIYLA SINIRLI DEĞİL

Araştırmalarım sonucunda bir hastalığın çözümünün salt eczane rafındaki ilaçlarla sınırlı olmadığını gördüm. Beni güçlü kılan, bu araştırmaları yapmama sebep olan, ‘Allah her hastalığın şifasını vermiştir, arayınız, bulunuz’ sözüydü. Buna o kadar inanıyordum ki ‘her hastalığın şifasını Allah yaratmıştır ve benim bulmam gerekiyor’ diye durmadan çalıştım. Dualarımı eksik etmedim. Ve bugün tıbbın çözüm üretemediği 200’e yakın hastalık konusunda ayrı ayrı çalışmalarımız var.

Geleneksel tıp yöntemlerini, eski tıp yöntemlerini, bitkisel tedaviyi bugün bilimsel bir zemine taşıdık. Bu çalışmaları üniversitelerle beraber yaptığımız hayvan deneyleri sayesinde bilimsel bir zemine taşıyoruz ve taşıdık da… Çok güzel, başarılı çalışmalar ortaya çıktı.

Öte taraftan Sağlık Bakanlığı da artık alternatif tıbbı tanıyor. Geleneksel Tıp Dairesi Başkanlığı kuruldu. Geleneksel tıp reçeteleri yönetmeliği çıkarıldı ve bu yönetmelikle artık insanların geleneksel yöntemleri kullanabilmesinin önü açıldı.

Doktorlar geleneksel tıp reçeteleri de yazabilecekler yani…

Evet reçete edebilecekler. Bu yönetmelik 2011’de çıktı ama uygulama merkezleri ve ürünleri yoktu. Dolayısıyla bu yönetmeliğin pek bir anlamı yoktu. 2011’den bugüne dek gelinen noktada, çalıştayında bulunduğum Geleneksel Tıp Reçeteleri, fitoterapi, bitkisel tedavi ve homeopati gibi alternatif tıp yöntemlerinin yönetmelikleri tekrar yazıldı. Türkiye, dünyanın yüzde 80’inin uyguladığı geleneksel yöntemleri ve alternatif tıp yöntemlerini kanunen kabul etmiş oldu böylece.

Türkiye’yi temsil etmek noktasında bizim de pek çok çalışmamız oldu. Hem yurt dışında hem yurt içinde. Geçtiğimiz ay Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile Güney Kore’deydim. Mesela orada alternatif tıp köyleri kurulmuştu ve bu köylerde bitkisel tedavi, akupuntur gibi çeşitli yöntemler uygulanıyordu.

Bu çalışmalar binlerce yıllık Güney Kore üniversitelerinin bünyesinde devam ediyor. Hatta Güney Kore’nin yaptığı çok güzel bir şey var, imrendim keşke Türkiye’deki üniversiteler de bunu yapsa… Geleneksel Tıp Fuarı gibi bir fuar kuruluyor. Üniversiteler, farklı ülkelerden konuşmacılar, uygulayıcılar vs. çağırıyorlar ve burada geleneksel tıp yöntemlerini sorguluyorlar. ‘Bunları bilimsel bir zemine taşıyabilir miyiz’ diye araştırmalar yapıyorlar.

Biz orada hangi yöntemleri kullandığımızı, hangi bitkileri ne amaçla kullandığımızı aktardık. Ne kadar bitki envarterimiz olduğunu, bitki çeşitliliğimizi sordular ve aldıkları cevap karşısında hayretler içinde kaldılar. Zira Türkiye’nin 2500 çeşit endemik bitkisi var, bu çok büyük rakam…

İNGİLTERE KRALİYET AİLESİNİN ALTERNATİF TIP HEKİMLERİ VAR

‘Kaplıca tedavisi nasıl yapılıyor’ diye merakla sorular soruyorlardı. Amaçları kendi kültürlerine ekleyebilecekleri, zenginleştirebilecekleri farklı alternatif tıp yöntemlerini keşfetmek. Katıldığımız seminerde 4 üniversite hazır duruyor ve acaba kendi kültürümüze neler katabiliriz diye bizi dinliyorlardı. Oysa Türkiye’deki üniversiteler bunu bugüne dek hep reddetti. Geleneksel yöntemleri bir kocakarı ilacı bir cahillik eseri olarak gördü ama Amerika, G.Kore ve Almanya gibi dünyanın bir numaralı ülkeleri bunu böyle görmüyor, alternatif tıbba çok önem veriyorlar.

İngiltere Kraliyet ailesinin alternatif tıp hekimleri var, hacamat doktorları ve sülükçü doktorları var. Hindistan Kraliyet ailesi hakeza öyle, Hindistan kralınının alternatif tıp ekibini tanıyorum. İngiltere kralının alternatif tıp ekibini tanıyorum. Arabistan’da da bu yöntemler uygulanıyor. Eminim Amerika’nın da vardır. 10 bin yıldır reddedilemeyen, faydası toplum tarafından kabul görmüş yöntemler bunlar. Bir faydası müşahade edilmese 10 bin yıl bir yöntem kullanılabilir mi? Mesela akupunktur Çin’in bir alternatif tıp yöntemidir, Çinliler bunu her tv programlarında, filmlerinde kullanıyor, benimsiyor ve dünyaya tanıtıyorlar. Amerikalılar kendi kültürlerini her filmlerinde kullanıyor, işliyorlar. Biz kendi kültürümüzü değil filmlerde işlemek, kültürümüzü kabullenmiş bile değiliz.

Maalesef Türkiye’nin böyle bir eksiği var, bu şimdi biraz fark edildi ve Sağlık Bakanlığının yaptığı çalışmalarla artık ‘Türkiye alternatif tıpta da var’ diyebilmenin önü açıldı. Ama henüz sıfırız. Kendi kültürümüze o kadar yabancıyız ki, hiçbir literatürümüz, eski çalışmalar, Osmanlı arşivlerindeki sağlık reçeteleri kabul edilmiyor.

Üniversitelerle beraber çalışmalar yaptığınızdan bahsettiniz. Hangi üniversitelerle ne gibi çalışmalar yaptınız?

Konya Selçuk Üniversitesi’yle birlikte hayvan deneylerini başlattık ve özellikle, kanser, böbrek taşı ve şeker hastalığının tedavisinde rot çalışmaları yaptık. Denek hayvarlar yani rotlar üzerinde bilimsel çalışmalarda bulunduk, bitkisel ilaçların kanseri nasıl yendiğine şahit olduk. Araştırmada kanserli ve şeker hastası olan rotlar seçildi ve bu rotlara bitkisel preparatlar uygulandı, sonuçlar invivo ve invito olarak takip edildi, üniversitedeki çalışmalar çok iyi sonuçlar verdi ve hala devam ediyor. Ümit ediyoruz ki, birçok üniversite bu çalışmalarımıza sahip çıkar. Biz bunları kendi imkanlarımızla finanse ediyoruz, yeter ki üniversiteler bu konuda “biz çalışma yapabiliriz” deyip sahip çıksınlar ve Türkiye’ye ait bu bilgileri, bu değerleri yurt dışındaki başka üniversitelere vermek zorunda kalmasak…

TİP 2 DİYABET TEDAVİ EDİLEBİLİR

Peki hayvanlar üzerinde yapılan bu deneyde ne gibi bulgular elde edildi? Gerçekten şeker hastası ya da kanser olan fareler iyileşti mi, bu hastalıklar tamamen yok oldu mu?

Zaten asıl uğraştığımız şey o. Şeker hastalığını tedavi etmesini ümit ettiğimiz bir çalışmamız var, onunla uğraşıyoruz. Aslında şeker hastalığında, tip 2 diyabetin tedavi edilebildiğini tespit ettik, tip 1 de hala çalışmalar sürüyor ama bu üretilmesi zor bir ilaç. Bu sebeple bunu üretip tüm eczanelere sokabilmek henüz mümkün değil ama devlet teşvikiyle bu bahsettiğimiz bitkilerin tarımı yapılarak, çiftlikler kurularak bu konuda tüm insanlara yetecek kadar ilaç oluşturulabilir. Bunun ziraat fakülteleriyle birlikte çalışarak ancak gerçekleştirebiliriz.

Endemik bitkilerden söz açılmışken, Türkiye’de son yıllarda sık sık bitki hırsızlığı da gerçekleşiyor, turist gibi geliyor ve bazı endemik bitkileri yurt dışına kaçırıyorlar. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, bunu alanlar genelde Türkiye’nin endemik bitkileri üzerinde yoğunlaşıyorlar ve bu endemik bitkilerin tohumlarını, yumrularını yurt dışına götürüyorlar. Peki Türkiye bununla ilgili ne yapabilir derseniz Türkiye açıkçası kendi bitki çeşitliliğini hala bilmiyor. Türkiye’nin bitki envanteri yok.

TÜRKİYE BİTKİ ÇEŞİTLİLİĞİNİ BİLMİYOR

Dünyada Avrupa’da mesela 5 bin endemik bitki varken Türkiye’de 2 bin 500 endemik bitki var. Artvin’in Macahel vadisinde 1.200 endemik bitki var. Düşünebiliyor musunuz bir vadide neredeyse Avrupa’nın yarısı kadar endemik bitki bulunuyor. Türkiye bu kadar zengin iken neden bu değerlere sahip çıkamıyor? “Şifalı dağlar” isimli bir tv programı yapıyorum. Bu programla Türkiye’de bitki envanterini çıkarmaya çalışıyorum. Türkiye’de bitki envanterinin çıkarılması için Sayın Cumhurbaşkanımızın birçok üniversiteye talimat verdiğini öğrendik. Bizde bir ucundan tutup bu konuda bir şeyler yapmak istiyoruz.

ZENGİN ÜLKELERDE SAĞLIKLI BESLENMEDEN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL

Yurt dışında alternatif tıp ile ilgili pek çok temas kurdunuz. Türkiye ile diğer ülkeleri örneğin Güney Kore’yi, beslenme alışkanlıkları açısından mukayese edebilir misiniz? Sebze ağırlıklı besleniyorlar, daha mı sağlıklılar?

Daha sağlıklı besleniyorlar ama artık zengin ülkelerde sağlıktan çok fazla söz edebilmek mümkün olmuyor. Sebebi şu, hazır gıdalar, koruyucu maddeler, katkı maddeleri, fast food yiyecekler, hayvan üretim çiftlikleri, tavuk besiciliği vesaire insanların hazır gıdaya olan ilgisini çok artırmış durumda. Metropol şehirlerde sağlıksız beslenme oranı çok yükseliyor. Türkiye nüfusunun yoğun yaşadığı İstanbul gibi, 17-20 milyon nüfuslu şehirlerde insanlar nasıl sağlıklı beslenecek?

Stres seviyesinin yüksekliği, doğal gıdaların çok bulunamayışı ya da büyük şehirlere ulaşamayışı da insanların beslenmesini etkiliyor. Avrupa da bu konuda çok kötü, ama herkes bu hatanın farkında. Güney Kore çok daha sağlıklı bir ülke çünkü geleneksel yöntemlerine sahip çıkıyor, tarlasına gübre atmıyor, katkı ve koruyucu maddeler çok fazla tüketilmiyor, tohumuna sahip çıkıyor. Türkiye’yi ziyaret eden Kore’den ve diğer ülkelerden gelen insanlar bu bağlamda Türkiye’nin batısının değil doğusunun iyi olduğunu söylüyor. Bunun sebebini sorduğumuz zaman, “insanlar doğuda geleneklerine daha bağlı ve biz geleneklerimizi çok önemsiyoruz” cevabını alıyorum. Bu onların fikirlerine çok yakın ve onların geleneksel yöntemlerine kendi kültürlerine verdikleri önemi gösteriyor.

GÜNEY KORE’DE ALTERNATİF TIP ÜNİVERSİTESİ VAR

Uzakdoğu’da eczanelerin durumu nasıl, bizlerden farklı olarak ne gibi bitkisel ilaçlar kullanıyorlar?

Oralarda genelde eczanelerde iki çeşit raf oluyor, biri bitkisel ilaç rafı biri de sentetik ilaç rafı. Genellikle insanların bitkisel olanları tercih ettiğini dile getiriyorlar ama sentetik ilaçlarda bulunuyor. Örneğin, Güney Kore’de Alternatif Tıp Üniversitesi var ve o üniversite bünyesinde sadece geleneksel yöntemler, alternatif tıp yöntemleri uygulanıyor. İsteyen modern isteyen alternatif tıptan bu konuda yararlanabiliyor. Hem eczanede hem hastanede bu seçimi yapmak mümkün.

Alternatif tıp ürünlerini ya da uygulanacak geleceksel yöntemlerini doktorlar yazıyorlar yani…

Evet doktorlar yazıyor, hatta hastanesi var. Hastaneye gittiğiniz zaman bütün analiz, yöntemlerde modern tıp yöntemleri kullanılıyor, ama uygulamalar ve ilaçlar bitkisel oluyor.

ALMANYA’DA 1000 ADET ALTERNATİF TIP KLİNİĞİ VAR

Kanser gibi hastalıklarda alternatif tıp yöntemlerinin hekimlerce önerilmediğine şahit oluyoruz. Tıp camiası kemoterapiyi biraz hızlı benimsedi gibi…

Kesinlikle öyle… Türkiye’de alternatif olmadığı için kemoterapiden başka bir şey yok. “Ya öl, ya kemoterapi uygula, ya öl, ya radyoterapi uygula” durumuna geliyor. Başka bir alternatif yok, alternatiflerin kabul edilmemesinin biraz da sebebi bu… Ben kemoterapi ve radyoterapiye karşı değilim ama bununla beraber alternatif tıp yöntemlerinin kullanılmasına da istiyorum.  

Bu anlamda çözümü bulunabilecek pek çok kanser vakası var iken çaresizlikten dolayı sadece kemoterapi uyguluyoz. Halbuki kemoterapinin faydalı olduğu kanser türleri var bunlarla birlikte uygulanırken alternatif tıp yöntemlerinin uygulanmasını kesinlikle istiyorum ve doğru olan da budur. Geçen hafta Sağlık Bakanlığı’ndaki yetkili arkadaşlarım Almanya’ya gittiler. Almanya’da 1000 adet alternatif kliniğin varlığını fark ettiler. Bunu Alman Sağlık Bakanlığının kayıtlarından aldılar.

HER MAHALLEYE KURULAN BAZ İSTASYONLARI KANSER İÇİN YETERLİ BİR SEBEP

Hiruda terapi yani sülük tedavisi, hacamat, akupunktur, bitkisel tlaedavi gibi pek çok alternatif yöntemi kullanıyorlar. Bizim yetkililer, “biz bu işin ne kadar gerisinde kaldığımızı fark ettik” dediler.

Bu durum Avrupa’da alternatif tıbbın ne kadar ileride olduğunu göstermeye yeter.

Son yıllarda kanser vakalarında adeta bir patlama yaşanıyor. Karadeniz bölgesindeki yüksek kanser oranları için Çernobil’in etkisi derlerdi ama bugün yurdun dört bir yanında insanlar aynı hastalıklara yakalanıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet kesinlikle, Doğu Karadeniz’deki insanların kanser olmasında Çernobil mazeret olarak gösteriliyordu. Ama bu ülke ne Çernobiller gördü, görüyor… Her mahallede kurulan baz istasyonları bunun için yeterli bir sebep, kullandığımız ekmekteki katkı maddeleri, bisküvilerdeki, içeçeceklerdeki katkı maddeleri hepsi ayrı ayrı bir kanser sebebi.

Kullandığımız bilgisayardan telefona kadar her şey ayrı bir kanser sebebi. Dünyayı yaşanabilir bir yer olmaktan çıkartıyorlar. Peki ne yapmak lazım, bedel ödemek gerekiyor. Ekmeğimizi kendimiz yapmalıyız, evde hanımların kendi ekmeğini pişirmesi gerekiyor. Bu mümkün değil diyorsanız o zaman kansere rıza göstermeniz gerekiyor.

GIDANIN PAKETLENMİŞİ OLMAZ

Kullandığınız tohumların genetiğinin değişmemiş olduğuna dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü Türkiye’de hala çok sağlıklı tohumlar var. Bunlara dikkat ederek tüketmek gerekiyor. Zamanında olmayan gıdayı tüketmemek gerekiyor. Yaz meyvesini kışın, kış meyvesini yazın tüketmemek gerekiyor. Vücut ısısını yükselten portakalı yazın tüketirseniz bu sizde alerji yapar. Oysa portakal kışın tüketilmeli ki vücudu ısıtsın. Allah tüm varlıkları bir denge içerisinde yaratmış, o dengeyi bozarsanız önünü alamayacağınız engellerle karşı karşıya kalabilirsiniz…

Dediğiniz gibiyse konserve gıdalar da zararlı…

Kesinlikle, şu önemli bir husus, gıdanın paketlenmişi olmaz. Gıdayı bir hafta paketlersiniz ama gıdayı 3-5 ay, 1-2 yıl paketleyemezsiniz. Bir gıdanın raf ömrü ne kadar uzun ise bilin ki o kadar kanserojen etkisi yüksektir.

Annelerimiz yazın domates gibi sebzelerin konservelerini yaparlar, bunlar da zararlı mıdır?

Domates için bunu söylemek pek mümkün olmayabilir ama mesela karpuz yazın yetişiyor. Biz onu kışın tüketiyorsak orda bir sorun var demektir. Üzümü mesela yaz kış tüketiyoruz, bu çok tehlikeli bir şey. Salatalığı yaz kış tüketiyoruz, bunlar doğru değil. Domates ürünlerini tüketmek salça gibi mesela, kullanılıyor ama yine de çokta doğru değil açıkçası. Zamanı dışında hiçbir gıdayı tüketmeyi doğru bulmuyorum, bu çok doğal, hatta annemizin salçası olsa bile…

ZAMANINDA OLMAYAN SEBZE MEYVEYİ TÜKETMEYİN

Tohumlara dikkat edilmesi gerektiğinden bahsettiniz. Peki insanlar genetiği değiştirilmiş bir sebzeyi, meyveyi nasıl anlayabilirler, bunun bir yolu var mı?

Bir defa öncelikle zamanında olmayan hiçbir şeyi tüketmesinler. Zamanında olan bir sebzeyi incelemek ise halkın yapabileceği bir şey değil. Bu konuda Sağlık Bakanlığının, Tarım Bakanlığının ciddi bir denetim yapması gerekiyor. Doğal olmayan, genetiği değiştirilmiş bir gıdanın ya da aşırı gübre almış bir gıdanın pazara dahi inmemesi gerekiyor.

Bugün tükettiğimiz hangi gıdalar GDO’lu?

Net bir şey söylemek mümkün değil. Mısırın GDO’lusu da var, GDO’suzu da var. Ama bir armut alıyorsunuz örneğin ayva kadar, ayva ile genetiğini değiştirmişler. Karpuz alıyorsunuz kabak ile genetiğini değiştirmişler. Erikler mesela, armut ve elma ile genetiğini değiştiriyorlar ortaya çok ilginç, sert, bozulmayan bir meyve çıkıyor. Bunlara çok dikkat etmek lazım, yine tekrar ediyorum, zamanında tüketmediğiniz her şeyden korkun… 

Peki vatandaşın meyveyi, sebzeyi nereden alması lazım? Tohumda çiftçinin dışa bağımlılığı sürüyor mu?

Direkt köylünün ektiği meyveler, sebzeler bulunabiliyorsa eğer onları tüketmek çok daha doğru olacaktır. Kısır tohumlar denilen, 2. yılda ürün vermeyen ürünlerden, içinde tohum dahi göremediğiniz gıdalardan korkun. Mesela domatesin içinin çok sulu ve yeşile çalan tohum renginde olması, içinde de tohum olması gerekiyor. Bakıyorsunuz kupkuru bir domates, içinde suyu yok, bunlardan kaçınmak lazım.

Bu tohumlar ekildiği takdirde, o tarlada başka bir ürünün tarımı yapılamıyor değil mi?

Evet yapılamıyor, aynı tohumdan ekilse bile aynı tohum çıkmıyor ikinci bir yıl. Çünkü tohumlar kısırlaştırılmış oluyor.

İNSANIN TOHUMUNU BOZMAYA KALKIYORLAR

Bu çiftçinin tohuma bağımlı olması demek…

Evet tohuma bağlı olaması anlamına geliyor, o tohumu da elde edebilmesi için çok fazla gübreye ihtiyacı oluyor, çok fazla gübre ise toprağı bozuyor. Aslında tohumdan ziyade insanın tohumunu bozmaya kalkışıyorlar.

Yaptığınız ilaçları kullanan hastalardan ne gibi geri dönüşler alıyorsunuz?

Kanserden tümöre, şekerden romatizmaya kadar pek çok alanda iyileşmiş hastalarımız oldu. Kanser tedavisini yapıyoruz birçok hastamız kemoterapi, radyoterapiyle birlikte ilaçlarını alıyor. Ama kemoterapi almadan hastalık başlar başlamaz yakaladığımız hastalıklarda bitkisel ilaçlarla hastalığı tedavi edebiliyoruz. 

On5yirmi5.com