“Bir duruşu olmalı insanın; Bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı…” der Cahit Zarifoğlu. Günümüz insanına yönelik bir manifesto gibi, geçmişten bugüne bir çığlık misali. Psiko-sosyal hayatın can damarı gibi, kale(m) gibi.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de “duruşu”dur. Doğup büyüdüğü, yaşadığı ve yaşlandığı coğrafyanın, aldığı eğitimin, ailesinin, inancının, ideolojisinin ve geçmişinin etkisiyle şekillenir. Bakışa, susuşa, tebessüme ve seçilen kelimelere kadar yansır. İnsanın sağlam, vakarlı ve kararlı bir duruş sahibi olması, psikolojik olarak sağlıklı birey olduğunun da göstergesidir. Duruş, varlığa anlam katar. Düşünsenize, yan yatmış bir elif cümleye ne kata bilir?
Her insanın etrafını kuşatan varlıklara ve olaylara karşı bir duruşu vardır. Nuri Pakdil Klas Duruş adlı kitabında şöyle der ; ‘’ Bildiğim her şeyden sorumlu olmazsam nasıl hak edebilirim yaşamayı ?’’ İşte bu sorumluluk, vizyon ve misyon sahibi olmaya dönük bir duruşu gerekli kılar. Üstelik insan olmanın duruşla değil kuruşla ölçüldüğü bu kapitalist çağın şah damarını kesecek bir vaziyet alış olmalı bu. Kaypak meydanlara karşı meydan okuma ve cesur bir kimlik ibrazı olmalı.
İbrahim’i yakmaya çalışan ateşi söndürmek için koşan karıncaya “bir damla su ile mi ateşi söndüreceksin” dediklerinde karıncanın; “Söndüremesek de safımız belli olsun…” cümlesi duruşun boyutunu gösteren başka bir örnektir. Çünkü çıkarını duruşuna bağlılıkta gören, duruşuna aykırı hiçbir şeye yönelmez. Bilir ki bu, varlığına yönelik bir tehdittir. Bu yüzden zor zamanlarda daha da belirginleşir duruş. Öyle ki, zor zamanlardaki gösterilen her tavır, omurganın ne kadar sağlam olduğunu gösteren bir tür röntgen filmidir. 28 Şubat’lar bunlara şahittir!
Duruş dediğimiz, yaratılmışlığın sorumluluğu ve insan olmanın gereği bir vefa olmalı. Cinsiyetlere değil haysiyetlere dayanmalı. Terazisinin ibresi vicdanı göstermeli. Rüzgârgülü gibi en ufak esintide fırıl fırıl dönmemeli. ‘’Nerde şam orda akşam ‘’ ilkesinden uzak olmalı. Karanlığın ardından doğan her güneşle birlikte kıbleler değil habbeler şaşmalı. İnandığını yaşamaya ve yaşadığını da lafı gevelemeden konuşmaya azmettirmeli. Kelimeleri yormadan ve eğip bükmeden hedefine vardırmalıdır. Zira zikzaklı yollar, duruşu oturmamış bünyelerin eseridir.
Yerel ve evrensel olaylar karşısında çelikleşmeli duruş. Gündelik heveslere değil, tüm zamanları kuşatacak nefeslere odaklanmalı. Sadece olgununa değil ve çürüğüne de ‘’benim’’ diyerek sahiplenen kökü sağla ağaç olmalı. Grilerin pençesinden kurtulmalı. Güneşte iken söylediklerinin gölgeye geçince de arkasında durmalı. Kabul ve reddini kendine yakışan bir üslup ve kararlılıkla ağız dolusu söylemeli. Sesi boğazından ve sözü ağzından çıkmalı. Gülüşünü kaybedenin tekrara geri kazanabileceğini ama duruşunu kaybeden asıl gülüşünü hiç kazanamayacağını bilmeli.
Paraya, saraya, koltuğa ve yaltağa rağmen değişmeyen duruşu olmalı insanım diyenin. Her anahtarın açtığı kapı olmamalı. Ayçiçeği misali güneşe karşı yönünü değiştirmemeli. Esen rüzgârın yönüne ve akan suyun debisine göre şekillenmeyen çizgide sürdürmemeli hayatı. Değişime direnen, kaskatı ve bağnaz bir üslupla değil elbette. Orijinalliği koruyan, köklerine sadık, yokuşlarda dökülmeyen bir esneklikle hedefine yürüyen duruş. Sınırları grileşmemiş, nev-i şahsına münhasır, prensipleri çağlar üstü olan bir var oluş.
Duruş öyle olmalı ki, hep değişen değil yeri ve zamanı gelince değiştiren de olmalı. Esirliği değil reisliği gözetmeli. Dostunu düşmanını maziye bakarak iyi tanımalı. Dostlarını gücendirmeden düşmanını yenmeyi bilmeli. Eline batan dikenler yüzünden güllere küsmemeli. Duruşunda açılacak bir gediğin, bedeninde ve ruhunda yapacağı tahribatı bilmeli. Zırvalarla uğraşmadan zirveleri düşlemeli. Muktedir olmayı iktidar olmaya yeğlemeli.
Ahenkli mevsimleri olmalı mesela. Baharı ve kışı hissedilebilmeli. Çiçeklerinin koklanacağı ayı, hasat mevsimini, ıslatacak yağmurunu ve yakacak güneşini diğerleri sezebilmeli. Elmas ve cam gibi onca rengi içinden geçirse de bozulmadan kalabilmeli.
Bulanık değil berrak akan su olmalı. Dalgası belli deniz misali ya çırpınmalı ya durulmalı. Sizinle yol alanlar boğmayacağından emin bir halde güvenle küreklerine asılmalı. Yol olmalı ve yol bulmalı. Yoldaki gizli buzlanmaları deşifre ederek yol açmalı, gelecek aydınlık yarınlar için ! Aksi halde Mevlana’nın dediği gibi ‘’ Her rüzgârla otlar gibi sallanırsan, dağlar kadar olsan da bir ota değmezsin’’