Abdullah Güner’in röportajı
“Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları”nı konuşmaya Fayrap Dergisi ile devam ediyoruz.
Fayrap Dergisi, Eylül 2005’te şair Hakan Arslanbenzer yönetiminde yayın hayatına başlayan aylık popülist edebiyat dergisi. Şiir ve eleştiri alanında yayınladığı eserlerle edebiyatın havzasını genişleten Fayrap, böylelikle Türk şiirinin nabzını tutacak çalışmalara da öncülük ediyor. Neo-Epik şiiri savunan Fayrap, her şiiri siyasi olarak görüyor; kelime oyunları olan, örtük, imgeci şiirleri hiç sevmiyor. Her şeyi açıkça anlatan, konuşma havasında olan şiirleri benimsiyor. “Kültür” kavramıyla siyaset, ekonomi, sanat alanlarını yeniden masaya yatırıp tartışıyor. Fayrap, bugün Popülist Kültür Derneği çatısı altında şiir, edebiyat, hikaye, sinema, düşünce vb. başlıklarda atölye çalışmaları yapıyor.
“Türkiye’de Dergiciliğin Sorunları”nı Fayrap Dergisi Yayın Yönetmeni Hakan Arslanbenzer ile konuştuk.
“FAYRAP, EDEBİYATI, GERÇEĞİ SÖYLEMEK OLARAK ANLAYAN İNSANLARLA ÇIKAN BİR DERGİ”
Öncelikle bize derginizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla ne zaman yayın hayatınıza başladınız? Ne tür eserler yayınlıyorsunuz? Yayın politikanız nedir?
Fayrap Eylül 2005’te çıktı. Amaç edebiyatın nabzını kuvvetlendirmekti. Nabzı bugünkü gibi iyice düşmüştü edebiyatın. Zaten Fayrap ne zaman ara verse edebiyatın tansiyonu düşüyor, baygınlık geçiriyor. Fayrap’ın dışında öncü şiir, eleştiri ve tartışma yok çünkü. Herkes mevziinde pineklemekle meşgul. Herkes şair, herkes yaratıcı, herkes mutlu memnun. Biz bundan rahatsız olan, gerçeği duymak isteyen dolayısıyla da edebiyatı gerçeği söylemek olarak anlayan insanlarla ve bu insanlar için çıkan bir dergiyiz. Yayım politikamız kimsenin söylemediği, söyleyemediği veya çıkarları gereği söylemekten kaçtığı şeyleri söylemektir. Şiirin, hikayenin, edebiyatın gerçek halini öğrenmek için Fayrap’a bakarsınız.
“BİZDE DERGİCİLİK DAİMA HALKÇILIĞIN VERSİYONLARINI ÜRETMİŞTİR”
İngiliz edebiyat tarihçisi Mark Parker, 1800’lü yıllarda İngiltere’de dergiciliğin “soyluluk mücadelesi” için bir araç olma özelliği gösterdiğini söylüyor. Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki dergiciliğin tarihsel gelişimini de düşündüğünüzde bizde yayınlanan dergilerin nasıl bir mücadelenin aracı olduğunu düşünebiliriz? Bu anlamda Türkiye’de dergiciliğin geçmişini, hangi dönemlerden geçerek bugünlere ulaştığını söyleyebilirsiniz?
Bizde dergicilik daima halkçılığın versiyonlarını üretmiştir. Çıktığı zamanda sükse yapan elitist dergiler vardır ama bunların başarısı genellikle aksinin imkansız olmasıyla irtibatlıdır. Mesela Serveti Fünun Abdülhamit’in kimseyi konuşturmadığı bir dönemde ve üstelik edebiyat yapmak için değil sözümona bilimsel makaleler yayımlamak için çıkmıştı. 12 Eylül rejiminin ağır baskısı altında Gösteri ve Sanat Olayı gibi dergiler çıktı. Birazcık konuşma serbestisi sağlandığı zaman toplumcu-halkçı karakterde dergiler hemen etkisini göstermeye başlar. Meşrutiyet döneminin Sebilürreşad dergisi gibi. 1960’larda çıkan solcu dergiler gibi. Hatta siyasetle edebiyatı birlikte götürmeye çalışan sağcı Mavera dergisi gibi. Bunların merkezinde de her zaman şiir olmuştur. Şiir gizli hükümettir bizde. 17. yüzyıldan beri devlet ricali ile ticaret erbabı bir tarafta, büyük halk kitleleri karşı tarafta kalmış gibidir ve güçlü taraf çıkarlarını halkla değil dış güçlerle tevhid etmiştir. Buna da reelpolitik adını veriyorlar bugün. Şairler arasında bazıları diyelim, çünkü iktidar sahiplerinin dümen suyuna giden şairler eskiden de çoktu şimdi de mebzul miktarda, reelpolitiği kabul etmediler. Bunun oluşturduğu örgütlenmemiş, siyasileşmemiş ama hissedilen bir ruh var. Namık Kemal ruhu… Dergi çıkaran herkes bir bakıma yeni bir Namık Kemal olma namzedidir. Ama bazıları için haddini bilmek, eften püften meseleleri edebiyat diye ortaya sürmek, herkesin kabul edeceği işlere girişmek dergicilik. Ama ana akım her zaman Namık Kemal ruhudur. Her döneme karakterini veren odur. O olmazsa karakter dışı, amorf bir dönem resmi elde kalır. 1980’lerin dergisizliği gibi mesela. Yoksa Sanat Olayı mesela çok havalı dergiydi aslında. Ama hiçbir şey söylemeden çöpe gitti.
“FAYRAP BİR OKULDUR VE TEK ÖĞRETMENİ DE BENİM”
Türkiye’de dergilerin eskiden bir okul işlevi gördüğünü, yeni düşünceler doğurduğunu, fikir tartışmaları yürüttüğünü biliyoruz. Düşüncenin ve hayatın merkezinde olan dergileri bugün baktığınızda nerede görüyorsunuz?
Dergi değil de baba yazar diyelim. Okul olan odur. 1997-2004 yılları arasında çıkardığım dergilerde mektepleşmeye gitmek istedim. Anladım ki mekteplerde olduğunun aksine bir dergide birden fazla sesin vazmasına imkan yok. Derneklerde, hatta siyasi partilerde de öyle ya. Atlılar, demokratik bir tartışma okulu olmak üzere çıkarılmıştı. Yıllar süren çabanın sonunda anladım ki meğer dergiyi tek başıma ben çıkarıyormuşum. 15 kadar insanın ciddi emeği vardı Atlılar’da. Mehmet Erdoğan ve Hakan Şarkdemir’in çok önemli katkıları oldu mesela. Ama ben tükenmişlik sendromu yaşadığım zaman dergi çıkmadı. Derginin bana bağlı olarak çıktığını düşünmemiştim, kabul etmek de istemedim ama çıkmadığımız süreler boyu gözlemler yapıp üzerine düşününce tek adam idaresinin bizde neredeyse genetik olduğu kaziyesini sindirmek zorunda olduğumu da gördüm. Fayrap bir okuldur ve tek öğretmeni de benim bugün. Eskiye bakınca da başka bir şey görmeyiz. Namık Kemal tek başına bir okuldu, Mehmet Akif bir okuldu. Biz Dergâh’ta çıktık ilkin, uzun yıllar boyu orda yazdık ama dergi çıkarmayan İsmet Özel olmuştur bizim okulumuz. Hiçbir okulun mezunu değilim. İsmet Özel’in kitaplarının mezunuyum bir bakıma. Fayrap da bugün bir Hakan Arslanbenzer mektebi durumundadır. Ben hâlâ böyle olmayabileceğine dair küçük bir işaret görünce orayı zorlamaya çalışsam da…
“BİR YAZARI, YAZIYI, STİLİ TERCİH ETTİĞİNİZDE DİĞERLERİNİ DIŞARIDA BIRAKIYORSUNUZ”
İki de bir kapanan, satmayan, okunmayan, sürekli olduğu yerde dönüp duran, boyu ne uzayan ne de kısalan dergilerin olduğuna şahidiz. Matbu dergilerin en temel sıkıntılarından birisi de ya ferdi ya da belli gruba dayanarak belli bir süre sonra kısır döngüye hapsolmaları. Dergilerin böylesine bir kısır döngüye hapsolmasının nedenleri nelerdir? Bunun dergiciliğe olumlu ya da olumsuz anlamda sonuçları neler oluyor?
Bir renkte koyulaşmaktır. Dergilerin böyle olmasından değil böyle olmamasından korkmak lazım. Bazı dergiler çok satmak için renksizlik yolunu seçiyor veya bukalemunluk. Deneyimlerim bunun da satışa birkaç sayı veya en çok birkaç yıl yansıdığını gösteriyor. Dergiye koyduğunuz her metin bir tercih çünkü. Bir yazarı, bir yazıyı, bir stili tercih ettiğinizde diğerlerini dışarıda bırakmış oluyorsunuz. Zamanın baskısı arttıkça da kolay olana başvurup yenilenmekten uzaklaşıyorsunuz. Ben hep ara vererek dergi çıkarmak durumunu yaşadım. 1997 Mart’ından beri dergi çıkarıyorum. Hiç ara vermesem ve her ay dergi çıkarsam 200. sayıyı geride bırakmış olacaktım. Nicel bir başarı olurdu bu. Ama nitelik açısından kimbilir hangi gerilik seviyesine düşmüş olurdum. Derginin ara verdiği her dönemde en azından ben kendim derginin çıktığı dönemden daha fazla değiştim, dönüştüm ve geliştim. Bazen bilgileriniz artar, bazen kişiliğiniz gelişir. 200 çöp sayı çıkarmış olmak yerine aralarla ve farklı dergiler olarak çıkarabildiğim 87 dergi sayısının edebiyatı çok daha fazla tesir altına aldığını, bendeki değişimle toplumsal değişim arasında bir ilişki olduğunu görüyorum.
“İNTERNET DERGİLERİ OKUNMUYOR”
Günümüzde dergiler internetle birlikte bir değişim dönüşüm geçiriyor. Matbu dergiler her geçen gün okur kaybedip kapanırken, internet dergileri gün geçtikçe daha da çoğalıyor… Türkiye’de son yıllarda okur sayısı düşüyor kullanıcı sayısı artıyor. Peki tablet bilgisayarlar ve mobilleşen dünya dergicilik için bir tehdit mi yoksa bir fırsat mı?
İnternet dergileri okunmuyor. İnternet okumak için elverişsiz bir malzeme kullanıyor çünkü: renkli cam. Bir de dergi, kitap, hatta gazete okumayan insanlar internetten de okumuyorlar sonuçta. Tablet bilgisayarlardan umutluyum şahsen, bilmem belki dokusunu biraz olgunlaştırırlar ve fiyatını ucuz tutup yükleme kapasitesini artırırlarsa dergi-kitap seviyesinde bir okuma tarzının aracı olabilir. Fayrap’ın tablet versiyonu da matbu aslı kadar okunacaktır. Ama internet deneyimlerim dergilerin internette okunmadığını gösteriyor. Bunun yerine gündeme ait kışkırtıcı ve partizan yazılar, saldırgan ve mizahi mugalatalar okunmuyor da nasıl diyelim, çok tıklanıyor. İnternet mesela uzun bir röportaj için bile uygun bir ortam değil. Negatif ve parlak mesajlar, tıpkı dedikodu ve TV’de olduğu gibi, çabuk kapıyor insanları internette. Gerisine ve derinine bakmaya lüzum da mecal de olmuyor. Tabletten umutluyum ama. Bence kağıt mucizesine en yakın şey tablet bilgisayar tipi.
“FAYRAP’IN TABLET VERSİYONU OLACAK”
Tablet ve mobil uygulamalara derginizi hazırlıyor musunuz? Gelecekle ilgili planlarınız neler?
Fayrap’ın mobili olur mu bilmiyorum ama tablet versiyonu olacak inşallah. Okuyucu dayatır zaten bu tür gelişmeleri. Derginin kapağı yoktu eskiden. Kapak istediler. Maliyeti acayip artırsa da dergiye 4 renkli kapak taktık, okuyucu öbür türlüsünü artık istemiyor diye. Aydınger çıkış yerine film almaya başladık dergiyi. Tablet versiyon bedava, sadece program yükleyip uygulayıcının da programı işletebilmesi lazım.
“150 SATARAK EDEBİYATIMIZI DERİNDEN ETKİLEMİŞ DERGİLER VAR”
Derginizin reklam, dağıtım, telif ücreti gibi problemlerini nasıl çözüyorsunuz. Bu anlamda dergiciliği genel anlamda problemlerini düşündüğünüzde, Türkiye’de dergiciliğinin içinde bulunduğu çıkmazların neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Dağıtımcılarla çalıştık ama elden dağıttığımızda aldığımız tadı vermiyor. Dağıtımcılar bir tür sınıfsal ticaret olarak yapıyorlar bunu. Zincir kitap mağazalarının tipik müşterisi dergi almıyor fazla. Mizah ve moda dışına düşüyorsanız zincir mağazada fazla işiniz yok demektir. Bazı dergiler dağıtım ranjlarını çok geniş tutuyorlar. Bu da anormal baskı sayısı, yüksek maliyetler ve tabii ki bol miktarda iade demek. İadeleri koyacak depo bulamadıkları zaman bizim önceden geldiğimiz yere döneceklerdir. Edebiyat dergisi memlekette doğduğu günden beri elden ele ulaşan bir şeydir. Okuyucunun sizi bulması, sizin de okuyucuyu bulmanız gerekir. Reklam ve telife gelince, reklam işi şans eseri olan bir şey. Reklam verebilecek kuruluşlar edebiyat dergilerine çerez parası verir. Telif ödeyemezsiniz bu yüzden. Çıkmaz meselesine ise katılmıyorum. Bence edebiyat dergiciliğinin eti budu bu kadar zaten. 150 satarak edebiyatımızı derinlemesine etkilemiş dergiler var. O 150 kişinin kalitesi ve kararlılığıyla alakalı bir husus. Fayrap’ın dağıtıma bile veremediğimiz 10. sayısında şiir olarak yazmadığım bir Fenerbahçe-Alex güzellemesi vardı. Geçenlerde bir video gördüm. Meşhur şairlerden biri BJK’nin bir futbolcusu üzerinden bir şeyler yazmış. Her şeyden habersiz takipçileri tezahürata boğmuş görünüyor bu taklidi. Dergi etkidir, gerisi yalandır.
“TÜRKİYE’NİN İKİ ÖNEMLİ ELEŞTİRMENİ: ALİ AKYURT VE FAZIL BAŞ”
Bugünün dergileri yazar yetiştiriyor mu? Sizin derginizde yetişen yazarlar kimler oldu?
Fayrap yazar çıkarıyor, kendisi çıkamadığı halde. Daha önce de böyleydi. Ali Akyurt ve Fazıl Baş, Atlılar’ın çıkmadığı yıllarda Türkiye’nin en önemli eleştirmenleri arasına katıldılar. Dergisiz dönemde yakın temas içinde birlikte çalışmanın meyveleri daha dolu bile olabiliyor. Dergi hasattır zaten. Derginin arkasında bir tarla yoksa hasat da kof olur. Dergilerden yazar çıkmıyor bu yüzden. Çıkan yazarlar dergilerden geçmeye çalışıyor. Edebiyatta yazar çıkaran tek kuruluş Fayrap. Onun dışında bol miktarda sosyolog ve siyasi analizci çıkıyor. Akademiye kaptırdık işi.
Ayrıntılı Bilgi: www.fayrap.com
On5yirmi5