Star gazetesi Prof. Dr. Hatice K. Arpaguş ile Osmanlı kadınları ve Ramazan’ı konuştu.İşte o konuşma…
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hatice K. Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları üzerine doktora yapmış ve Osmanlı ve Geleneksel İslam kitaplarını yazmış bir akademisyen. Kadınların başta teravih ve Cuma namazlarına katılıp katılmamaları, katılsa bile camilerde yeteri kadar yer bulup bulmaları tartışma konusu. Osmanıl kadınlarının elindeki fenerlerle “Ateş böceği kafileleri” gibi topluca teravih namazına gittiğini belirten Prof. Arpaguş, halkın Ramazanlarda selâtin camilerine daha fazla gittiğini, teravih, cuma ve vakit namazları yanında mukabele dinlemede de bu tür mekânları tercih ettiği belirtiyor.
– Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde, Ramazan toplum için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Ramazan Osmanlı’dan günümüze insan hayatına çok özel bir şekilde yer edecek şekilde girdiği bilinmektedir. Nitekim insandan toplumun diğer yapı taşlarına doğru ilerlediğimizde insanın yuvası olan evinden, mahallesine ve şehre doğru gittiğimizde hemen her dokuda söz konusu değişikliği görmek mümkün. Dolayısıyla Ramazan özelde hızla ilerleyen zaman tünelindeki insanın hızını keserek kendine dönmesine, yavaşlayıp tefekkür etmesine ve kendi dışındaki yaşama göz atmasına vesile olan bir dönem olarak görünmektedir. Bu durum Ramazanın başlı başına bir medeniyetin simgesi olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim hemen herkes Ramazanla ilgili tecrübelerinden bu farkındalığı yakalaması ve görmesi mümkündür. Türk halkı da Ramazanı bir misafiri karşılar, bir dostu ve sevgiliyi özler gibi karşılamaktadır. İbadet ve taatte, iyilik ve ihsanda, yeme ve içmede sükûn ve sekinette adeta birbirleriyle yarışarak Ramazanı ihya etmeye çalıştıkları kabul edilmektedir. Vaizlerin nasihatlerinde, iftar davetleri ve ziyafetlerinde, minarelerin süslenişinde, mahyaların parıltısında, teravih namazlarında bu ayın güzelliğini çok yönlü olarak görmek mümkündür.
– Osmanlı’da Teravih namazının Ramazan ayı içindeki yeri nedir?
Ahmet Rasim geçmiş Ramazanları anlatırken Ramazanın kültürel dokuya işlediklerini tek tek özlemle zikrederek bizi yakın geçmişimize götürür. Bu gidiş geçmişimizin bilinmeyen yönlerinin aydınlanmasına ve perdenin aralanmasına vesile kılacak imkânı önümüze sunar. Ramazan ayının ibadet ayı olması ondaki oruç dışındaki ibadetlere özellikle namaza baktığımızda teravih namazının ilk sıralarda yer aldığı dikkati çekmektedir. Teravih namazı Ramazan gecelerinin cemaatle kılınan tek nafile namazıdır ve Ramazan’ın manevî atmosferinde çok mutena bir yere sahiptir.
GÜNLÜK HAYATIN MERKEZİNDEYDİ
– Teravih namazına kadınların katılımına ilişkin tartışma söz konusu. Osmanlı döneminde nasıl kadınların Teravih namazına katılımı konusunda nasıl bir uygulama vardı?
Aslında Osmanlı döneminde ve hatta bugün bile hanımların camiye gitmeleri çok yaygın bir alışkanlık halini almadığı bilinmekte. Bunun analizinin yapılması burada ele alınabilecek hususları aşacak mahiyette olmakla birlikte Osmanlı’daki durumunun tahlilinin yapılması daha anlamlı görünmektedir. Akşamları camiye gitmenin yeterli ışıklandırmanın bulunmadığı o dönemki toplum hayatında bir takım sakıncaları bulunduğundan bunun mümkün olmadığı söylenebilir. Buna rağmen Ramazanda bu uygulamanın devre dışı kaldığı anlaşılmaktadır. Cami merkezli Ramazan ibadetlerinin ve faaliyetlerinin coşkulu bir şekilde gündelik hayatın merkezinde yer alması doğal olarak hanımların da bundan istifade imkânı elde etmelerine vesile olmaktadır. Nitekim hanımlar teravih namazı dışında gündüzleri Sultanahmet, Şehzade ve Laleli camileri gibi camilerde mukabele dinledikleri ve yine öğle ve ikindi namazlarını yine buralarda kıldıkları düşünülmektedir. Gündelik hayatta gündüzler hareketli ve geceler sakin olduğu halde Ramazanda bu durum tam tersine döner ve gündüzlerin sükûneti yerini akşamları iftardan sonra daha canlı ve renkli bir atmosfere bırakır.
ATEŞ BÖCEĞİ KAFİLESİ GİBİYDİLER
– Ramazan, Osmanlı’da sosyal hayatın gece de devam ettiği tek ay mıdır?
Osmanlı insanının normal gündelik hayatında gece hayatı olmadığı halde Ramazanda bu durum tam tersine cereyan eder, teravih namazı kılmak amacıyla camilere gidenler, geceleri şehrin hiç olmadığı kadar canlanmasına sebebiyet verirler. Bu canlılığa eşlik eden minarelerdeki kandiller ve mahyalar da hem şehrin ışıklandırılmasını hem de gecenin karanlığını anlamlı suret ve yazılarla delmeye vesile olmuştur. Gündüzün sessizlik yerini bir telaşa bıraktığından sokaklardan heyecanla namaza yetişmeye çalışan halkın ayak sesleri duyulur, ellerindeki fenerlerle koşuşturan kalabalıklar, adeta bir ateş böceği kafilesini andıracak şekilde camiye doğru hızla yol alırlar. Vaktin girmesiyle birlikte bu coşkuya minarelerden yükselen ezan sesleri ve “Allahu ekber” nidaları da karışmaktadır. Halk genellikle büyük camileri ve selâtin camilerini tercih ettiğinden bu camiler teravih namazlarında hınca hınç doldukları bilinmektedir. Nitekim camiye gitme ve cemaate katılma alışkanlığı bulunmayan hanımların bile Ramazanda Sultanahmet, Şehzade ve Laleli camilerinde teravih namazlarına takip edebildikleri bilinmektedir.
– Osmanlı kadınları da teravih namazına ellerinde fenerlerle, ateş böceği kafileleri şeklinde mi giderdi?
Yani hanımların merkezî konumdaki ismi geçen selâtin camilerine giderken mutlaka ellerinde fener almaları ve hemen tüm mahallelinin toplaşarak birlikte gitmesi gibi önlemlere müracaat etmeleri, mümkün olabilecek emniyetsiz durumu devre dışı bırakacak önlemlerden bazısıdır. Bu sırada hanımların tek başına değil de komşuları ile birlikte gitmeleri hatta çoğu zaman kendilerine mahalle bekçisi ve laların eşlik etmesi de söz konusu olumsuz şartları önleme amaçlı bahsi geçen önlemler arasında yer almaktadır.
SABAH NAMAZI ÖNCESİ ERKEKLER SONRA KADIN VE ÇOCUKLAR
– Osmanlı döneminde, katınların diğer vakitlerde camiye gitmesi konusunda nasıl uygulamalar görülüyordu?
Camilerde sabah namazından önce okunan mukabelelere yalnızca erkekler katıldığı halde diğer vakitlerde tilavet edilen Kur’an-ı Kerîm’i dinleyenler arasında kadın ve erkekler yanında çocukların da iştirakleri söz konusudur. Aslında Kur’an-ı Kerîm hatmetme ve mukabele dinleme, Osmanlı’da Ramazana mahsus bir gelenek olmayıp yılın tamamına yayılmıştır, bu amaçla büyük camilerde düzenli olarak Kur’an okuyan görevliler bulunmaktadır ki bunlara da cüzhân adı verilmektedir. Halkın İstanbul Ramazanlarında selâtin camilerine daha fazla gittiği teravih, cuma ve vakit namazları yanında mukabele dinlemede de bu tür mekânları tercih ettiği bilinmektedir. Hatta maddi durumu yerinde olanlar konakların dışında bu tür camilerde hafızlara birer minder göndermek suretiyle mukabele okutma yoluna gittikleri kaynakların kaydettiği bilgiler arasında yer almaktadır. Bundan başka gündüzleri namaz öncesi ve sonrası caminin hemen her köşesinden birbirinden farklı sesi güzel hafızların Kur’an-ı Kerîm okudukları, özellikle uzun yaz günlerinde ikindiden sonra okunan mukabelelerin dinlenmesinin daha da zevk verdiği kabul edilmektedir. Birbirinden farklı tarz ve makamla caminin hemen her köşesinden yükselen Kur’an’ı dinleyen cemaatin de tercih edebileceği imkânlarının çok olması gönlüne uygun olan birini dinleyebilme imkânına sahip olmasını sağlamaktadır.