Öncelikle bizi kabul ettiği için Abdurrahman beye tekrardan teşekkür ederek, sohbetimizi sizinle paylaşıyoruz
Abdurrahman Bulut kimdir? Kendisini nasıl tanımlıyor?
Öncelikle on5yirmi5.com olarak bana bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sitenizin takipçilerine barış ve esenlik dilerim (Selamun Aleykum).
Trabzon’luyum, 1965 Alman’ya doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Trabzon’da tamamladım. 1990 ODTÜ Elektrik – Elektronik Mühendisliği mezunuyum. 2000 yılına kadar Türkiye de bilişim sektöründe, 2000 – 2008 arası Kanada’da değişik bilişim şirketlerinde çalıştım, 2008 den buyana da Microsoft Suudi Arabistan da çalışmaktayım. Son 2.5 yıldır da batı bölgesi projeler koordinatörü rolündeyim.
Teknoloji ile işim gereği içiçeyim. Bir yandan da Kuran ile ilgili çalışmalar yapıyorum. Dünyada bir çok yere gitme fırsatım oldu. Varlık, hayat, tarih, insan, coğrafya ve kültür üzerine araştırma yapmayı ve düşünmeyi seviyorum. Bunlarla din arasındaki ilşki özel ilgi alanıma giriyor.
Bugün İslam’in, Kuran’ın mesajı bütün bir insanlığa, her coprafyaya, her kültüre nasıl sunulabilir? Sorusu en temel merakım diyebilirim.
Bu klasik tanıtımdan sonra, aslında, “ben kendimi ne kadar tanıyorum?” diye sorsam, inanın zor bir soru olurdu. Kendimizi tanıyor muyuz? Buna güçlü ve pozitiv bir cevap verebilmeyi çok isterdim.
Bu işin felsefi kısmı. Şimdilik bu kadarla yetinelim diğer sorularda sanırım detaylara girme fırsatımız olur.
- Dijital çağın önemli liderlerinden biri olan Microsoft’ta yönetici olmak pek çok gencin hayalini süsleyen konulardan biri olsa gerek. Konuya derinlemesine girmeden, bunun nasıl bir his olduğunu ve başarıya ulaşmak için en temel noktada gençlerin neler yapması gerekiyor?
Bu algilarimizi yönetmemizle ilgili. Lise çağlarında idealist bir öğrenciydim. Bu tarz psikolojik bariyerler benim için de vardı. Ancak çok da zor olmadığını gördüm. Türkiye de alınan eğitim oldukça iyi. Eğitimdeki sorunları biliyorum ancak bilgi seviyesi olarak iyiyiz. Size şunu rahatlıkla söyleyebilirim Microsoft yada aynı seviyedeki firmaların AR-GE bölümlerinde çok sayıda Türk ya da müslüman var. Bu teknolojileri geliştirenlerin çok önemli bir bölümü gelişmemiş yada az gelişmiş ülkelerden. Genç zeka potansiyelimiz oldukça yüksek.
Genç arkadaşlara önerim; kendilerine güvenlerini geliştirmeleri. Kanada’ya ilk gittiğimde gece yarılarına kadar çalışıyordum, korkudan, sonra baktım ki durum hiç te öyle değil.
İdealizm çok önemli Türkiye’den çıkarak dünya da gelemeyeceğiniz yer yok….kendine güven çalışma ve sabır diye özetleyebilirim.
- Teknolojinin çok hızlı ilerlediği bir 20 sene yaşadık, hatta kimine göre baş döndüren cinsten bir süreç. Öncelikle şunu soralım, islam dünyası bu teknolojik gelişmelerin neresinde ve Yeterince ayak uydurabildi mi?
Evet teknolojik değişimin hızı giderek artıyor ve önümüzdeki süreçte de daha da hızlanmasını bekliyoruz. Bundan sonraki 10 yıl içinde geçtiğimiz 20 yıldan belki de 30 yıldan daha fazla bir değişim yaşanacağini öngörebiliriz.
İslam Dünyası’na gelince, ben İslam Dünyası değil de müslümanlar ifadesini kullanmak istiyorum, sözü dolandırmadan söyleyeyim, tam 500 yıldır biz gerideyiz, arkadan geliyoruz. Bu mesafe giderek açılıyor. Şüphesiz noktasal olarak güzel çalışmalar var, ancak bu bütünsel ölçekte baktığımızda resmi çok değiştirmiyor. Tartışmasız olarak biz (müslümanlar olarak) başka bir medeniyetin geliştirdiği teknolojiyi çok arkadan takip etmeye çalışıyoruz. Medeniyet veya teknoloji geliştirmeyi konuşmuyorum bile.
- Peki bir de işin geleceğini teşkil eden genç tarafı var. Gençler sizce teknolojiyi hazmedebildi mi? Yoksa teknolojik gelişmelerin ışığında yozlaşan ve tembelleşen bir nesil mi yetişiyor?
Her yeni nesil, kuşak giderek teknolojiyle daha uyumlu olarak büyüyor. X kuşağının (benim jenerasyonum) teknolojiyle mecburi bir ilişkisi var. Y kuşaği teknolojiyle uyumlu büyüyen ilk kuşak. Z kuşağinin teknoloji hayatının bir parçası, olmazsa olmazı. Alfa kuşağını güreceğiz, ancak beklenti çok daha ileri seviyede olacaği yönünde.
İşin ilginç tarafı, X den sonraki kuşaklarda teknolojiye uyum seviyesinde coğrafya farkı sonucu fazla etkilemiyor. Z Kuşağı hemen bütün dünyada birbirine çok yakın (gelişme düzeyi çok geri ülkeler hariç). Sanki aynı kültürün, çoğrafyanın çocukları gibi büyüyorlar.
Bu teknoloji uyumu yeni bir değerler sistemi de getiriyor. Evet ciddi bir tembellik yada daha doğru bir ifade ile bağimlılık yaptığı bir gerçek. Artık internet bağımlılık tedavi merkezleri kuruluyor. Batı da çok yaygın Türkiye de de açıldı. Ancak bununla beraber çok farklı bir girişimcilik modeli de ortaya çıkıyor. Çok fazla veriye çok kısa zamanda ulaşıp hızla yorumlayıp sonuca ulaşmak mümkün. Bu yüzden Alfa kuşağının en girişimci kuşak olması çok güçlü bir beklenti. Sanırım buradaki temel sorun büyüklerin X kuşağından olması ve değişimi yeterince okuyamaması.
- Az önce islam dünyası (siz müslümanlar demeyi tercih etmiştiniz) teknolojik gelişmelerin neresinde diye sormuştuk. Şimdi bir de şurdan bakmak istiyoruz. Dini meselelerde teknoloji, sosyal medya vb. imkanlar hala yer yer tartışılıyor. Kimileri caiz olmadığına kadar işi götürürken, kimileri ise seviyeyi epey düşürecek derecede hareket ediyor? Bunun olması gereken nokta neresidir?
Bu tür sorulara cevap verirken ciddi anlamda üzülüyorum. Önce bir örnek vereyim sonra soruya daha detaylı cevap vermeye çalışayım.
70 li 80 li yıllarda 10-15 yaşlarında bir gençtim, dolayısıyla o yılları çok iyi hatırlıyorum, bütün İslami yapılarda fotoğraf çektirmek caiz değildi, hatta haram ifadesini kullananlar vardı. Çok ileri gelen bir yapının önderi kendi boy resminde, boyundan bir çizik atmıştı ve bu şekilde caiz olacağını, basılabileceğini söylemişti (50li yıllarda) bu yüzden o kişiye aidiyet iddiasında olan bir yapının dergisinin sayılarındaki insan resimlerinin boynunda bir çizgi vardır. Bir çok dindar vesikalık fotoğraf dahi çektirmek istemiyordu. Bugün geldiğimiz noktada o yapıların uzantılarının ve bütün İslami yapıların hepsinin basılı, görsel ve sosyal medyada, internette, boy boy resimleri ve videoları var. Kimse “ne oldu bu resim fetvasına?” diye sormuyor. O fetvalari verenlerin bize bir özür borcu yok mu?
Sanırım sorunuzda bundan farklı değil.
Şunu kabul edelim bu teknoloji hanif bir kaygıyla geliştirilmiyor. Hedefi tevhid ve onun değerlerini yüceltmek değil, sizin geliştirmediğiniz bir medeniyetin size uyumluluğunu ne derece sorgulayabilirsiniz? Sizin kontrolünüz dışında sizi ve çocuklarınızı kaçınılmaz bir şekilde sarıyor. Burada sormamız gereken soru “caiz olup olmadığı” değil “kaçınılmaz olanı nasıl ahlaki değerler açısından yönetebilirim?” sorusudur. “Ben bu süreçten minimum hasarla nasıl çıkabilirim?” sorusudur. Bu teknolojinin en büyük zararı çocukların boşa zaman harcaması veya uygunsuz içeriklere ulaşması değil, oradan edindikleri yepyeni değerler dünyasıdır. Biz bunun farkında değiliz. Teknolji sadece hayatı kolaylaştırmıyor değerler sistemini de değiştiriyor. Çocuğunuzdan tableti, telefonu bir süre uzak tutabilirsiniz ancak bir noktadan öteye gidemeyeceksiniz. O halde bu sistemden uzak kalarak, yok sayarak hiçbir şey elde edemeyiz. Yapmamız gereken gerçekle yüzleşip süreci yönetmektir.
Düşünün 1632 de Hezarfen Ahmet Çelebi Galata kulesinden Üsküdar’a uçtuğunda buna sahip çıkılsaydı 1700 lerde ilkel de olsa uçak yapmıştık. Oysa uçak 1903 de Wright kardeşler tarafından yapıldı. En az 200 yıl ileride olmamız mümkündü. Kaçırdığımız fırsatı düşünün. Bunun hiç sorumluluğu yok mu? Hazerfen ne ile suçlandı? neden Cezayir’e sürüldü? Başka bir caiz mi? sorusu olmasin, ki maalesef öyle.
- Batı bu noktada kendi dini ve milli değerlerini propagandasını, en basitinden bir Hollywood ekolüyle tüm dünyaya duyurabiliyorken, İslam dünyasının veya müslümanların ‘’Çağrı’’ filminin üzerine bir eser koyamamasını ve bu bağlamda yapılacak olan sinema, animasyon gibi çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biraz önce de söylediğim gibi müslümanlar bu noktada çok geride. Teknolojiyi üretmeyi bırakın üretilmiş teknolojinin kullanımında da çok geriyiz. Resimin caiz olup olmadığını yıllarca tartışanların film sektöründe nerede olduklarını sorguluyorsunuz.
Evet orada da yeni yeni bir şeyler yapmaya başladık ancak dünya yerinde durmuyor. Son 5-10 yıldır sinema, film sektörü biraz daha iyi gibi. Teknolojyi kullanma açısından.
Aslında bu alanda çok üretimler yapılabileceği kanaatindeyim. Daha önemlisi oyun yazılımı sektörine acilen girmeliyiz. Oynan oyunlar da yapay zeka var ve bunlarla çok sistemli bir değerler altyapısı oluşturuluyor. Derhal erdemi, ahlakı, adaleti öne çıkaran bilgisayar oyun yazılımları üretmeliyiz.
Bu noktada batı da da endişe var onlarında teknolojinin yol açtığı ahlaki yozlaşmaya karşı korkuları var, bu artık sadece müslumanların sorunu değil, küresel bir sorun.
- Bu kadar fazla bilgi ve içerik, hali hazır medyada varken ve telefonlarımızla bilgiye bu denli hızlı erişebiliyorken, özellikle dini meselelerde o bilgilerin doğruluğundan nasıl emin olabiliriz?
Emin olamayız bu sorun her konuda geçerli, korkunç bir dezenformasyon var. Bütün dünyaya erişebiliyorsunuz. İstediğinizi yazabilir, söyleyebilirsiniz.
Evet bu çok sorunlu bir nokta, ancak öte yandan karşılaştırma şansınız çok yüksek ve hızlı. Bir kaç saatte bir konudaki neredeyse bütün kaynaklara erişmeniz mümkün. İnsanı tam sorumlu yapan bir ortam. Mazeret kalmıyor. Analitik düşünmeyi, Kuran’ın önerdiği akletmeyi yaptığınız sürece sorun yok diye düşünüyorum.
Artık bilgiyle, varlıkla, hayatla ve kendimizle mutlak bir yüzleşme vaktidir.
- Gençlerin son dönemlerde Ateizm ve Deizme meyletmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Teknoloji bu konuda bir handikap mı?
Şunu gördük ki biz sorgulamaya hazırlıksız yakalandık. Teknoloji bunu sağladı. Dünyadan habersiz, sorgusuz inanmakla, aklederek sorgulayarak inanmak arasındaki farkı gördük. Gençlere sunduğumuz dini kabullenmekte zorlandılar. Sorun “Din” de değil “Dil” de…..
X kuşağı kendisinin dini kabullendiği gibi Y ve Z kuşağınında kabullenmesini bekliyor. X kuşağı babası müslüman olduğu için müslüman olan bir jenerasyon (çoğunlukla), sorgulamayan yada az sorgulayan, itaatkar bir nesil. Bir sonraki kuşakları anlayamıyor ve suçluyor oysa sorun kendisinde. Olaya buradan bakıyorum.
Onun için Z kuşağını iki denizin birleştiği yere (Akıl ve Vahiyin) götürecek yeni bir dile ihtiyaç var yenir bir dine değil.
Gençlerin akletmelerini ve kabuledemediklerini inkar etmelerini cesurca buluyorum. Tahkik etmeden inanmayı Kuran zaten istemiyor ki. Bu şunu gözteriyor, bu nesil iman ederse çok güçlü bir imana sahip olacak. Artık yüzleşme vakti.
Y ve Z kuşağı sorgulayan ve özgür bir jenerasyon….doğru sunulduğunda İslam’ı yürekten kucaklayacak bir nesil…
- Seküler yaşam tarzı ve fikir yaklaşımlarına göre çoğu zaman din, teknolojinin ve ilerlemenin önünde bir engel gibi lanse edilir. Oysa ki bizim inancımıza göre ‘’İlim Çin’de bile olsa alınız’’ düsturu vardır. Hal böyle iken bu çarpık düşünce altyapısı sizce nasıl oluşuyor? Bununla beraber dinin gericiliği değil de ilerlemeyi ve gelişimini desteklediğini nasıl anlatmalıyız?
Sanırım önceki sorularda bu noktalara bir şekilde değindim. Ek olarak şunları söylemek isterim. Bize din diye sunulanın içerisinde çokca kabuller var, kültür var. Tarihin akışı içerisinde bir çok sebeple müslümanlar problemlerini zamana, coğrafyaya, kültüre göre çözmişler. Allah onlardan razı olsun, hatalarını bağışlasın (Haşır Süresi 10. Ayeti hatırlayalım). Biz de bu mirası devraldık. Bu mirası bütün olarak aldık, müslümanların yaptıklarını İslam olarak adlandırdık. Bu miras mübarektir ancak bütünüyle din değildir.
Din’in kavram ve kurumlarıyla müslümanların kavram ve kurumlarını ayırmalıyız. Sorun burada yatiyor. Geçtiğimiz dönemlerde bunun yapılması hemen hemen imkansızdı. Ancak bugün bunu yapmamız mümkün. Bu kaçımılmaz olarak en önemli sorumluluğumuzdur.
Burada bahsettiğimiz dil devreye giriyor. Din yanlız Allah’ın olunca dil de yalnız Allah’a ait konuşur. Kuran baştan başa akletmekle doludur. Yukarıda verdiğimiz örnekte ortadadır
Son noktada özellikle, bizim teknolojiye hakim olmamız gerekirken teknolojinin bizlere hakim olduğu bağlamından hareketle, gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz.
Din özgürlüktür. Gençler akıllarıyla birlikte vahiyle muhatap olsunlar. Akletsinler, korkmasınlar, mutlak bir yüzleşmeyi göze almadan erdemli bir insan olamayız. Ordan saklanarak, buradan korkarak, aman bana ne diyerek ayakta kalamayız.
Sorunlu bireyler olmaktan kurtulmanın yolu sorumlu bireyler olmaktır.