Mehmet Zahid Başak: Filistin Direnişi ve Sinema

Fikir
On5Sıfır7 Film Haftası etkinliğinin dördüncüsü 8-14 Temmuz 2024 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirildi. “15 Temmuz’dan Gazze’ye” temasıyla düzenlenen etkinlik darbe, direniş ve özgürlük kavra...
EMOJİLE

On5Sıfır7 Film Haftası etkinliğinin dördüncüsü 8-14 Temmuz 2024 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirildi. “15 Temmuz’dan Gazze’ye” temasıyla düzenlenen etkinlik darbe, direniş ve özgürlük kavramları etrafında dünya sinemasından filmleri izleyicilerle buluşturdu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve TRT’nin destekleriyle tertip edilen etkinliğin açılış programı Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Etkinlik, Beyoğlu, Zeytinburnu ve Ümraniye ilçelerindeki film gösterimleriyle sona erdi. Organizasyonunu Yedirenk İletişim Grubu’nun üstendiği etkinlik broşüründe belirtildiği film sayısından bir fazlası ile yirmi bir filmi seyirciyle buluşturdu. On üç filmin Filistin ’e hasredildiği seçkide Beş Kırık Kamera (2005) ve İdol (2015) gibi daha bilinir yapımların dışındaki eserlerin seçkiye dâhil edilmesi önemli bir adım.

Filistin Film Sanatı

Film gösterimlerinin yanında 10 Temmuz’da Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde “Direnişin Anahtarı Sinema” başlıklı bir panel de düzenlendi. İlçe kaymakamının da teşrif ettiği panele dört yaşındaki kızım Hatice Hanım’la iştirak ettik. Etkinlik duyurusunda ve kitapçıkta panelistler arasında yönetmen Muhammed Bekri, Yusuf Kaplan, Yusuf Ziya Gökçek, Rıza Oylum ve sunum konuşması için Semih Kaplanoğlu’nun ismi geçiyordu. Muhammed Bekri’nin yerine Eşref Maşaravi son dakika oyuncu değişikliği ile gelmişti. Lakin Semih Kaplanoğlu yoktu. “Meselem aynı anda hem maddeyi hem de onun manasını -sözde, düşüncede, pratik hayatta gaflete düşüp birbirinden ayırdığımız ve sonra bir türlü toparlayamadığımız, bir araya getiremediğimiz- birliği gösterebilmek, duyumsatabilmek.”[1] diyen yönetmenimizin Filistin ve film sanatı hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isterdik.

Filistin film sanatı üzerine gerek akademik gerekse vicdani boyutta ülkemizde konuşabilecek az sayıda isim mevcut. Bu isimlerin panelde bir araya getirilmesi gayet yerinde olmuş. Yusuf Kaplan sinema ve iletişim alanında İngiltere’de doktora yapmış bir isim. Konuşmasında, “Sinemadan anlamamız gereken şey bu yolla insanlığın önünü açabilecek bir dünya kurabilmek olmalı.” diyen Kaplan, Filistinlilerin direnişin filmini yapamadıklarını lakin şiirini yazdıklarını iddia etti. Konuşmasında Filistin’de yaşanan trajedinin sanatın ve insanlığın nefes alacağı istikameti işaret ettiğini dile getirdi. Yaşanan medeniyet krizine bigâne kalmamız sebebiyle film sanatının derinliğini, imkânlarını ve zaaflarını kavrayamadığımızdan ötürü hikâyemizi anlatmak için film sanatını kullanamadığımız tespiti önemliydi. Konuşmasında İran tecrübesine de temas etmesi üzerine bir müddettir bana sorduğu suallerle soru sormayı tekrar öğreten kızımdan ilhamla bir mesele aklıma takıldı: Konsolosluk destekli film haftaları ve büyük festivallerin seçkilerine girmeyi başarmış yönetmenlerin eserleri dışında İran ve Filistin film sanatına dair ne biliyoruz?

Yusuf Ziya Gökçek’in sunumu metni okunmayı hak edecek bir muhtevayı haizdi. Filistin’in film sanatı alanında dört koldan yok edilmeye çalışıldığını vurgulayan Gökçek, 1935 yapımı Vaadedilen Topraklar filminin Venedik Film Festivali’nde jüri özel ödülünü kazandığını belirtti. Bu durumun 1948 sonrası Batılıların tercihinin bir ön izlemesi olarak okunabileceğini belirten Gökçek, Filistinlilerin film sanatında mücadele hâlinde olduğu dört cepheyi şu şekilde özetledi: 1948 öncesi imaj, Hollywood’un ürettiği imaj, Hitler sonrası mağduriyet imajı ve dijital platformların ürettiği imaj.

Sinema tarihçisi Rıza Oylum sunumunda önemli film yönetmenlerini zikrettikten sonra işgalcilerin kurduğu devlette yaşayan ve o devletin vatandaşı olan Filistinli sinemacıların ulusal film yapım desteklerinden faydalandıklarında başlarına gelen sıkıntılı durumlardan söz etti. İşgalci devletin beynelmilel arenada Filistin uyruklu filmleri sahiplenmeye çalışması konusu önemliydi.

Eşref Maşaravi’nin Filistin’in parçalanmasının önemli bir sonucuna temas etmesi mühimdi. İşgalcilerin pasaportuyla yaşayanlar, Batı Şeria’da, Gazze’de ve Filistin dışı memleketlerde yaşayanlar olmak üzere dörde bölünmüş olmanın meydana getirdiği farklılığın film sanatına da yansıdığını ifade etti Maşaravi. Kendisi bu durumu dört farklı halk olarak ifade ederken bizim meseleye yaklaşımımız ise daha ziyade dört farklı mekânda bulunan tek bir halk şeklinde.

“Ben bir Gazzeli olarak Filistin ile ilgili yapılmış birçok filmde kendimden bir parça görmüyorum.” ifadesini kullanan Maşaravi, bu durumu çekilen filmlerin birçoğunun bağımsız olmamasına bağlıyor. Konuşmasının en ilginç kısmı ise Türk filmlerinin tesiri üzerine idi. Türkiye’de güçlü filmler yapılmaya başlandıkça kendilerinin de etkilendiklerini ifade eden Maşaravi, bunun sebebinin Türk film sanatının Batı tesirinden çıkarak kendine has ürünler vermesi olduğunu ifade etti. Hangi vakit Batı tesirinden çıktığımız ve güçlü Türk filmlerinin miladı kim ile başlar, soruları kaldı akıllarda. İranlı yönetmen Mücteba Rayi’yi yıllar önce sondaj etmiştim Türk filmleri hususunda. Yılmaz Güney demişti ilkin. Nasreddin Hoca samanlıkta bir eşyasını kaybetmiş. Samanlığın kapısının önünde arıyormuş yitiğini. Neden içeride değil de kapı önünde aradığını sorduklarında “Burası aydınlık olduğu için!” demiş. Bu kader kardeşi iki milletin evlatları olarak film sanatlarımız hakkında Cannes sahillerine ne vurmuşsa onları biliyoruz.

Munkabız STK’lar, Say Bismillah Yallah Watch

Atasözlerimiz var. Mesela “Beşten şaşma altıyı aşma.” Bir başkası “Dostlar alışverişte görsün.” Resmî teşkilatların gayri resmî düsturu sayılabilecek bu sözleri sivil toplum kuruluşları da şiar edinmişe benziyor. Bu süreçte yönetmen Nevres Ebu Salih’in defaatle film gösterimi ve akabinde söyleşi için davet edildiğine şahit olduk. Bir gün belki birileri Nevres Ebu Salih’i kısa filmcilerle bir atölye ortamında cem eder. O da eseri hakkında değil de film sanatı hakkında konuşma fırsatı bulmuş olur böylelikle. Kıyas ile temsil yoluyla farklı sanat türlerinde eser veren Filistinli sanatçıları da bu kapsamda düşünebilir STK idarecileri. Saniyen ülkemizin güzide üniversitelerinde Filistin film sanatı üzerine yazılmış tezler mevcut. Bu tezlerin sayısı tek oturumluk bir sempozyum düzenlemeye de yetecek sayıda. Ve dahası bu tezlerin biri hariç hepsi -çok büyük ihtimalle- Filistinli öğrenciler tarafından kaleme alınmış durumda. Mikrofonu onlara vermek de güzel bir jest olur. Netice itibarıyla Filistin kısa filmleriyle ilgili bir retrospektif tertip edilmesi önerisinde bulunabilirim. Nasipse kendi listemi kamuyla paylaşmak niyetindeyim.

Yukarıda zikrettiğim hususları bir de iklimi de göz önüne alarak tekrar mütalaa edebiliriz. Etkinliğin genel sanat yönetmeni ve panelin oturum başkanı İhsan Kabil, birçok filmi programın kısıtlı olması sebebiyle dâhil edemediklerini ve ellerinde güzel bir arşiv oluştuğunu ifade etti. Bunca emeğin basit bir öğün yemek gibi görülerek sıcak havalara kurban edilmesindeki ısrar nedendir?

[1] Semih Kaplanoğlu, “Mananın Görüntüsü”, Hazreti Peygamber’ Sanatla Anlatmak, Serkan Akdeniz Talip Avcı (ed.), Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı, Sakarya, 2018, s. 348.

 

(Umran Dergisi – Ağustos 2024)