Lokman Ayva: Kör olduğuma şükrediyorum

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı Bugün 8 Ocak Görme Engelliler Günü… Pek çoğumuzun hayatında bir engelli dostumuz, akrabamız, arkadaşımız var. Dolayısıyla görme engelli ya da başka bir engeli olsu...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Bugün 8 Ocak Görme Engelliler Günü… Pek çoğumuzun hayatında bir engelli dostumuz, akrabamız, arkadaşımız var. Dolayısıyla görme engelli ya da başka bir engeli olsun bu insanların sorunları hepimizi yakından ilgilendiriyor. Engelliler adına çok şey yapmış bir, kendisi de görme engelli olan bir isim, eski AK Parti Milletvekili Lokman Ayva ise Türkiye’de engellilerin ve özellikle de görme engellerin sorunlarını en iyi bilenler arasında yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva ile hayatını, tecrübelerini, görme engelliler ve engellilerin sorunlarını ve çözüm yollarını konuştuk.

KÖR OLMASAYDIM OKUYAMAYACAKTIM

Öncelikle sizden bahsederek söyleşimize başlamak istiyorum. Türkiye’nin her anlamda nadir önemli insanlarından birisiniz. Çünkü sizin gibi birçok engeli aşarak, Meclis’te de engelli insanlarımızı temsil etmeyi başarabilen insan sayısı çok az. Öncelikle sizin bu anlamda yaptığınız çalışmaları, hayatınızı, tecrübelerinizi kısaca bize aktarmanızı rica ediyorum…  
Hem kısaca hayatımla ilgili bir şeyler söyleyeyim, hem de tecrübelerimle ilgili. 1966’da Konya’nın Doğanhisar Başköy kasabasında doğdum. 11 yaşında kör oldum. 5 yıl kadar evde kaldım, herhangi bir eğitim imkanı olmadı. Sonra iki yıl Konya’da körler okuluna gittim. Ankara’da Cumhuriyet Lisesi’nde, normal lisede, bir yıl okudum. Sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme okudum. İşletmeden sonra master yaptım. Şimdi de doktora öğrencisiyim. Yeterlilik sınavını geçtim. Bundan sonra da inşallah teze geçeceğim. Daha öncesinde de derneklerle çalıştım ama 1988 yılından beri Türkiye Beyazay Derneği’nde çalışıyorum. Derneğin kuruluş çalışmaları 4 yıl kadar sürdü. 1992 yılından beri de, bir şekilde yönetim kurulunda görev aldım. Fiziksel Engelliler Vakfı, Alman-Türk Evi Vakfı, Güney Asta Stratejik Araştırmalar Merkezi gibi sivil toplum kuruluşlarında görevlerim var, onlara devam ediyorum. Başka sosyal çalışmalarım da oluyor. Kurucu olarak Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nde yer aldım. Böyle çalışmalarımız var. Evliyim, 13 ve 11 yaşında iki oğlum var. Büyüğünün adı Şems Tarık, küçüğünün adı Lemi Can.

Benim üç tane sır kelimem var. Bu sır cümlelere geçmeden önce okuyucularımıza şunları söylemek istiyorum. Ben hayatımda şunu fark ettim; imkansızlıkların da imkanları var. İmkansız dediğiniz şey aslında size başka bir imkan sunuyor. Bunu da değerlendirebilirsiniz.  Mesela fındık yiyorsunuz ama fındığın kabuğu da var. Kabuğunu değerlendiremezsen çöptür, değerlendirebilirsen imkandır. O anlamda körlük bana büyük fırsatlar ve imkanlar verdi. Ben o yüzden hamd ediyorum, Elhamdülillah diyorum, şükrediyorum kör olduğuma. Bunun altını da özellikle çizmek istiyorum.

İmkansızlıkların imkanı kavramı çok önemli bir şey. Bunu bir örnek vererek anlatayım. Ben kör olmasaydım okuyamayacaktım. Ne demek istiyorum? Normalde beni körken de okutmak istemiyorlardı. Fakat kör olarak hayatta yapabileceğim bir alternatifim kalmadı. O zamanki şartlar altında çırak olarak bir yerde çalışamıyorum, inşaatta çalışamıyorum, tarımda çalışamıyorum. Ne yapacaksın? Okul diye bir şey duymuşum, oraya da gizli saklı mektuplar yazdık. Derken okul çıktı. Böylelikle okul hayatı başlamış oldu. Bu anlamda, bu bile başlı başına bir imkan. Parasızlıktan dolayı imkan yaşadım. Körlükten dolayı imkanım olan durumlar oldu. Böyle çaresizliğin, imkansızlığın getirdiği imkanlar vardı, onları başka bir zaman detaylı anlatırım.

Şimdi sır cümlelerime gelince burada 3 tane sır cümlem var. Bunlardan birincisi, Türkçesini henüz bulamadım ama İngilizce “Need ve meet” kelimelerinden oluşuyor. Türkçesini biliyorum ama şiirsel bir karşılığı yok. ‘Need’ ihtiyaç, ‘meet’ de karşılamak demek. İhtiyacın zıddı, siyahla beyaz gibi ya da zehir panzehir gibi bir şey. Dünya bu iki kelimenin üzerine kurulmuştur. Niçin? Çünkü ‘need’ dediğimiz şey dünyada var oldukça, ‘meet’ karşısına çıkmak zorundadır. ‘Meet’ mutlaka bulunur. Taşı atarsın havaya, yer çekimi nasıl çeker onu… İşte ‘meet’ de yerçekimi gibidir. ‘Meet’i nerede olursa olsun çeker kendine. Şöyle bir bakın kendinize; üzerimizdeki kıyafetlere bakın. ‘Need’ burada neydi? İlk önce üşüyordun belki, sonra bu yetmedi kıyafetinle tanınmak da istedin, toplumda bir kariyer edinmek istiyorsun, şekil şemal oldu, sonra marka çıktı derken renk, uyum vs. bütün bunlar seni tatmin edecek şeyler.  Yani elbise insanı sadece soğuktan korumuyor ya da edep meselesinden değil. Başka ihtiyaçları da karşılıyor. O anlamda bu ihtiyaçlar ne yapılacak, ‘meet’ edilecek. Bu çok önemli bir şey. Hayatta bunu sürekli gözlemlemek lazım.

İkincisi, hayırlı işin maniası çok olur. Yani hayırlı işin engeli çok olur. O yüzden bir iş yapmaya kalktıysanız ve engelle karşılaşıyorsanız, bilin ki o iş hayırlıdır ve onun üstüne gitmek lazım. Bu aslında bir kısır döngüyü ifade ediyor. Hayatta engelsiz hiçbir iş olmaz. Dolayısıyla engel karşınıza çıktıysa ve bunu siz, bu iş hayırlıdır diye yorumlarsanız, otomatikman sistem başarıya odaklanıyor. Engel var, tamam o zaman üzerine gidelim. Sonra o engeli çözüyorsunuz ve bir başka engel çıkıyor, onu da çözüyorsunuz. Geri dönüp baktığınızda, şu dağın tepesine tırmanmışım haberim yok diye düşünüyorsunuz. Böylece başarıyı yakalamış oluyorsunuz.

Üçüncüsü, “Arzu ettiğim şey olmuyorsa, nerede eksik yaptım diye sormak lazım.” Falan bana şöyle dedi, filan böyle dedi, falan bana şans vermedi, dershaneye gidemedim vs. Bunların hepsi hikaye… İnsanlar başarmak ya da sonuç alabilmek istiyorsa, başkalarını suçlayarak, başkalarında eksik arayarak bu işi yapamazlar. Çünkü insanın en çok sözünün geçebileceği kişi kendisidir. Kendinize söz geçirirseniz her türlü şeyi yapabilirsiniz.

TÜRKİYE’NİN YÜZDE 1’İ KÖR

Elinizde istatistiki bir veri var mı bilmiyorum ama Türkiye’de ne kadar görme engelli var? Görme engellilerin kaçta kaçı doğuştan, kaçta kaçı sonradan görme engellidir? Bu konuda bir istatistik var mı? Bunu şu yüzden soruyorum, sonradan görme engelli olmamak için insanların dikkat etmesi gereken noktalar var mı?
Öncelikle şunu söyleyeyim, özürlülerle ilgili istatistik elde etmek dünyanın en zor işlerinden bir tanesidir. Temel sorun şu; özürlü diye tarif ettiğiniz durum, sıfat kişiye göre değişebiliyor. Bu görme engelli olsa da, olmasa da. Birisi kendini özürlü saymıyorsa o dahil edilmiyor. Mesela böbrek diyaliz hastası kendini özürlü saymıyor. Ama tıbben de, hukuken de özürlüdür. Şimdi kendini özürlü saymayan bir kişiyi siz istatistikte gösteremezsiniz. Onun için istatistiklerin bu noktada sıkıntısı var. Ama şöyle genel bir veri var; toplumun yüzde 12.29’unun engelli olduğu kabul ediliyor. Bu rakamın yüzde 10’unun, yani yüzde 1 civarında diyelim biz ona, körlerden oluştuğu kabul ediliyor. Körlerin de yüzde 25’i total kör, benim gibi hiç görmüyor. Yüzde 75’i de değişik ölçülerde, kısmen görüyor. 10 derece gözlük kullananlar falan da bu kategoriye girerler. Çoğu farkında değildir ama girerler. Tek gözü görmeyenler de girer. Dolayısıyla bu hesaba bakarsak, Türkiye’de 900 bin civarında kör var. 200-250 bin arası civarında total kör var. Kalanını da kısmi körler diyebileceğimiz, az gören de deniyor o gruba, grup oluşturuyor. Bunların genel olarak yüzde 16’sı doğuştan ve yüzde 84’ü sonradan olandır.

Yüzde 84 yüksek bir oran değil mi?
Tabi… Çoğu akraba evliliği zanneder ama aslında o çok düşük bir orandır. Genetik olarak kör olma oranı daha da düşük. Yüzde 16’nın içinde ilaç kullanımı, alkol kullanımı, annenin alkol ya da sigara kullanımı, pasif içici olması gibi bir sürü değer var. Hamilelikteki darbeler, sağlıksız beslenme bunların hepsi girer içine… Hatta kuvözde fazla oksijen verilmesi de doğuştan sakatlık gibi algılanır.

Yüzde 84’ü neden sakat oluyor, onu da söyleyeyim; ciddi bir kısmı menenjit, glokom gibi hastalıklardan… Retina pigmentosa dedikleri hadiseler var, göz retinası kuruması… Hastalıklardan sonra kazalar geliyor. Gözlerle ilgili çok fazla kaza var. Trafik kazalarından iş kazalarına, günlük kazalara kadar… Mesela adamın gözüne çomak saplanıyor. Aşık Veysel’in gözünün biri çiçek yüzünden kör oluyor. Diğeri de inek sağmış, tam kalkıp böyle kafasını döndürdüğünde babasının elinde de ucu sivri bir sopa varmış, doğrudan gözüne giriyor.  Böyle şeyler var. Mesela bir arkadaş silah kullanırken saçma geçmiş gözünden ve kör olmuş. Bomba patlayanlar var. Çok çeşitli kazalar var. Sonra gaziler arasında terör dolayısıyla ciddi bir körlük hadisesi var.

Siz 11 yaşında kör olduğunuzu söylediniz…
Menenjitten oldu benimki.

Eskiye oranla menenjit gibi hastalıklardan daha az mı kör olunuyor?
Şu anda menenjitin etkisi kalmadı. Çok nadir rastlanan bir hastalık oldu. Artık çok güçlü antibiyotikler var. Menenjit mikrobunun etkisini azaltabilecek, onun etkisini ortadan kaldırabilecek çözümler üretildi. Çiçekten, kızamıktan hiç olmuyor artık.

KÖK TEORİSİ NE ANLAMA GELİYOR?

Sizin buradaki projelerinize de bakarak çok yakından bildiğinizi düşündüğüm bir konuya değinmek istiyorum. Türkiye’de görme engellilerin eğitimi için yapılan çalışmalar nelerdir? Türkiye’nin her yerinde görme engellilere yönelik okullar bulunuyor mu? Görme engelli bir insanımız, ilköğretim çağından üniversiteye kadar kendisine yönelik okullarda eğitim alabiliyor? Eğitim alırken ne tür zorluklarla karşılaşıyorlar?
Aslında ben şimdi bir şablon vereceğim. Bunu hem eğitim hayatına hem iş hayatına hem de sosyal hayata uygulayabiliriz. Buna KÖK teorisi diyoruz biz. KÖK kelimesinin her harfi bir kavrama karşılık geliyor. ‘K’, kapsamayan sistem demek; ‘Ö’, öbürlerinin tutumları demek; diğer ‘K’, kanıksanmış ümitsizlik demek. Aslında niye KÖK dedik buna? Çünkü bu işin kökünü, en temelini anlatıyor.

Kapsamayan sistem şu demek; dünyada sistemler belli bir insan tipine göre kuruluyor. Bir standart düşünülmüş. Bilmiyorum ayakkabıyla ilgilendiniz mi? Genelde ayakkabılar 35-44 arası düşünülmüştür, bazen 45’e çıktığı da oluyor. Böyle kalıplar vardır. Diyelim 12’li bir ayakkabı takımıysa 35 ve 36’dan birer tane olur. En çok 39-40-41-42 olur, hatta 43 de olur. Ama ağırlıklı 40-41-42’dir. Onlardan daha çok çift olur. Niye böyle? İnsanların bu boyda ayaklarının olduğu gözlenmiş, bunun altı veya üstü sıkıntıya yol açıyor. İnsanlar bulamıyor. Sonra, boy mesela. Yatakların boyu 2 metre veya 1.90’dır. Bu standartların üzerine çıktığın zaman yatak yetmez. Özel yatak yaptırman gerekir. 2010 yılında Basketbol Dünya Şampiyonası olduğu zaman yurtdışından gelen basketbolcular için otellerdeki 2 metrelik yataklara ilave marangozda masa yaptırılmış, onların üzerine yatak eklenerek falan adamlara yardımcı olunmuş.

O yüzden şu anki eğitim görmeyi, işitmeyi, yürümeyi gerektiriyor. Çok karmaşık olmayacak, çok komplike de olmayacak ki eğitimdekiler kolay anlasın. Zihinsel engellilere göre komplike geliyor bu eğitim, daha karmaşık oluyor. Aynı şey iş hayatında da öyledir. Sosyal ve fiziksel sistemler, günlük hayat yine bu standartlara göre öngörülür, bunun dışına çok çıkmaz. Ama sıradışı olanlar, farklı olanlar veya özürlü olanlar bu sistemden dolayı zarar görürler.

Şimdi eğitim sistemi de böyle bir şey diye düşünün. Kitabından tahtasına kadar, sınıf sisteminden kapı numarasına kadar her şey görmeyi gerektirir. Körler bununla ilgili geçiş çözümleri buluyorlar. Mesela Türkiye genelinde 16 tane körler okulu var. Sonra destek eğitim dediğimiz kaynaşmış eğitime gidiyor çocuklar. Bir de rehabilitasyon merkezlerinde destek eğitimle destekleniyorlar. Buradan da bir avantajları var. Yine mesleki eğitimi var. Mesela bizim şubelerimiz bilgisayar kursları gibi çeşitli alanlarda meslek kursları veriyor. Bütün bunlarla ilgili yoğun bir eğitim hizmeti var. Enstrüman çalma, koro, şan gibi sanat eğitimleri var. Bizim Beyazay Derneği’nin felsefesi de, Türkiye Cumhuriyeti’nin önderliğinde kaynaşmış yani bir arada eğitim yapmaya yönelmiş durumda. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin önderliğinde Avrupa Birliği’nin felsefesi de dönüştü. Şu anda körler normal okullarda bayağı bir rahatladılar, bayağı bir rahat eğitim yapmaya başladılar. Sorunlar tabi sıfır değil… Ama gerçi özürsüz çocukların da ciddi sorunları var. O anlamda olumlu bir eğitim devam ediyor.

KÖRLERE YÖNELİK EĞİTİM MATERYALLERİ ÜCRETSİZ

Eskiye nazaran, mesela 20 yıl öncesine göre Türkiye’de görme engelliler için eğitim materyalleri ne derece değişti? 
Çok çok değişti, mukayese bile edilemez. Mesela eskiden ders kitabı bulamazdınız. Lisede, üniversitede vs. ders kitabı olmazdı. Biz üniversite hazırlık kitapları okuyamadık, testleri çözemedik. Onun için bir görme engelli arkadaşım vardı, onunla beraber kendimiz test hazırlayıp, sonra onları cevaplayarak hazırlanıyorduk. Bu yöntemleri kullandık. O bakımdan çok değişti. Şu anda ‘güncel ders kitabı’ diye bir kavram var. Bunu pek çok insan bilmez. ‘Güncel ders kitabı demek’ şu demek; kör çocuklara bu yılın kabartma kitabını verebilmek. Mesela benim 1985 yılında okuduğum bir Sosyal Bilgiler ve Vatandaşlık Kitabı vardı, orada Cento’dan bahsediyordu. Cento kuruldu falan diye… Meğer Cento 1979 yılında kapanmış. Kapanalı 6 yıl olmuş biz hala var diye okuyoruz. 3-4 yıl önceki kitabı şu anda kör çocuklar okuyor olsalar SSK diye bir kurumun olduğunu, Telekom ve PTT’nin hala aynı çatı altında olduğunu, devlet kuruluşu olduğunu zannedecekler. Tabi bilgisayarların gelişmesi müthiş bir fırsat verdi. Şu anda kabartma Kur’an’ından tutun da, normal ders kitabına kadar körler için hepsine ulaşmak bayağı kolaylaştı. Şu an eğitim ciddi anlamda rahat. 

Bu materyalleri edinmek için bir ücret ödeniyor mu?
Bunların hepsi ücretsiz. Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurularak elde edilebilir. 444 6000 hattımız var, oradan öğrenebilirler.

ÖZÜRLÜLER İLE İLGİLİ KANAAT ‘ACİZ OLDUKLARI’ NOKTASINDA

Türkiye’de her ne kadar belediyeler özellikle sosyal yaşamdaki engelleri gidermek için çalışmalar yapsa bile bu konudaki sıkıntılar tam olarak aşılmış değil. Siz yine bu konuları da takip ediyorsunuz. Bu tür çalışmalardaki gelişmeler nedir acaba?
Git gide iyiye gidiyor. İstanbul Valisi ile bir toplantımız vardı. Atatürk Havalimanı’ndaki makamına gittim, baktım asansörler konuşuyor. Çok hoşuma gitti. Demek ki bu iş bayağı yaygınlaşmaya başlamış. O anlamda genel bir şey var. Fakat ben KÖK teorisinin diğer iki harfini açıklamadım. Ö, harfi öbürlerinin tutumları dediğimiz aslında bu soruyla ilgili biraz. Şimdi sizin birileri hakkındaki kanaatleriniz o kişilere karşı davranışınızı belirliyor. Mesela beni kadın olarak bilseniz, ona göre davranıyorsunuz. Beni erkek olarak bilince ona göre davranıyorsunuz. O bakımdan insanların davranışlarını aslında kendi kanaatleri belirliyor. Öyle olunca da özürlüler ile ilgili kanaat ‘aciz oldukları’ noktasında. Eğitim göremez, çalışamaz, evlenip yuva kuramaz diye düşünülüyor. O yüzden de insanlar eğitim vermek ya da almak istemiyorlar veya işe almak istemiyorlar. Ama başarılı modelleri de görünce fikirlerini çok hızlı bir şekilde değiştiriyorlar.

Üçüncü harfi de söyleyeyim; K, kanıksanmış ümitsizlik dediğimiz hadise. Bu öğrenilmiş çaresizlik gibi, hani bir pire deneyi vardır. Bir pireyi zıplatıyorlar 70 cm zıplıyor, sonra onu bir şişenin içine koyuyorlar 25 cm yüksekliğinde ve ağzını da kapatıyorlar. Bizim pirenin zıpladıkça canı yanıyor, sonra 24 cm zıplamaya başlıyor. Şişenin ağzını açtıktan sonra bakıyorlar pire 70 cm zıplayabileceği halde 24 cm zıplıyor. Çünkü zıplayınca canının yanacağını zannediyor. Artık zıplayamayacağına inanmaya başlamış. İşte özürlüler de bu pirenin durumundalar. Çevreden insanlar onlara yapamaz, edemez falan dedikçe onlar da yapamayacağını zannediyor. Bir yalandır, hep beraber inanıyoruz.

 
  Lokman Ayva ile bilgilendirici ve ufuk açıcı bir söyleşi gerçekleştirdik.

7 YILDA 178 BİN 577 TANE ÖZÜRLÜYÜ İŞE YERLEŞTİRDİK

Görme engellilerin ve tabi aslında bütün engellilerin iş hayatında karşılaştığı zorluklar neler? Her ne kadar kamu kuruluşları ve özel sektör için bir engelli kontenjanı olsa da bu pek uygulanmıyor.  Engellilerin iş hayatında karşılaştıkları zorlukları aşmak için devlet tarafından kamu ve özel sektöre yönelik çalışmalar nelerdir?
Şimdi bu konudaki çalışmalar 10 sene öncesine kadar neredeyse sıfırdı. Çok kötüydü şartlar. Fakat o kadar güzel gelişmeler oldu ki bu konuda, Türkiye’nin dünya rekoru var. Mesela 7 yılda 178 bin 577 tane özürlüyü işe yerleştirmişiz. Bu önemli bir veri. Fakat buna rağmen hala eksiklerimiz çok fazla. Özürlüler boyutunda şöyle bir eksiğimiz var; özürlülerin iş kültürleri yok. Ne demek istiyorum? Mesela iş kültürü deyince mesai kavramı vardır. Çok önemli bir şeydir. Belli bir saatte iş yerinde olmak lazım. Belli bir saate kadar orada çalışmanız lazım. Kafanıza estiği saatte gidemezsiniz. Kafanıza estiği gibi gidip gitmemezlik yapamazsınız. Ve işveren size göre planlama yapacak. ‘Benim santralime bugün akşama kadar bakacak adam var’ diye düşünecek. Ama sen gelmeyiverirsen sistem tıkanacak. Orada muhasebedeyse muhasebe işleri, ödemeler vs. yapılamayacak. Eğer özürlü vatandaş muhasebede çalışıyor ve iş gitmiyorsa çok büyük bir sorun. Bu bir iş kültürü hadisesi. Amir nasıl bir şeydir, amire nasıl saygı gösterilir, patron nedir vb. Bunlarla ilgili iş kültürümüz eksik. Çünkü bizim iş kültürü edinebileceğimiz ortamlar yok maalesef. Bir staj yapma şansı verilmiyor. Ama biz inşallah yakında İŞKULÜP diye bir şey kuracağız ve kendimiz o ortamda, bunların hepsini gerçekleştireceğiz. Onun dışında kariyer planlaması yoktu. ‘Özürlüye iş ver de ne olursa olsun’ noktasındaydı. Şimdi özürlülerin bir şeyler yaptığı anlaşıldı. Onun için işveren özürlüyü verimli kullansın istiyoruz. Verimli kullanılması lazım. Ben madem maaş veriyorum, aynı yorgunluğu vererek daha çok işi nasıl elde ederim? Sorumuz bu, bunun çalışmalarını yapıyoruz. Bu arada Beyazay Derneği olarak bizim ‘Özürlüler Kariyer Planlama Merkezimiz’, ÖK dediğimiz merkezimiz var. O devam ediyor. O noktada bayağı iyi gelişmeler var. Eksiğimiz de var ama özel sektör bu konuda bayağı istekli, kamuda neredeyse açık kalmadı. Şu anda kamuda sadece 25-30 bin kadar memur açığı var.

BEYAZAY DERNEĞİ’NİN BİR İNOVASYON ÖZELLİĞİ VAR

Biraz da Beyazay Derneği’ne değinmek istiyorum. Beyaz Ay Derneği ne zaman, ne amaçla kuruldu? Genel olarak çalışmaları nelerdir?
Beyazay, 1988 yılında çalışmalarına başladı. 1992 yılında resmen kurulmuş oldu. Beyazay’ın kuruluş dönemine baktığımız zaman, genel olarak sivil toplum kuruluşlarında bir tıkanma vardı. Yapılacak bir şey yok gibi görünüyordu. Özürlü dernekleri ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Çünkü yeni bir şey olmazsa, mevcut çözümler işinizi görmüyor. O ara yeni dernekler de kurulamıyordu. Nasıl olsa yapılacak bir şey yok gibi düşünülüyordu. Yapabilme güçleri de yok, yapabileceklerine inanmıyorlardı.

Biz o ara, 8-10 kişi yabancı dil bilen üniversite gençleriyle bir araya geldik, Beyazay’ı kurduk. Bizim yabancı dilimiz var, dünyayla bağlantılarımız var, orada neler olup bitiyor bunları öğreniyoruz. Sonra geldiğimiz noktada, Türkiye’nin ilk körler bilgisayar laboratuvarını burası kurdu. Tabi öğrenci harçlıkları, burslarla filan kurduk. Ben ders verdim. Hatta Tayyip Bey’in 50 dolarlık bir katkısı vardır. O kadar eksiğimiz vardı, o kadar istemiştik. Sağolsun o da göndermişti. O zaman Refah Partisi İl Başkanı’ydı. Daha fazla isteseydik daha da gönderirdi. O anlamda güzel şeyler oldu.

Arkasından üniversite hazırlık kursları yaptık, bir sürü insanın üniversiteye gitmesine vesile olduk. Dışarıdan bitirme kursları dediğimiz ilkokul, ortaokul, liseyi dışardan bitirme kursları verdik. Hakikaten de bir sürü arkadaşlarımız bizim kurslarımızı bitirerek mezun oldu. Yabancı dil kurslarımız oldu, çok yoğun bir şekilde Kur’an-ı Kerim eğitimi yaptık. Ama şu anda Diyanet yapıyor zaten. Biz o işi ona devrettik. Öyle bir kuruluş aşamasından geldik. Şu anda Beyazay’ın bir inovasyon özelliği var. Yeni şeyler almak, yeni şeyler bulmak. Şu anda da Türkiye’deki STK’larda bir tıkanma var. Biz tekrar kolları sıvayıp büyük işlere girmeye başladık. İnşallah büyük projeler tekrar başlayacak. “Eğitim her engeli aşar”, “Birlikte okumamıza engel yok” gibi kampanyalarımız oldu ama şimdi bunların sayıları da, içerikleri de daha güçlü hale geldi.  

Türkiye Beyazay Derneği olarak eğitim çalışmaları yürütüyorsunuz. Aynı zamanda okul projeleriniz de var. Bu projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Biz şu anda yüksek kalitede eğitim yapan kolej tarzı okullar kurmak istiyoruz. Dolayısıyla onunla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Bir tane Kartal’da böyle bir okulumuz var. Bizim için orası çok iyi bir tecrübe oldu. Şimdi bunu Türkiye’deki bütün şubelerimize yaymak istiyoruz. Yavaş yavaş da yayılacak gibi görünüyor.

Sizin yurt çapında yürüttüğünüz “Eğitim Her Engeli Aşar” projesi de vardı. Onlar da bayağı destek alıyor sanırım.
Bu büyük bir projeydi biliyorsunuz, Türkiye çapında. Uluslararası model proje seçildi, çok önemli bir projeydi. Kampanyayı başlattığımızda eğitim sisteminde 150 bin kişi vardı, biz kampanyayı bitirdiğimizde bu sayı 370 bin kişiye çıktı. Dolayısıyla bu yüzde 149’luk bir artış anlamına geldi. Başarılı bir proje oldu. Şimdi yenisi için kolları sıvadık. “Birlikte yürüyoruz” diye bir projemiz var. Arkasından “Birlikte spor” projemiz gelecek. 

Yani bu projeler yayılarak devam edecek.
Aynen.

Sizin dernek olarak çok önemli bir hizmetiniz var: Mutlu Engelli Hattı. ‘Mutlu Engelli Hattı’ndan engelli vatandaşlarımız ne tür hizmetler alabilir?
Her türlü hizmeti alabiliyorlar. Haftanın 6 günü Pazar hariç, 8:30-17:30 arası ama diğer saatlerde de mesaj bırakabiliyorlardı. Fakat şu anda bunda bir değişiklik yaptık. Çünkü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bununla ilgili bir sistem kurdu. 144 numaralı hattı arayarak aynı hizmeti alabiliyorlar artık. Biz bunu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na devretmiş gibi olduk. Ama bizim ki de yani 444 6000 de hala geçerli. Ama şu anda esas büyük kısmını Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yürütüyor.

İNSANLARIN HAYATLARINI DEĞİŞTİRDİĞİNİZİ BİLMEKTEN MUTLU OLUYORSUNUZ

Türkiye’de engellilere yaklaşım ne derecede değişti? Siz yıllardır siyasetin içindesiniz. Özellikle Meclis’te sizin ya da hükümetin attığı adımlarla engellilere yönelik ne tür bir açılım sağlandı?
Bunu matematiksel olarak ifade etmek gerekirse, biz şu ana kadar yapılacak 100 tane şey varsayalım. Bu imkanlarla da 10 tane yapılabilir olsun. Mesela sizin arabanızın saatte 250 km hız yapabiliyor olması, İstanbul’un ara sokaklarında 250 ile gidebileceğiniz anlamına gelmez değil mi? 250’lik araba da olsa en fazla 40-50 ile ara sokaklarda dolaşabilirsiniz. Onun gibi 100 tane yapılması gereken iş var. Ama bu şartlarda da 10 tane yapabilirdik. Fakat ara sokaklar olmasına rağmen 20 tanesini yaptık. Yani yapılabileceğin 2 katını yaptık. Şu anda yüzde 20’si falan tamamlandı. Yüzde 80’i hala var. Şimdi buradan nereye gidiyoruz; insanların bakış açılarında değişimler başladı. Artık farklı bir durum olduğu ortada. Şimdi herkesin 100-200 yıldır bildiği şeyler dışında bir şeyler var artık. Bunun farkına varılıyor. İkincisi imkanlar buna göre yeniden dizayn ediliyor. Üçüncüsü artık hukuk devreye girdi. Şu anda özürlülere karşı ayrımcılık suç haline geldi. 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası getirildi. O bakımdan şu anda ciddi bir gelişme var. Ama dediğim gibi henüz yüzde 20’sindeyiz. Dilerim bu hızla devam eder. Bu hızla geliyor olmamız, aynı hızla devam edeceğimiz anlamına gelmez. Ama edebiliriz anlamına gelir. İnşallah aynı hızla, belki artırarak da devam ederiz.

Meclis’te bir engelli olarak bulunmak nasıl bir şeydi?
KÖK teorisi orada da işliyor. Sistemler körleri kapsamıyor. İnsan algılamaları özürlüleri dikkate alacak şekilde değil. Ben çok farklıydım, yaşayacağım problemlerin farkında olan birisi olarak ona göre tedbirlerimi aldığım için bayağı bir rahat ettim. O bakımdan iyiydi. Tabi bireysel olarak sıkıntı çekiyorsunuz ama onurlu bir iş diyorsunuz, millete bu vesileyle hizmet ettim diyorsunuz. 9 sene az bir hizmet değil yani. O anlamda hamd olsun, iyi ki de bu işi yaptım diye düşünüyorum. Hatta şu anda yüzbinlerce insanın hayatları değişmişse çorbada tuz misali, belki çorbada tuzdan çok daha basit bir şekilde katkınızın olduğunu bilmekten mutlu oluyorsunuz. Özürlülerin başka güzelliklerini de yaşadığımız oldu. Özürlü vatandaşların hayalleri değişti. Eskiden milletvekili olup olmamayı aklından geçiremezken, şimdi milletvekilli olabileceğine inanıyor insanlar. Hatta daha fazlasını da olmaya teşebbüs edebiliyorlar, deneyebileceklerini düşünüyorlar.
 

on5yirmi5.com