O bir devrimci, tavır adamı… Necip Fazıl Saygı Ödülü sahibi… Nesillere ‘Klas Duruş’u öğreten usta yazar Nuri Pakdil, sanat ve yazarlık hayatına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu: Nuri Pakdil: Eserlerimle tanınmak isterim
Eserleri ve fikirleriyle kuşaklara klavuz olan Nuri Pakdil basında ilk kez STAR’dan Bedir Acar’a konuştu.
Necip Fazıl Saygı Ödülü’ne layık görülen büyük fikir ve aksiyon adamı Nuri Pakdil,kaleme aldığı 43 eseri ve her daim taze olan ileri görüşlülüğüyle nesillere ‘Klas Duruş’u öğretmiş bir isim. Sözü, uzun bir aradan sonra konuşan ustaya bırakıyoruz…
Yazarlık serüveniniz boyunca halkın kültürel birikimi ve öz değerlerine sahip çıkarken, yıllardır yok sayılan, atlanılan manevî değerleri, moral unsurları gündeme getirdiniz. Çıkış yolu olarak yerli düşünceyi gösterdiniz. Yazıya başladığınız günden bu yana yerli düşünce nasıl bir serüven izledi?
Yerli düşünce, ta başlangıçtan bu yana, önüne konulan bütün engelleri, barikatları, telörgüleri aşarak, yıkarak, parçalayarak, büyük bir güven içinde yoluna devam etmektedir ve de edecektir. İç ve dış hiçbir güç bu yürüyüşü durduramayacaktır. Çünkü, bu ulvi yürüyüş, yüce Rabbimizin rızasına tıpatıp uygun bir yürüyüştür.
Alın teri, sömürü, emek, önder, sorumluluk, özgürlük, Tanrı, uygarlık, Ortadoğu, Afrika, kirli mülkiyet, başkaldırı, kara siyasa sizin en çok kullandığınız kelime ve kavramlar oldu. Niçin?
Andığınız kelimeler ve kavramlar rastgele seçilmiş ve yazılmış kelimeler ve kavramlar değildir. Düşünmeye başladığım ilk günden itibaren, bunların hepsi ilgi odağım oldu. Bunların çoğunu babam Hoca Emin Efendi öğretti bana, öbür büyüklerim öğretti. Annem Vecihe hanım da çok kültürlü bir hanımdı; o da öğretti bana. Bu kelime ve kavramlar kimliğimin kopmaz parçalarıdır, denilebilir. Hepsi de, kendi bağlamları içinde, İslami bir âidiyet taşır. Benim kişiliğim, bu kelimelerin, bu kavramların içinde oluşmuştur. Bunlar, damarlarımda dolaşan çok özel alyuvarlar, akyuvarlardır. Bu kelime ve kavramlarla daha sahih düşünebiliyorum çünkü.
Üstat Necip Fazıl bizden alacaklı
Yazarlığınız boyunca hem Ankara’da hem de İstanbul’da bulundunuz. Sonunda Ankara’da karar kıldınız. Yazı ve yazarlık bağlamında bu iki şehrin sizde nasıl bir karşılığı var?
Bir yazar için ilham kaynağı olabilecek yegane şehir İstanbul’dur. Aşk şehridir İstanbul. İstanbul, Peygamberimizin fethini müjdelediği, yüryüzünün tek şehridir. Bu yüzden benim için, kutsal bir şehirdir. Bundan daha kutsal bir gerekçe olabilir mi, İstanbul’un biricikliğine?
Ankara’ya gelince, bendeki karşılığı tek kelimedir: Cehennem.
Kimden çeviriler yapacağınız konusunda kriterleriniz var mıdır?
Çeviri yapacağım yazar, herşeyden önce, severek, ilgi duyarak okuduğum bir yazar olmalıdır. Yazdıklarında, insanlara, düşüncelerimize kattığı değerler olmalıdır. Çağı üstüne düşünen bir yazarın görüşlerine, yargılarına katılmasam da, onun düşündüklerinin anlaşılmasını, açıklanmasını gerekli görürüm.
Sizi etkileyen tiyatro yazarlarından biri, günlüklerini de çevirdiğiniz Ionesco. Diğer türlerde önerileriniz?
Ionesco’yu, elbette çok ilginç, çok önemli bulurum ya, öbür ustaları nasıl unutabiliriz? Hele de Shakespeare’i, Moliere’i, Gogol’u. Romandaki favorilerim, kesinlikle Rus yazarlardır. Başta da Dostoyevski ve Tolstoy, Puşkin ve öbürleri. Balzac da, büyük bir iştahla okuduğum yazardır.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i de, ölümsüz eserleri çerçevesinde, bir kez daha rahmetle ve minnetle anıyorum. Çok şey borçluyuz kendisine. Kesinlikle, hepimizden alacaklıdır Üstad.
Edebiyat dergisi ekibiyle görüşebiliyor, bir araya gelebiliyor musunuz?
Edebiyat Dergisi kapanınca, dergi ekibi de, tabiî dağıldı. Ne ki, dergiye katkı veren ve devrimci kimliklerini koruyan arkadaşlarım çeşitli yerlerde bulunmaktadırlar. Hemen hergün, en başta İdris Hamza ve Fatih Cesur ile mutlaka telefonlaşırız, sık sık bir araya geliriz. Ayrıca, Âtıf Bedir, Abbas Yahya, Câfer Haydar, İshak Yetiş, Musa Deniz, Salâh Buhara, Ömer Erinç, Selim Yavuz, Hüseyin Su, İhsan Kul, Mâlik Ubâde, Mazhar Hümâm, Tâvus Hüsameddin, Murad Kerâmeddin, Bilâl Cerîr, Yusuf Nilî, Gaffar Taşkın, Hâşim Hıraş, Süleyman Sahra, Ebûzer Murtaza, Davud Dağ, Nazif Gürdoğan, Mehmet Ragıp Karcı, Ahmet Özalp, Şükrü Karatepe ile de görüşürüz, telefonlaşırız…
YÜZDE YÜZ DEVRİMCİYİM ŞÜKÜRLER OLSUN!
Edebiyat dergisinin susmasından sonra sizin de on üç yıl süren sessizliğiniz olmuş, ardından Sükût Sûretinde kitabınız gelmişti. Buradan baktığınızda sükûtunuzu doğru buluyor musunuz? Niçin sükût?
Edebiyatın çıkmadığı yıllarda da, hiç boş durmuyordum ki ben! Susmadım ki. Notlar yazdım sürekli. Mektuplar yazdım herkese.
Benim, her koşulda, her şeyi dikkatle yazma alışkanlığım vardır. Yazılarımda kullanmasam da yazardım kelimeleri, cümleleri, bölük pörçük sözleri… Çoğu zaman, yazmaktan parmaklarım şişerdi.
Yüzdeyüz militan, devrimci bir karakterim vardır benim. Şükürler olsun Ulu Rabbime! Övünürüm bununla da. Yaşadıklarımdan hiç pişman değilim.
Türküsüz kalana yazar demem
Nuri Pakdil, bir tavır adamı olarak bilinir. Neredeyse hakkınızda anlatılanlar kitaplarınızdan daha çok konuşuluyor? Sizce bunun nedenleri nedir?
Her şeyden önce bir yazarım ben. Benim yazarlığım kimliğimi, kişiliğimi tayin eder. Yazdıklarım hayatımla özdeştir benim. “Tavır adamı” olarak anılmamın nedeni, belki, insanların hayatımla yazdıklarımın özdeşliğini vurgulama isteği olabilir. Bu tavrı değerli bulduklarını vurgulama isteği olabilir. Ancak, hayatımın, tavırlarımın, nerdeyse bir şehir efsanesine dönüştürülmesi, insanların, okumaktan çok, böylesi şehir efsanelerine ilgi göstermesi ise hiç de hoşuma gitmiyor benim. İnsanlarımızda okuma alışkanlığı, maalesef çok az, sözel olgulara daha çok itibar ediyorlar. Nuri Pakdil’i okumak ve anlamaya çalışmak zorlarına gittiği için, bir Nuri Pakdil efsanesi uydurmak, dinlemek ya da anlatmak daha kolaylarına geliyor da olabilir.
Bir devrimci hangi müzikleri dinlemeli, hangi yazarları okumalı, bir gününü nasıl planlamalı?
Herşeyden önce, kendi klasik müziğimizi dinlemeliyiz. Büyük batı klasik bestecilerini, senfonileri dinlemeliyiz. Büyük yapıtları dinlemeden yazar olunur mu? Benim tercihim Beethoven’in senfonileridir. Bir de türküler vardır. Sözgelimi Ali Ekber Çiçek’i dinlememek büyük bir eksikliktir. Ruhi Su’dan haberi olmayana, Ruhi Su’yu dinlemeyene, yazar gözüyle, devrimci gözüyle bakamam ben.
Mutlaka İslam Klasikleri okunmalı, sözlükler yardımıyla da olsa anlaşılmaya çalışılmalıdır. Mevlana’nın Mesnevisi’ni okumamak olur mu? Batı klasikleri de mutlaka okunmalıdır. Ancak böylelikle okumanın temeli atılmış olur.
Dünya hastadır Çare İslamiyet
Denemeden şiir, şiirden deneme çıkarıyorsunuz. Günlükler, tiyatrolarınız var. Türleri önemsemiyor musunuz?
Doğrusu, türleri pek önemsiyorum denilemez. Bir yazar, sıkı kalıplar içine hapsedilmemelidir. Özgür olmalıdır bir yazar, yazabilmelidir istediğini. Canı nasıl istiyorsa, öyle yazmalıdır.
Çocukluğunuzu geçirdiğiniz Maraş’ta, üzerinizde hissettiğiniz baskının sebebi olan devlet yönetim tarzından çıktığımızı düşünüyor musunuz?
Hayır, düşünmüyorum. Devleti yapılandıran ideolojinin, tüm yıkıcı baskısı, bütün şiddetiyle devam etmektedir. Türkiye’de, ideolojik bağlamda, düşünme ve yazma özgürlüğü vardır denilemez. Dokunulamaz, eleştirilemez, kinayeli bile olsa dil uzatılamaz bir tabu vardır. Bu yok edilmeden, insan beyni inkişaf edemez.
Dünyanın globalleşmeye devam etmesi ve kapitalizmde sebat etmesi hakkındaki düşünceleriniz neler?
Dünya, tüm yeryüzü, eninde sonunda, İslami düşünceye doğru, mutlaka evrilecektir. Başka çaresi kalmamıştır. İslam düşüncesi, hasta dünyayı iyileştirecek tek çaredir. Kapitalist toplum, çürük bir ağaca dönmüştür. Kesinlikle göreceksiniz: Büyük çatırtıyla yıkılacaktır. Gelecek, İslamındır. Bizler, yeryüzünün umut meşalesiyiz, umut elçileriyiz. Ve de, bu bilinçle, bu dikkatle, bu heyecanla yaşamaktayız
SOLUN ‘EMEK’ TEKELiNi KIRDIK
Edebiyat dergisinin ve sizin dil tutumunuzu hem sol kesim hem de İslami kesim zaman zaman yadırgadı. Dil tutumunuzu bize anlatır mısınız? Dile ve kavramlara nasıl bakıyorsunuz?
Edebiyat dergisinin dil tutumunu İslami kesimin yadırgaması şundandı: O tarihe kadar İslami kesimin kullanmadığı, kirli mülkiyet ve kara siyasa gibi, karşıanamalcı ve karşısömürgeci gibi, antinasyonalist ve antisiyonist gibi, antinazist ve antifiravunist gibi kavramları kullanıyorduk. Ayrıca, varoluş ve direniş gibi, eylem ve devrim gibi kelimeleri kullanıyorduk. İslamın öğretisel, tarihsel, evrensel, özgürlükçü, ilerici özünü, yeni kavramlarla, yeni kelimelerle ifade ediyorduk. Yeryüzündeki tüm inananların birlikteliğini bu yeni kavramlarla, bu yeni kelimelerle savunuyorduk.
Sol kesimin yadırgaması, hatta şaşkınlığı da şundandı: Bu deyimler ve kelimeler onların tekelinden çıkıyordu. Bu kelimeleri ve kavramları biz İslami bağlamda kullanıyorduk. Buna şaşırıp kalıyorlardı. Sol kesim işçi haklarını savunur görünürken, biz daha ileri gidiyor ve tek değerin ‘emek’ olduğunu söylüyorduk. Dili, dini, ırkı, rengi ne olursa olsun, yeryüzündeki bütün emekçilerin haklarını savunuyorduk. Yani emeği, alınterini savunuyorduk.