“PKK, HDP’ye alan açmalı”

Röportaj
HDP Diyarbakır Milletvekili  Altan Tan; Öcalan’ın 2013 Nevruz’unda yaptığı; ‘İslam kardeşliği çerçevesinde gelişen bin yıllık bir ortak kader var. Silahlar taktik olarak değil, stratejik olarak a...
EMOJİLE

HDP Diyarbakır Milletvekili  Altan Tan; Öcalan’ın 2013 Nevruz’unda yaptığı; ‘İslam kardeşliği çerçevesinde gelişen bin yıllık bir ortak kader var. Silahlar taktik olarak değil, stratejik olarak artık Türkiye’de susmalıdır, Kürt hareketi bundan sonra Türkiye içerisindeki hak arama mücadelesini demokratik fikri ve siyasi olarak yapmalıdır’ sözlerini hatırlatarak AK Parti ve HDP milletvekillerine sözlerinin geçtiği taraflara bu çağrıyı hatırlatmalarını  istedi. PKK’nın tek taraflı ateşkes ilan etmesi gerektiğini söyleyen Altan Tan; ‘ister devlet ister PKK; her kim tek taraflı ateşkes ilan ederse barışın tacı onun başında olacaktır’ dedi.

Altan Tan, Al Jazeera’den Abdülkadir Konuksever’e konuştu.

‘8 Haziran fırsattı’

Genel seçimler öncesinde temposu düşen çözüm süreci ile ilgili bir beklenti de HDP’nin barajı aşarak meclise girmesiyle yeniden ivme kazanmasıydı.  HDP Meclise girdi ancak PKK’nın saldırıları yeniden başladı. Suruç saldırısı ve Ceylanpınar olayı gerilimi çok yükseltti. Çatışmalar yeniden başladı. Çatışmalar Türkiyelileşme iddiasındaki HDP’nin de elini zayıflatmıyor mu?

Arapların meşhur bir atasözü var; ‘Kan toprağa düştüğünde akıl ortadan kalkar’ diyor. Dolayısıyla çatışmalar başladığı an, savaş başladığı an barış büyük yara alır; çoğu zaman da ölür. Onun için Türkiye’nin gerçek barışını yapabilmesi için, 8 Haziran sabahı çok büyük bir fırsattı. Çünkü 8 Haziran sabahına kadar olan dönem, 2,5 senelik müzakere dönemi bir yerde kalıcı ateşkes dönemiydi. Yani gerçek manada bir müzakereden bahsedemeyiz. Çünkü AK Parti üç seçimi atlatma stratejisi uyguladı. Yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler. ‘Bu üç seçimi atlatayım, çatışmasızlık olsun, Tayyip Erdoğan başkan olsun bu üç seçimden sonra, ondan sonrasına da bakayım.’ Niyeti böyle olmuş olsa bile bir fırsattı bu 2,5 sene. Toplum sakinleşti, Kürt sorunu bolca konuşuldu, tartışıldı ve toplumun da büyük bir kesimi barışı özümsedi. Sürece de yüzde 70’lere yakın destek verdi. Gerçek müzakere için 8 Haziran sabahı büyük bir fırsattı. Yani nasıl gerçek bir müzakere; üç seçim geride kaldı, o sabahtan itibaren kalıcı bir şekilde artık çatışmasızlık değil, yapılacak olan gerçek işler konuşulmalıydı.

Kaçırılmış bir fırsat olarak görüyorsunuz?

Maalesef heder edildi. Şimdi burada ‘sen haklıydın, ben haklıydım, sen şöyle yaptın ben böyle yaptım’ bunda herkesin az veya çok günahı var. Günahı Tayyip Erdoğan’ın üzerine atmak için söylemiyorum ben. Türkiye Devleti çözüme hazır değil.

Nasıl?

Ne demek bu açıklayayım; Kürtçe ana dilli eğitime hazır değil, bölgesel yönetimlere hazır değil, Kürtçenin kamusal alanda kullanılmasına hazır değil, yani gerçek bir çözüme ve Türkiye’yi yeniden yapılandırmaya, yeni demokratik bir anayasaya, ulus devlet formatını rafa kaldırmaya ve yeni bir cumhuriyet inşa etmeye hazır değil. Kapısına kadar geliyor ve bekliyor orada. Bu Süleyman Demirel’in, Erdal İnönü’nün ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedikleri günden beri aynı. Mesut Yılmaz’ın ‘Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ dediği günden beri aynı. Tayyip Erdoğan’ın 2005’te, ‘Kürt sorunu benim sorunumdur, ben çözeceğim, büyük devletler gerekirse halklarından özür diler’ dediğinden beri aynı. Bırakınız halkından özür dilemeyi, Uludere olayı için bile özür dilemedi. Şimdi 8 Haziran sabahı artık yeni bir Türkiye kurulması lazım, buna hazır değil bir, iki Tayyip Erdoğan’ın ihtirasları bitmedi. Yine ne yapıp edip başkan veya fiili başkan olarak devam etmek istiyor. Birçoklarının zannettiği gibi sadece Tayyip Erdoğan’ın ihtirasından dolayı çözüm süreci durmadı. Devlette hazır değildi. Devlet yeni ve köklü bir paradigmanın inşasına hala hazır değil hala karar vermiş değil. Tayyip Erdoğan’ın ihtirasları ile devletin bu kararsızlığı birleşti. Ama bu sürdürülebilir bir durum değil. Türkiye’nin içinde acilen bir çözüm lazım, Türkiye’nin dışında, yani Suriye’de, Irak’ta Kürt sorununun geldiği nokta itibariyle Türkiye’nin mutlaka kalıcı ve doğru bir pozisyon alması lazım. Bu da nedir? Türkiye’nin içinde Kürtlerin bir statüsü olacak, sadece Kürtlere değil herkese demokratik hakları verilecek; Türkiye’nin dışındaki Kürtlerin de Türkiye ile dost bir statüleri olacak.

‘PKK’nin HDP’ye daha fazla alan açması lazım’

Peki, HDP hazır mıydı 8 Haziran sabahına?

HDP şunun sıkıntısını yaşıyor; şimdi Kürt siyaseti de Türk siyasetine benziyor. 23 Nisan 1920’deki meclis ve 29 Ekim 1923’teki cumhuriyetin bütün öncü kadroları askerlerdi. Savaşan kadrolardı. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde askeri vesayet bitti diyemeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin altı tane cumhurbaşkanı asker kökenli. Kürt siyasetinde de bu sıkıntı var. Kürt siyaseti bir isyan olarak başladı, şu an siyasallaşmaya ve legalleşmeye çalışıyor. Bunun sancıları var işte HDP’de bu sancıları yaşıyor şu an. HDP’ye Kürt siyasetinin PKK’nin daha fazla alan açması lazım. Daha doğru bir alan açması lazım. Bu siyasallaşma sürecinin de hızla tamamlanması lazım. Çok uzun sürerse sorunlar çözülemez.

Aynı şeyi PKK için de söyleyebiliriz sanırım?

Nasıl Türk siyasetinin üzerinde askeri vesâyet hâlâ şu veya bu şekilde, şu veya bu dozajda devam ediyorsa, Kürt siyaseti de bir silahlı mücadele olarak başladı. Önce isyan sonra siyasallaşma. Önce siyaset sonra silah kullanan hareketler var dünyada. Mesela İrlanda, Sinn Fein. Kürt siyasetinde de önce silah sonra siyaset devreye girmesinden dolayı bu sıkıntılar yaşanıyor.

‘Silahın devre dışı bırakılması lazım’

Handikap yani?

Handikap ama doğal bir süreç aynı zamanda. ‘Bu niye böyle oldu’ durumumuz yok böyle oldu çünkü. Dünyada da böyle hareketler var Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de böyle oldu. Önce isyan, direniş, mücadele, Kurtuluş Savaşı, sonra siyaset geldi. Şimdi bizim söylediğimiz şu; niye olduysa oldu ama siyasallaşması lazım. Silahı devre dışına çıkarması lazım. Tabii burada bir şanssızlık daha var; en büyük şanssızlık Türkiye’nin dışındaki Kürt siyaseti devreye girdi. Mesela Suriye, Irak. Bütün bu coğrafyada silahlar konuşurken siz PKK’ye tek taraflı Suriye’de Irak’ta silah bırakın da diyemezsiniz.

Realist değil diyorsunuz?

Realist olmaz. Mesela şu anda Suriye’deki Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti veya BM veya AB veya başka bir güç, gelip şu garantiyi verebiliyor mu? ‘Sizin her türlü, can, mal, namus, statü, pozisyon garantörünüz biziz.’ Hal böyle olunca Türkiye’nin dışındaki Kürtlere,‘sen silah bırak’ dersen Şengal’i Kobani’yi izah edemezsin. Oradaki katliamlar, soykırımlar, baskılar. Yani şunu söylüyoruz biz; Türkiye’nin içinde artık silahların susması lazım. Bunun da kararını Abdullah Öcalan verdi. 21 Mart 2013 Newroz’unda, ‘silahlar taktik olarak değil, stratejik olarak artık Türkiye’de susmalıdır, Kürt hareketi bundan sonra Türkiye içerisindeki hak arama mücadelesini demokratik fikri ve siyasi olarak yapmalıdır’ dedi. Bu noktada durmak lazım.

Sustu mu peki silahlar?

Maalesef, bir çatışmasızlık dönemi oldu ama maalesef nihai bir susma sağlanamadı.

PKK Suruç olayını devletin yaptığını söyleyerek Ceylanpınar’da iki polisi öldürdü. Çatışmaların yeniden başlamasının şu an için faili olarak kabul ediliyor bu olaylar. Suruç saldırısı konusunda sizin görüşünüz nedir?

Suruç büyük bir katliamdı. Belki Roboski’nin birkaç katı derin siyasi bağlantıları vardı.

‘Eylemler meşrû mâkûl değil’

Nasıl siyasi bağlantılar?

Yani şöyle işte; Suruç olayından sonra bütün bir savaş başladı tekrar. Sonuçları itibariyle diyorum. Tezgâhlanan oyun itibariyle söylüyorum. Ne yapıp edip Suruç’tan sonra bütün projektörleri Suruç’un üzerinde tutmalıydık biz. Ceylanpınar’daki eylemde, Diyarbakır’daki trafik polisinin öldürülmesinde, başka yerlerdeki askerlerin veya Hakkari Yüksekova’daki sivil astsubayın çarşıda öldürülmesi; bunların tamamı yanlış hareketlerdir. Yol kesmeler, araç yakmalar bunların hiç biri meşrû, mâkûl görülemez. Hiçbirisi. Nasıl ki AKP hükümeti seçimlerden önce Mersin’de, Adana’da, Diyarbakır’da bombalama olaylarında, Ağrı’daki hadiselerde ısrarla savaş, kavga tahriki içerisinde bulunmasına rağmen HDP olsun, Kürt siyasetinin silahlı güçleri olsun cevap vermediyse bu süreç de böyle geçiştirilmeliydi. Bütün projektörler Suruç’un üzerinde tutulmalıydı. Şu an Suruç ne oldu? Üzeri örtüldü. Çok büyük bir hadise; sadece ölenlerin sayısı üzerinden söylemiyorum bu siyasi operasyon olarak büyük bir operasyon. Savaşı başlatan bir operasyon. Düğmeye basılan nokta. Suruç mutlaka aydınlatılmalı bundan sonra da. Yani devlet, ‘buraya Adıyamanlı kafası yıkanmış bir çocuk geldi, bu da IŞİD’di bombayı patlattı ve gitti’ diyerek işin içinden çıkamaz. Geçiştiriyor bana göre, çıksın başbakan desin ki, ‘bu çocuğun bağlantısı bu, Adıyaman’dan alan bu, götüren bu, sınırdan girişi bu; bu bu bu.’ Çıksın bir şey anlatsın anlatıyor mu bir şey?

Derinlikli bir soruşturma bekliyorsunuz?

Diyarbakır bombalamasında da yok, Mersin ve Adana’da da yok. Ne oluyor, kim bunlar? Bunların cevabı yok ve cevabı bulunmayan bütün olaylarda projektörler devletin üzerine çevrilir. Bu Uğur Mumcu cinayetinde de böyle Hrant Dink cinayetinde de böyledir, faili meçhul cinayetlerde de böyledir. Devletin görevi, ‘ben görmedim, duymadım, bilmiyorum, birileri geldi yaptı gitti’ demek değildir.

Türkiye sınırında süren bir savaş var. IŞİD gibi bir realite var. Pek çok silahlı örgüt var. Yüz binlerce mülteci giriyor sınırlarımızdan. Mültecilerle birlikte muhtemeldir ki kaçakçı da, PKK’lı da IŞİD militanları da geçiyor. Türkiye’de çeşitli örgütler-güçler tarafından ve dediğiniz gibi savaş başlatabilecek bir eylemden salt devleti sorumlu tutmak kolaycılık olmaz mı?

Şimdi kolaycılık değil, bunu bizatihi devlet söylüyor. Bakın Tayyip Erdoğan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun ağzından ve onların etrafındakilerin ağzından, sürekli çıkan bir laf var, ‘üst akıl.’ ‘Üst akıl şunu yaptı üst akıl bunu yaptı.’ Peki kardeşim bunlarınki ‘üst akıl’ da seninki ‘alt akıl’ mı? Bunu söylerken bile kendinden daha akıllı, daha iyi düşünen, daha iyi planlayan güçlerin olduğunu söylüyor ve tırnak içinde kendi akılsızlığını deklare ediyor. Zayıflığını kabul ediyor. Sen kafanı niye çalıştırmıyorsun bu üst akıla karşı bir akıl niye ortaya koyamıyorsun? Kendi zâfiyetini kendisi ifade ediyor. Bunu söylediğin vakit kızıyorlar. Dolayısıyla tabiî ki Suruç hadisesini sadece devlet değil uluslararası başka istihbarat örgütleri de yapmış yaptırmış olabilir. Biz devletin çaresizliğini, basitliğini, çözümsüzlüğünü ve kaçışını eleştiriyoruz. Şimdi ya diyecek ki ‘bende akıl var, üst akıl dediğimiz şuydu, şu devletti, şu örgüttü’ diye koyacak önümüze veya ‘benim aklım kesmiyor’ diyecek biz de o zaman sen bu yönetimi bırak diyeceğiz.

 

altan-tan

Altan Tan tarafların bir an önce çatışmalara son verip çözüm süreci masasının etrafında toplanması gerektiğini söylüyor.