Osmanlı döneminden bugüne kadar kaleme alınmış tüm eserler, Türk Edebiyatı’nı oldukça zengin kılmıştır. Özellikle belli dönemlere damgasını vuran şair ve yazarlar, yeni kuşak yazarları da etki altına almışlardır. Türk Edebiyatı’nda çok önemli bir yere sahip olan ve yakın tarihte edebiyatımızda iz bırakan ‘Yedi Güzel Adam’dan biri; Nuri Pakdil, edebiyattan Osmanlıcaya, Batılılaşmadan İslam dünyasına kadar birçok konuyu Milat Gazetesi’nden Özlem Doğan’la konuştu.İşte o konuşma…
“İnsan seni savunuyorum sana karşı” diyen Nuri Pakdil için yazmak ne ifade ediyor?
Yazarın ödevi, yazmaktır. Nuri Pakdil yazma dışında zaten düşünülemez. Yazmak, uzun yürüyüşe başlamaktır. İnsanın, insanlığa girişinin müjdesidir yazmak. Hiç kuşkusuz: yazmak, aynı zamanda bir hücum komutudur da. Yazarlar genellikle, kelimelerle başkaldırırlar. Bilinçli yazarın bombası da eserleridir. Bu bağlamda yazmak, benim için bir hayat biçimidir.
İlk sayısı Şubat 1969’da yayınlanan ve “başka bir zaman ve mekânda da olsa” yeniden yayımlanmak üzere sözleriyle basımına ara verilen Edebiyat Dergisi’nin edebiyat dünyasına etkileri nasıl oldu?
Edebiyat dergisi çıkışı ile birlikte, bir döneme tüm Türkiye genelinde sanat ve edebiyat bağlamında gerçekten damgasını vurdu. İlk sayısından son sayısına kadar, Türkiye’de edebiyat dünyasında büyük ilgi ile izlendi ve bir bakıma da büyük bir şaşkınlık yarattı. Çünkü kullandığımız dil çok yeniydi. Sadece kullandığımız dil değil, kullandığımız kavramların ve söylememizin içeriği de büyük şaşkınlık yaratıyordu.
Yazı, ezen sınıfı ezmek için yazılır
Dergiyi farklı kılan bir çizgiden söz edebiliriz o halde…
Edebiyat Dergisi’nin çizgisi köktenci bir çizgiydi, muhalifti. Çünkü biz, sanatın, edebiyatın işlevinin, tüm sömürülere karşı durmak olduğunu söylüyorduk. “Yazı, ezen sınıfı ezmek için yazılır” diyorduk. İnandıklarımızı yazıyorduk, yazdıklarımıza inanıyorduk. Savaşım için yoğun direnç gerektiğini, bu direncin de, sanatın, edebiyatın özünde var olduğunu söylüyorduk. “Arş’a en yakın duran, duâdan sonra, İblis’e boyun eğmeyen edebiyattır” diyorduk.
Adımı anmamakta ısrar ediyorlar
Edebiyat Dergisi’nin farklı üslubu gerek muhafazakâr, gerekse sol kesimde nasıl yankı buldu?
Hem sol, hem de muhafazakâr kesimde gerçekten büyük şaşkınlık yarattı. Bu şaşkınlık, her iki çevrede de halen devam etmektedir. Duydukları şaşkınlığı hâlâ üzerlerinden atamamışlardır. Gerek muhafazakâr kesim ve gerekse sol kesim, Edebiyat Dergisi’ni ve benim kitaplarımı büyük ilgi ve şaşkınlıkla izlemelerine rağmen, adımı anmamakta ısrar ediyorlar.
Edebiyat dünyasında önemli ve özel bir yeri bulunan Yedi Güzel Adam’dan birisiniz. Yedi Güzel Adam’ı sizden dinleyelim.
Yedi Güzel Adam olarak Türk Edebiyatında adeta bir ekol oluşturduk. Biz Yedi Güzel Adam kimdik? Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Hasan Seyithanoğlu. Her ne kadar Seyithanoğlu’nun yazı hayatı yoksa da, Maraş’ta ve Ankara’da edebiyat dergisinin yayınlandığı süre içinde her zaman bizimle beraber oldu ve çalışmalarımıza anlam kattı. Şu anda Yedi Güzel Adam’ı, ben, Rasim ve Hasan temsil ediyoruz.
Yedi Güzel Adam’ın edebi kıstasları ile günümüz edebiyatı arasında nasıl bir fark var?
Kuşkusuz her sanatsal ve edebî oluşumun kendine özgü özellikleri vardır. Bizim kıstasımız her zaman sanatı ve İslamî söylemi öncelemek olmuştur. Bununla da onur duyuyorum, gururluyum.
İnancım siyasetim, siyasetim inancımdır
Edebiyat ile siyaset ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Edebiyat siyasetle iç içe olsa bile özgür kalabilir mi?
Edebiyat elbette siyasetle de ilişki kuracaktır, bu da çok doğaldır. Edebiyat siyasetle iç içe olsa bile özgürlüğünü elbette her zaman koruyabilir. Buna en güzel örnek benim durumum. Çünkü; benim inancım siyasetimdir, siyasetim inancımdır. Bir yazarın özgür kalabilmesi sorununa gelince, evet siyasetle iç içe olsa bile bir yazar özgür kalabilir. Bunun en güzel örneği, Nuri Pakdil duruşudur. Ben sayın Cumhurbaşkanıyla, sayın başbakanla, sayın bakanlarla bir arada bulunuyorum, ama çok şükür özgür kalabiliyorum, kendim olabiliyorum.
Son günlerde zorunlu Osmanlıca dersi tartışmaları yaşanıyor. Sizce harf devriminden bugüne kadar geçen zamanda Türkiye insanı gerek edebi gerek ilmi yönden neler kazandı, neler kaybetti.
Harf devrimi çok trajiktir. Çünkü, eski yazı ile yazılı bütün kitapları okuyamaz, anlayamaz duruma düştük. Eski yazıyla yazılı sayısız büyük eserler şimdi okunamaz durumda. Tarihte, bizim kadar kültür değişimiyle sarsılmış başka halk gösterilemez. Edebiyatımız yerli düşünceden koptu. Yazı devrimi bizi kendi edebiyatımızdan ve kendi eserlerimizden ayırdı, kopardı.
Bunda batılılaşma hareketlerini yürütenlerin halkı ötelemesinin de etkisi vardır diyebilir miyiz?
Ülkemizde Batıcılığın buyruk kesildiği dönemlerden başlayarak bize kadar uzanan her şeyde yabancılaşma deneylerini görüyoruz. Tüm Batıcı ve Marksçı yazarlar, bu yabancılaşma denemelerinin uygulayıcıları, halk düşmanlığının öncüleri oldular. Yabancılaşan yazar, halkına kızar ve düşman olur, ona sövüp saymaya başlar.
Yazarın halkına yabancılaşmasını nasıl ifade ediyorsunuz?
Bir yazarın yabancılaşması demek, halkın inandıklarına artık inanamaması, halkı horlaması, halkın gönlündeki yüce değerleri artık kendi yüce değerleri olarak benimsememesi, halkı salt araç olarak görmesi demektir.
Bilinçaltında korkuları vardı
Yazarların bir kısmının halka yabancılaştığı o dönemlerde edebiyat nasıl etkilendi?
Cumhuriyet dönemi edebiyatı, halkının inançları dışında, halkına karşı oluşan bir edebiyattır. Bunalım, batıcı yazarların, Marksçı yazarların halk düşmanı oluşlarında toplanmaktadır. Batıcı ve Marksçı yazarların yazdıkları bir ruh hastasının durumunu yansıtıyor gibidir. Çünkü bilinçaltlarında hep bir korku vardı: Ya ulus, hepimizin ipliğini bir dönem gelir de pazara çıkarırsa?
Bu yabancılaşmaya karşı çıkan yazarların ana düşüncesi neydi?
Yerli yazarlar, Yaratanın başlangıçta ve sonuçta kutsadığı emeğin savunucularıdır. Yerli düşünce, edebiyatımızın umududur. Çünkü edebiyatımız yerli düşünceyle beslendikçe edebiyatla halkın ilişkisi doğallaşacaktır. Ülkemizde edebiyatla birlikte gelen, yerleşen yabancılaşma, yine edebiyatla ülkemizden atılacaktır.
Kendini devrimci olarak tanımlıyorsunuz. Devrimci ruhunuzu hayatınıza nasıl yansıttınız ve günümüz insanı sözünü ettiğiniz devrimci ruhu taşıyor mu?
Ben devrimci ruhu, bilinci elimden geldiği kadar kendi hayatıma yansıtmaya çalıştım. Günümüz insanının bir devrimci ruh taşıdığını maalesef söyleyemiyorum. Bunun da ana sebebi; İslamî çevrenin yeteri kadar kitap okumaması ve mal mülk düşkünlüğünü hâlâ devam ettirmesidir. En büyük fetih, insanı yeniden anlama, onun tüm ruhsal gereksinimlerini ona hissettirme eylemi olabilir.
İnsanlık trajedisi yaşanıyor
Başta Mısır ve Suriye’de ‘Arap Baharı’nın ardından diktatörlerce Müslümanların üzerinde baskı kuruldu ve halkın özgürlüğü elinden alındı. Siz İslam Dünyası’nın şu anki halini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam dünyasının şu anki hâli, gerçekten içler acısı ve bana büyük ızdırap veriyor. Batı uygarlığının egemen olduğu çağımızda, yeryüzünün her köşesinde ve özellikle Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalarda, Batı-üretimi bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Batı dünyası, özellikle Müslüman halkların yaşadığı coğrafyalara, büyük bir kindarlıkla saldırıyor.
Arap ülkelerinin yöneticileri ABD, İsrail ve Batı ile işbirliği yapıyor. Ortadoğu’daki karmaşıklığın asıl nedeni bu olabilir mi?
Batılı sömürgeciler, sömürü ve cinayetlerini, bu parçalanmış coğrafya üzerinde kurulmasını sağladıkları devletlerin kukla yöneticileri üzerinden yürütüyor. Büyük Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla, Ortadoğu’nun sinir kütlesi yoldan çıkan tren gibi devrildi. Sultan Abdülhamid’in izlediği Ortadoğu politikasının önemi, günümüzde daha iyi anlaşılıyor.
Sultan Abdülhamid nasıl bir Ortadoğu politikası izledi?
Sultan Abdülhamid Filistin’e Yahudilerin yerleştirilmelerine ilişkin tüm önerileri kesinlikle geri çeviriyordu. İkinci Abdülhamid’in, hal’edilmesiyle tüm sömürgecilerin Ortadoğu’yu parçalama politikaları yürürlüğe konmuş olacaktı. Öyle de oldu. Ülkemizde, Abdülhamid’e karşı olanların bile yadsıyamadıkları gerçek budur. İşte şimdi Ortadoğu ülkelerindeki inanç birliğini parçalatmak için Batılılarca (Rusya da bunun içindedir) kurdurulan İsrail Devleti, özellikle günümüzde, zulmün somut simgesi olarak ortada duruyor.
İslam uygarlığı yeniden canlanmalı
ABD, İsrail ve Batı’nın Ortadoğu üzerindeki oyunu ve işgalci tutumunun nedeni sizce nedir?
Batılılar, yüreklerinin en gizli köşelerinde hâlâ duran “Ortadoğu korkusu”nu atamamışlardır. Nedir bu korku? Ortadoğuluların, İslâm uygarlığını yeniden gün yüzüne çıkarmaları olasılığıdır. Ortadoğu ulusları İslâm uygarlığını yeniden canlandırabilirlerse, o uygarlık doğrultusunda birlik olabilirlerse, çağın dengesizliği düzeltilebilecektir.