Kendi hayatına benzer kesitler ya da onlardan çok farklı görüntüleri beyazperdede görmek insanlara daima ilgi çekici gelmiştir.Bu yüzdendir ki dünyanın dört bir yanında insanlar yüzyılı aşkın bir süredir film seyretmeye gidiyor.Uğur Yılmaz bu hafta sinematografi aygıtının icadını ve sinemanın ilk ortaya çıktığı dönemi siz değerli on5yirmi5 okuyucuları için inceledi.
Film izlemenin yaygınlaştığı, sinemanın kendini kanıtladığı yıllar, birçok çalkantıya ve değişikliğe sahne olan yirminci yüzyılın ilk yarısına rastlıyor. 1900’lerin başında dünya, savaşlara, yeni siyasal sistemlere, kitle iletişim araçlarındaki patlamalara gebeydi.İnsanların dünya görüşleri ve sanat anlayışları değişiyor; değişen algılama biçimleriyle eskiyi yadsımak isteyen yeni yönelimler güçleniyordu. Böyle bir ortamda cinèmatographe denilen bir aygıt insanların günlük yaşamına girdi. Cinematographe, on dokuzuncu yüzyıl boyunca ortaya çıkan pek çok icattan biri olarak dış dünyanın kopya edilmesinde en ileri noktayı sergiliyordu.Gün geçtikçe sinemanın insanlar üzerindeki gücünün farkına varıldı; sinema artık insanların buluşma noktası ve propagandanın etkin bir aracı oldu.Zaman içinde sinema gittikçe önem kazandı; asla popülerliğini kaybetmedi hem de “yedinci sanat” adıyla etkin bir araç haline geldi.
SİNEMATOGRAFİNİN İCADI
Sinemanın temel özelliği, insanın çevresinde gördüklerini ya da düşündüklerini devinim halinde kaydedebilmesi ve bunu yeniden üretilmesidir. Sinematografi ise esas olarak yanılsamaya dayanır.Filmin üzerindeki durağan fotoğrafların, belirli bir hızla ardı ardına perdeye düşmesiyle elde edilen hareket yanılsaması, sinemanın temelidir.
Başarılı bir fotoğrafçıların oğlu olan Louis Lumiere kardeşi Auguste’le birlikte çalışarak 1895 yılında cinematographe aygıtını icat etti.Bu aygıtın film şeridinin hareketini, saniyede on altı kare esasına dayalı “tırnak itişli” bir düzenek sağlıyordu.Saniyede on altı kare ilkesi tüm sessiz film dönemi boyunca değişmedi.Sesle birlikte saniyede yirmi dört karelik film akış hızı zorunlu olarak standart hale geldi.
İLK GÖSTERİLER, İLK FİLMLER
Louis Lumiere’nin 1895’te yaptığı filmler, iyi düzenlenmiş, özgür bir hava taşıyan, durağan çerçeveli tek çekimlerden oluşmuştur.Bunlardan “Bahçıvanı Sulanışı” filminde küçük bir öykü vardır: Bir erkek çocuk, bahçe sulamakta olan bahçıvana görünmeden hortumun üzerine basar.Bahçıvan hortumun ağzına baktığında çocuk ayağını çeker ve su bahçıvanın yüzüne fışkırır.Islanan bahçıvan çocuğu kovalar yakaladığında bir şaplak atar ve işinin başına döner.Bu kısa film, komedinin sinemadaki ilk örneği olarak kabul edilir.
Lumiere’lerin filmleri arasında en ünlü olanı “Trenin Gara Girişi”dir.Louis Lumiere bu filmde trenin hareketini diyagonal bir kompozisyon içinde görüntülemişti.Trenin karşıdan hızla gelişinin etkisi, kocaman şapkasıyla ilerleyen bir kadının görüntüsüyle tamamlanıyordu.
Louis Lumiere sürekli yeni arayışların peşinde koşan biriydi.Kameraya olan ilgisini kısa sürede yitirdi ve başka deneylerin arkasından gitti.1900 yılında cinematographe’nin ticari haklarını Charles Pathe’ye devretti.Louis Lumiere 1948 yılında 84 yaşında öldü. On dokuzuncu yüzyılın sonunda sinema bir gelecek garantisi değil, geleceği tehlikeye atan bir girişimdi adeta.Ancak çarklar çoktan dönmeye başlamıştı.Sinema, ikinci sınıf müzikhollerde, panayırlarda ölüm kalım mücadelesi veriyordu.Sinemanın yükselişe geçtiği bu döneme de bir sonraki yazımızda değineceğiz.