Hürriyet’ten İpek İzci’nin haberi…
Tasavvufçu Hayat Nur Artıran’la beyitlerin hiç bilmediğimiz anlamlarını derlediği ‘Nun Kapısı’ adlı kitabı vesilesiyle buluştuk. Din adına yapılan yanlışları ve Mevlana’nın popüler kültürdeki yerini konuştuk. Artıran’ın İslam âlemine serzenişleri de vardı.
Kitabı kalbine bastırıp “Birkaç kez üst üste ‘Nun Kapısı’ diye zikretsem sarhoş olacağımdan korkarım” diyor. Kitap kapağını süsleyen kapı Mevlana’nın türbesinin ana giriş kapısı. Fotoğrafı kendi elleriyle çekmiş; anlatırken gözleri parlıyor.
“And olsun Nun’a, and olsun kaleme… Yani yemin ederim Nun harfine, yemin ederim kaleme… Allah, Kuran’da basit bir kaleme yemin eder mi, akıl var, mantık var” diye sorarken biraz kızıyor biraz hayret ediyor. Bana değil tabii: “Kuran’ı anlayamıyoruz. Dünyada bazı şeyler din adına yapılıyor ya onun için arz ediyorum bunları.”
Hayat Nur Artıran, tekstil eğitiminin üzerine uluslararası firmalarda yönetici olarak çalışmış bir isim. Modacılık da yaptı ancak çok uzun zamandır, hayatında sadece çocuk yaşta ilgilenmeye başladığı tasavvuf var. ‘Nun Kapısı’ da üçüncü kitabı. Bu vesileyle bir araya geldiğimizde ilk işi Nun’un, insanın rüku hali olduğunu anlatmak oluyor: “Her namaz kılan, namazı seccadede bırakmayıp hayata geçirseydi Müslümanların hali böyle olmazdı!”
İNSANLAR KİNSİZ BİRİNİ DÜŞÜNEMİYOR, NE YAZIK!
Hayat Nur Artıran’ı böyle bir kitap yazmaya iten, Twitter hesabında paylaştığı beyitler olmuş. Aldığı geri dönüşler yüzde 99 olumluymuş ancak tepki gördüğü zamanlar olduğunu da anlatıyor: “Kin, öfke, haset ve kıskançlık üzerine araştırma yaparken bir hadis-i şerifle karşılaştım: ‘Bir gönülde ya kin olur ya da din.’ Ne muhteşem bir söz! Hemen dostlarıma tweet attım. ‘Böyle hadis-i şerif olmaz’ diye bir cevap aldım çünkü bu sözü anlayamadılar. İnsanlar şöyle düşünüyor: ‘Nihayetinde o naçiz zayıf bir insan! Her insanda nefret var. Dindar gibi görünenlere bak, hepsinin gönlünde kin var, öfke var. O zaman bu sözde de bir yanlışlık var.’ İnsanlar kinsiz birini düşünemiyor, ne acı! Din, sevmektir, saygıdır, adalettir, merhamettir, hatta başkalarının hak ve hukukunu, kendi hak ve hukukuna tercih etmektir. Dini kendi şahsi görüşleri doğrultusunda çarpıtanlar utansın!”
KURAN’I ANLAYAMADIK
Peki, kim onlar?
Önce bir soru soruyor: “İslam âlemine bakılsın, neden ‘Müslümanız’ diyenler yeryüzünde bu haldeyiz?”
Yanıtını da tabii ki kendisi veriyor: “Kuran’ı anlayamadık. Kim anladı, kim anlamadı buna isim vermek mümkün değil ama şunu belirtmeliyiz ki cümle yaratılmışlara zararı dokunmayan herkes Rabbi’ni anlamış demektir. Çünkü Kuran asla insanlara zarar vermeyi emretmez.”
Onu rahatsız eden bir diğer konu da Müslüman kadınlarının durumu: “Allah, Kuran’da ‘Ben bir erkek yaratacağım’ ya da ‘Ben bir kadın yaratacağım’ dememiş. Kadın-erkek ayrımı yapmamış, ‘Ben bir halife yaratacağım’ demiş. Yani cinsiyet belli etmemiş. Eğer Müslümanlığın kadına verdiği değeri Müslümanlar öğrenseydi, Müslüman kadını bugün hor hakir durumda olmazdı.”
MEVLANA, İNSANA İNSANI ANLATIYOR
Akabinde benim için kitaptan rastgele bir sayfa açıyor. Sayfada “Göklerde ve yerde nice mucizeler vardır ki yanlarından geçer, dönüp bakmazlar bile” yazıyor. Diyeceğim: Artıran’ı ‘Nun Kapısı’nı yazmaya iten bir neden de kitabı açan her insanın karşısına çıkan ilk beyitte gönlünde aradığı cevabı bulmasını istemesi.
Son olarak Mesnevi’nin popülerleşmesine değiniyoruz. Artıran, Mesnevi’nin şu anki iletişim ve sosyal medyayla nedeniyle belki çok daha gün yüzüne çıktığını düşünüyor: “Mevlana, insana insanı anlatıyor, dünyada aşkı temsil ediyor. Hz. Mevlana aşktan söz edince her insan aynaya bakıp kendinde kaybettiğini buluyor, hemen heyecanlanıp sahipleniyor. O yüzden bu kadar popüler.” Bu sohbetin sonunda, ilk kez karşılaşıyor olmamıza rağmen, uzun uzun anlatarak bana bir de vasiyet bırakıyor. Ama artık o da bana kalsın…
ŞU FAKİR MUTLU OLMAYI ÖĞRENDİ Mİ?
“Ruh tatmin olmayınca insan kendini mutlu hissedemez. Yanlış olan ruhumuzun varlığını, onun ihtiyaçlarını düşünmeden nefsimizi mutlu etmeye çalışmak. Nefs ise asla mutlu olmaz çünkü dilek ve istekleri hiç bitmez. Neden bu insanlık âlemi bir türlü mutlu olamıyor: Bu kadar bolluk, bu kadar güzellik, bana sorarsanız bu kadar özgürlük… Yok yok! Görene her şey gani. Yine de herkes mutsuz, umutsuz, karamsar! Şu ortamda daha huzurlu, daha saygı içinde yaşayabiliriz. Tamam, belki bulunduğumuz yer Yıldız Sarayı kadar ihtişamlı değil ama karamsar olacak kadar kötü de değil, doğru mu? Kötü olanı görelim ama iyi ve güzel olanı görüp şükretmeyi de bilelim. Şu fakir mutlu olmayı öğrendi mi? Bu, sınırsız ilimdir, kendini bilme ilmidir… Bunu bilmenin sonu olmaz. Bir insanın gönlünü kırmak, bütün âlemi çökertmek gibidir. Biz zaten Kuran-ı Kerim’i anlayabilsek, Muhammet ümmeti olarak bu halde olmayız. Biz Kuran’ı anlamayan Muhammet ümmetiyiz, bunu açıkça ifade etmek zorundayım. Keşke birbirimizi yemeye, yok etmeye uğraştığımız kadar, birbirimizi anlamaya sevmeye çalışsaydık.”