Engin Dinç’in röportajı
Taksim Gezi Parkı olayları, 12 ağacın kesileceği iddialarıyla başlayıp çok büyük ölçekte AK Parti Hükümeti’ni hedef alan bir eylemler silsilesine dönüştürüldü. Olayın arkasında siyasi muhalefet, derin yapılar, marjinal sol gruplar, faiz lobisi ve dış güçler olduğuna dair yorumlar giderek güç kazandı. Ancak bu kargaşada Gezi Parkı’nda yapılmak istenen değişikliklere dair pek fazla bir şey konuşulmadı. Biz de gölgede kalan, pek gündeme gelmeyen bu konuyu aynı zamanda bir İstanbul uzmanı olan Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Recep Bozlağan’la konuştuk.
GEZİ PARKI MADDE BAĞIMLILARININ, ALKOLİKLERİN TERCİH ETTİĞİ BİR PARK
Siz Gezi Parkı olaylarının gerçekten oradaki ağaçların korunmasına yönelik olduğunu düşünüyor musunuz? Bu konuda olayların siyasi ve ekonomik yönünün ağır bastığına dair kuvvetli deliller ve yorumlar var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Gezi Parkı’nda yapılan eylemlerin başladığı güne geri dönüp bir bakmamız lazım. Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların kesildiğine dair, parkın ortadan kaldırılıp yerine bir kışlanın yapılacağına dair birtakım çevre duyarlılığı olan insanların yapmış oldukları ve aslında birkaç yüz kişinin katıldığı bir protesto gösterisi, sadece 24 saat içinde genişleyerek neredeyse bütün ülkeye yayılan bir eylemler dizisine dönüştü. Çoğu zaman da etrafa zarar veren, vandalizmi aşan, geniş çaplı tahribat yapan hatta birkaç tane de cana mal olan bir boyuta ulaştı bu gösteriler. Başlangıçta baktığımızda gayet masumane görünüyor. Neden? Çünkü olay, ağacı korumak, yeşili korumak, bir şehrin orta yerindeki parkı korumak, oraya herhangi bir yapının inşa edilmesine müsaade etmemek üzere kurgulanmış bir protesto gösterisi niteliğinde. En azından öyle bir intiba veriyor.
Fakat çok tuhaf bir şekilde yalnızca 24 saat içerisinde, hatta daha kısa bir zaman dilimi içerisinde birdenbire kitlesel bir eyleme dönüşüyor. İstanbul’u da aşıyor ve bütün Türkiye’de 40’tan fazla vilayette toplu, şiddet içeren gösterilere dönüşüyor, etrafı yakıp yıkmaya, kırıp dökmeye, bazı insanların canına kast etmeye yönelik gösteriler boyutuna ulaşıyor. Ve bu tabi ki çok anormal bir durum. Çünkü Taksim Gezi Parkı herkesin de bildiği gibi İstanbullunun deşarj olmak için, stres atmak için veya dinlenmek için tercih ettiği bir mekân değil.
Aslında Taksim Gezi Parkı, öteden beri madde bağımlılarının, sokak çocuklarının, alkoliklerin, dilencilerin tercih ettiği, özellikle Cumhuriyet Caddesi tarafındaki dükkânların arka kısmında kalan yerlerin de izbe mekânlar özelliği gösterdiği, bu nedenle de birçok insanın aslında tercih etmediği bir mekân. Böylesi bir mekân uğruna, bu boyutta gösterilerin yapılması beklenemez. Diğer taraftan, İstanbul’daki insanların muhtemelen yüzde 90’ı, belki daha da fazlası hayatlarında Taksim Gezi Parkı’na bir kere bile gitmemiştir. Bu gösterilerde Taksim Gezi Parkı’nda toplanan insanların da en az yarısı Taksim Gezi Parkı’na tesadüfen dahi uğramamıştır. Ve Türkiye’nin diğer vilayetlerinde Taksim Gezi Parkı’ndaki yeşil alanın korunmasına dair gösterilere katılan insanların da muhtemelen en az yüzde 90’ı Taksim Gezi Parkı’nın adını bile duymamıştır.
Dolayısıyla bu insanlar nasıl bu kadar hızlı ve koordineli bir şekilde bir araya geldiler? Niye bu şekilde günlerce toplu gösteriler yaptılar, şiddete başvurdular, etrafa zarar verdiler ve ülke gündemini en az iki haftadır meşgul ediyorlar? Tabi bütün bunların altında bir takım siyasi ve ekonomik sebepler ister istemez aranmakta. Çünkü Twitter’dan atılan tweetlere, medyada çıkan haberlere, yine internetten yayılan haberlere baktığınız zaman aslında çok farklı birtakım siyasi ve ekonomik hedeflerin olduğuna dair çok ciddi şüpheler ortaya çıkmakta. Türkiye’de ünlü bir aktör, “mesele Gezi Parkı değil, sen hâlâ anlamadın mı? Çabuk gel” diye bir tweet yazıyor ve bunu kendi listesindeki insanlara gönderiyor. Eğer mesele Gezi Parkı değilse, yeşili korumak değilse, bunun altında muhtemelen siyasi veya ekonomik bir takım amaçlar aranabilir.
Yine diğer haberlere baktığımız zaman benzer bir şey var, insanların üzerine polis tarafından ateş açıldığı, 500 kişinin öldüğü, insanların kolunun koptuğu, kafasının parçalandığı, insanların üzerinden panzerlerle geçildiği, polislerin insanlara işkence uyguladığı şeklinde dünya kadar yalan haber, aslı olmayan bilginin medyada dolaştığı, veri manipülasyonunun yapıldığı görülmekte.
Öbür taraftan bakıyorsunuz, ana muhalefet partisi bir anda Kadıköy’deki mitingini iptal etti, miting için toplanmış binlerce kişi yollara düştü ve ta Kadıköy’den Taksim Meydanı’na kadar kilometrelerce yürüdü. Vapurlarla, motorlarla Beşiktaş, Kabataş veya Karaköy üzerinden Taksim’e ulaşmaya çalıştı.
Diğer taraftan ülkenin en sorunlu dönemlerinde, ekonomik krizlerin ülkeyi kasıp kavurduğu, siyasî buhranların ülkeyi âdeta hükümetsiz bıraktığı, terörün zirve yaptığı yıllarda dahi neredeyse hiç bir tepki göstermeyen sanatçıların Taksim’deki ağaçların korunması için seferber oldukları görülüyor. Karşımızda böylesine tuhaf, fakat koordineli ve planlı olduğuna dair hiçbir şüphe ve tereddüdün bulunmadığı bir manzara var.
Dolayısıyla bu manzara bize şunu hatırlatıyor; birkaç yıl öncesinden planlanmış, son rötuşları da birkaç ay öncesinden bu yana yapılmakta olan son derece planlı, son derece organize siyasi ve ekonomik bir teşebbüs var. Bu siyasi ve ekonomik teşebbüsü yapmak isteyenler de Türkiye’nin gireceği kaos ve kargaşa sürecinden nemalanmak isteyen insanlar, kurumlar, yabancı ülkeler, uluslararası finans kurumları, elbette yabancı istihbarat örgütleri ve bunların yerli işbirlikçileri ve destekçileri.
Diğer taraftan AB’nin bazı önde gelen ülkelerinin, G8 ülkelerinin bazı üyelerinin, NATO’nun ve BM’nin bazı üyelerinin ve Ortadoğu’da her zaman bir problem kaynağı haline gelmiş bir ülkenin, perdenin gerisinden çok büyük bir teşebbüs içerisinde bulunduğuna dair medyada birtakım yazılar da çıktı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, çok iyi planlanmış ve uygulamaya konulmuş bir girişim olduğunu düşünüyoruz. Bu girişim kısmen yurt dışı ve kısmen de yurt içi kaynaklı. Yani planlayan ve koordine edenlerin bir kısmı yabancılar bir kısmı da onların yerli ortakları.
Bir özel televizyon kanalında gençlere yönelik bir programın sunucusu bunun işaretlerinin aylar öncesinden alındığını ağzından kaçırdı. Olayların başladığı gün daha Taksim Meydanı’nda hiç kimse yokken yabancı televizyon kanallarının gaz maskeleri ile çekime başlamaları, bunların ulusal kanallara canlı yayın araçlarını günler öncesinden rezerve etmeleri, başta İngiliz ve ABD medyası olmak üzere dünyaca ünlü haber kanallarının saatlerce canlı yayın yapmaları ve Türkiye’yi karalama adına ellerinden ne geliyorsa yapmaları, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan küstahça açıklamalar, yabancı basın yayın organlarında birbiri ardına çıkan ve Türkiye’deki durumu “çok vahim” olarak yansıtmaya çalışan yorumlar ve haber yazıları, göstericilerin önemli bir kısmına verilen paralar ve bunların kaynağının Merkez Bankası tarafından deşifre edilmesi, sosyal medyada çok hızlı ve koordine bir şekilde başlatılan kampanyalar, Twitter’daki mesaj trafiğinin yurt dışındaki birkaç merkezden koordine edilmesi ve daha birçok gösterge bu olayların planlı provokasyonlar olduğunu göstermektedir.
EYLEMLERLE BİR TAŞLA ONLARCA KUŞUN VURULMASI HEDEFLENDİ
Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki Taksim Gezi Parkı ve Topçu Kışlası bahanesi ile başlatılan protesto gösterileri ve sonrasında yaşanan olaylara karışanların bir kısmı bu büyük oyunun ve komplonun farkında değildi. Onlar kendilerince iyi niyetle bu protesto gösterilerine katılmış ve marjinal grupların bütün provokasyonlarına ve kışkırtmalarına rağmen şiddet olaylarından uzak durmaya çalışmıştır.
Bu büyük planın ve komplonun başlıca amaçları ise Türkiye’nin yakaladığı siyasî ve ekonomik istikrarın zayıflatılması, ülkenin sosyal çalkantılara sürüklenmesi, ekonomik kriz çıkarılması, Türkiye’nin IMF’ye tekrar muhtaç hâle getirilmesi, ülkenin faiz ve borç sarmalarına sokulması, sayın Başbakan’ın Gazze’ye yapacağı ziyaretin engellenmesi, Orta Doğu’da Türkiye’nin İsrail karşısında güçlenen konumunun zayıflatılması, Suriye’nin geleceğinin kararlaştırılacağı masaya Türkiye’nin oturmasının engellenmesi veya elinin olabildiğince zayıflatılması, Kuzey Irak petrollerinin Türkiye üzerinden dış pazarlara ihracının engellenmesi olarak söylenebilir. Özetle bir taşla onlarca kuşun vurulması hedeflenmiştir.
Burada en önemli olan konulardan bir tanesi de 13 tane ağacın kesilip, Taksim Gezi Parkı’ndaki yeşilin ortadan kaldırılacağı duyumuyla başlayan olaylar. Burada Taksim Gezi Parkı gerçekten büyük bir yeşil alan olarak kabul edilebilir mi? Oradaki ağaçlara gerçekten bu ölçekte zarar verilecek mi? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Taksim için planı nasıl acaba? Bu koparılan fırtına gerçeği yansıtıyor mu?
Gezi Parkı’nın toplam büyüklüğü 38 dönüm, yani 38 bin metrekare. Bu alanın da yaklaşık üçte biri kaldırım taşı ile kaplı, yani mutlak anlamda yeşil alan değil. Aslında bu yeşil doku geçmişte daha büyüktü. Parkın kuzeydoğu köşesine 1975 yılında 25 katlı 90 metre yükseklikte 5 yıldızlı bir otel inşa edildi. Otelin kendi oturumu yaklaşık olarak 8,5 dönüm. Otelin kendi bahçesi ve müştemilatına baktığımızda aşağı yukarı 10-11 dönümlük bir alanı kapsamakta. Yani 1975 yılında Gezi Parkı’nın 10-11 dönümlük kısmı yeşil alan olma vasfını kaybetmiş. Diğer bir ifade ile Park’ın toplam büyüklüğü 49 bin metrekareden 38 bin metrekareye düşürülmüş.
Taksim Gezi Parkı Beyoğlu ilçesi sınırları içinde. Beyoğlu ilçesindeki yeşil alanların toplam büyüklüğü 600 bin metrekare, Taksim Gezi Parkı’nın büyüklüğü 38 bin metrekare; oranladığınız zaman yüzde 6,3 ediyor. Yani Beyoğlu ilçesinin yeşil alanlarının yüzde 6,3’ünü oluşturuyor Gezi Parkı. Medyada iddia edildiği gibi yüzde 30 değil. Bu bir kere kasıtlı bir veri manipülasyonu, yanlış bilgiler üzerinden kasıtlı olarak yapılmış bir şey. Yani burada kötü niyet var.
Diğer taraftan “bölgenin en büyük yeşil dokusu” deniliyor ki bu da doğru değil. Çünkü bölgenin en büyük yeşil alanı 156 dönüm, yani 156 bin metrekare büyüklükteki Maçka Parkı’dır. Maçka Parkı Taksim’e kadar uzanan bir parktır. Maçka Parkı, Taksim Gezi Parkı’nın yaklaşık 5 katı büyüklüğe sahiptir. Dolayısıyla, Taksim Gezi Parkı bölgenin en büyük yeşil alanı olmadığı gibi, en büyük yeşil alanın 5’te biri kadardır.
Bir diğer husus da şu ki Gezi Parkı İstanbulluların günlük hayatta çok tercih etmediği, genel olarak Taksim’e bir şekilde yolu düşen insanların soluklanmak için kullandıkları bir parktır. Gezi Parkı’na günün hangi saatinde giderseniz gidin kalabalık bir kitle göremezsiniz. Öyle çok da nezih ve güvenli bir mekân değildir.
Ayrıca, Gezi Parkı’ndaki ağaçlar 60-70 yıllık ağaçlar olup hiçbiri tescilli değildir. Dolayısıyla mutlak anlamda korunması gereken bir tabiat mirasından da söz edilemez. Bu yüzden oradaki ağaçların başka bir yere taşınmasında herhangi bir mahzur yok. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Abide-i Hürriyet Parkı’na taşıdığı ağaçlar ise aslında 10 tanedir ve bunlar kesilmemiştir. Kökleriyle birlikte başka bir parka nakledilerek oraya dikilmiştir. Belediye tarafından 15 sene önce dikilmiş, 10-12 metre yüksekliğe ulaşmış ağaçlardır bunlar. Hatta bunların iki tanesi de çıkan olaylar dolayısıyla taşınamamış.
Bir de Askerocağı Caddesi üzerindeki kaldırımın genişletilmesi teşebbüsü var. İlk gösteriler de bu teşebbüsle birlikte başlıyor. Oradaki kaldırımın genişletilebilmesi için Gezi Parkı’nın duvarının yıkılması ve bazı ağaçların taşınması gerekli. Duvar yıkım işlemi “Gezi Parkı’nın ortadan kaldırılması ve Topçu Kışlası’nın inşasına başlanması” gibi algılanıyor. Oysa Büyükşehir Belediyesi, belediye meclisinde muhalefetin de tam desteğini alarak oybirliği ile kabul ettiği ve İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından da onaylanmış olan bir projeyi uyguluyor. Dolayısıyla kaldırımın genişletilmesi için Gezi Parkı’nın duvarını yıkılması bir mecburiyet. Duvarı 2 metre kadar geriye alacaksınız ki, kaldırımı 2,5 metrelik bir genişliğe ulaştırabilesiniz.
Duvarın geriye çekilebilmesi için “pitos porum” olarak nitelenen bodur ağaçları söküp başka bir parka veya yere nakletmeniz gerekli. Bu bodur ağaçların boyları da 5-6 metreye ulaşabiliyor. Yüklenici firmanın personeli duvarları iş makineleriyle yıkarken bu ağaçlardan 2 tanesine zarar veriyor. Aslında bu ağaçlar da yine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bölgeye 10-15 sene önce dikilmiştir. Yani Park’ın ilk inşa edildiği tarihten kalma ağaçlar da değildir.
PROTESTOCULARI BİRKAÇ GRUBA AYIRMAK LAZIM
Sokaklara dökülen insanlar neye karşı çıkıyorlar ve neyi protesto ediyorlar?
Protestocuları birkaç gruba ayırmak lazım. İlk protestocular Gezi Parkı’nı ve ağaçları korumak isteyen ve kendilerine göre iyi niyetli insanlar. Bunların sayısı diğerlerine göre daha az. Ancak bunların tepkisine saygı göstermek ve bu insanları anlamaya çalışmak lazım.
Protestocuların bir kısmı Gezi Parkı eylemcilerine destek veren, her yaş grubuna mensup olmakla birlikte çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu, idealist, aktif ve kanı deli akan insanlar. Bunlara da anlayışla yaklaşmak lazım.
Protestocuların bir kısmını provokatörler oluşturmakta. Bunlar ortamı geren, polise saldıran, etrafa zarar veren, diğer eylemcileri taciz eden, onları kışkırtan insanlar. Bunların sayıları fazla olmamakla birlikte çok tehlikeli bir gruptur ve bu sebeple tolerans göstermeksizin hemen etkisiz hâle getirilmelidirler.
Protestocuların bir kısmı da fırsatçılar. Bunlar daha çok marjinal veya kanun dışı gruplara üye olan, yaşanan olayları kendileri ve ideolojileri adına fırsata dönüştürmeye çalışan belirli güç odakları tarafından yönlendirilen kişilerdir. Bunlara da tolerans gösterilmemeli ve hemen etkisiz hâle getirilmeli.
Bir de tencere ve tavacılar var. Onlar da daha çok kadınlardan, ev hanımlarından, yaşlılardan ve çocuklardan oluşmakta. Meydanlar yerine sokakları, site bahçelerini ve parkları mekân tutarak ellerinde tencere tava, biraz ciddi, biraz gırgır, biraz da deşarj maksatlı olarak gösterilere katılmıştır.
Bu kesimlerin her birinin karşı çıktığı ve protesto ettiği şey birbirinden oldukça farklı. Sözgelimi ilk grup Hükümet’in ve Belediye’nin şehrin ortasındaki yeşil dokuya zarar verdiğini ileri sürmekte ve bu durumu protesto etmekte. Bu konuda kendilerinin de fikirlerinin alınmasını, kendilerine de danışılmasını istemekte. Bunların arasında Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş bir parkın bir bölümüne de olsa, Osmanlı döneminde orada bulunan bir kışlanın inşa edilmesine ideolojik veya dogmatik sebeplerle karşı çıkanlar da var. Ayrıca, Hükümet’i ve Başbakan’ın şahsını hedef alanlar da vardır.
İkinci gruptakiler ise kısmen yeşili ve çevreyi korumak, kısmen deşarj olmak, kısmen önemsenmek, ciddiye alınmak, kısmen de inandıkları ideolojiye göre hareket etmek istemişlerdir. Bu sebeple, bu gruptakilerin bir kısmı cesaret ve delikanlılık gösteri yapmış, ilginç hareketler sergilemiştir. Bunların bir kısmı da Hükümet’i, Belediye’yi ve Başbakan’ın şahsını hedef almıştır.
Üçüncü grubu oluşturan provokatörler ve ajanların amacı ise gayet açıktır. Kargaşa ve kaos yaratmak, gerilimi olabildiğince artırmak ve kendilerine biçilen rolü hakkıyla yerine getirmektedir. Bunların bir kısmı dış mihraklara bir kısmı da iç mihraklara hizmet etmiş ve onların amaçlarının gerçekleştirilmesi için çalışmıştır. Bu amaçlara daha önce temas etmiştik.
Fırsatçılarla marjinal gruplar ise oluşan kargaşa ve kaos ortamında kendi ideolojilerinin reklâm ve tanıtımını yapmış, kendilerince kurtarılmış bir bölge oluşturmuş, kafalarındaki devrimin bir tür provasını gerçekleştirmiştir. Bir kısmı da mağazaları ve dükkânları yağmalamış ve kendilerince hoşça vakit geçirmeye çalışmıştır. Bunlar yalnızca Hükümet’i, Belediye’yi veya Başbakan’ın şahsını değil, fakat aynı zamanda Devlet’i, carî ekonomik sistemi, kapitalizmi, liberalizmi, küreselleşmeyi ve kendilerine göre daha birçok şeyi protesto etmiştir.
Tencere ve tavacılar ise daha çok AK Parti’ye oy vermeyen kesime mensup olup, Hükümet’i, Başbakan’ı ve Belediye’yi protesto etmiştir.
OSMANLI’YI HATIRLATAN TOPÇU KIŞLASI’NA VE CAMİYE İTİRAZ EDİYORLAR
Taksim Topçu Kışlası’na niçin itiraz ediliyor?
Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı, Cumhuriyet döneminin modernist mimarî yaklaşımının bir ürünü. Oysa Topçu Kışlası, Osmanlı döneminde inşa edilmiş, biraz Hint, biraz Orta Asya, yer yer biraz Rus diyorlar ama aslında Rus da değil, biraz Ortadoğu’daki diğer mimarî üsluplarla, biraz da klasik dönem Osmanlı mimarîsinin etkilerini taşıyan eklektik bir kışla binası. Aslında Osmanlı’nın inşa ettirdiği en zarif kışla. 1803-1806 yılları arasında inşa edilmiş. Mimarının kim olduğu tam olarak bilinmese de bazı sanat tarihçileri Kirkor Balyan, bazıları ise İbrahim Kami Ağa olduğunu ileri sürmekte. Bina, Selimiye Kışlası’ndan, Taşkışla’dan ve Maçka Kışlası’ndan daha zarif ve güzel bir bina. Lâle soğanını andıran kubbeleriyle, dış süslemeleriyle, kule tarzı yapılarıyla vs. olağanüstü estetik bir kışla. Hatta eski İstanbul’un en zarif kışlası olduğu söylenebilir.
Bu kışlaya karşı çıkan insanların bir kısmı aslında içlerindeki Osmanlı dönemine yönelik mesafeyi de, soğukluğu da yer yer kin ve düşmanlığa varan tavrı da ortaya koymuş oluyorlar. Ama bunu direkt olarak söyleyemiyorlar, Taksim Meydanı’nın estetik özelliklerinin üzerinden gidiyorlar. Ama Taksim Meydanı’nda öyle estetik bir bütünlük de yok. Kafalarında olan ama açıkça söyleyemedikleri şey muhtemelen şu; Cumhuriyet döneminin modernist mimarî anlayışı Taksim’i şekillendirdi, biz buraya tekrar Osmanlı’yı hatırlatan baskın bir öğenin ve onun doğal bir parçası olan caminin gelmesine müsaade etmeyiz.
Topçu Kışlası’nın inşaat alanı yaklaşık 11 bin metrekaredir (bazı mimarlar biraz daha küçük olacağını söylemekte). Topçu Kışlası’nın inşa edilmesi sonrasında Gezi Parkı’nda 27 bin metrekare büyüklüğünde bir yeşil alan kalmakta. Yani Taksim Gezi Parkı’nın yüzde 70’ten fazlası yine varlığını devam ettirecek. Bunun yanı sıra yayalaştırma projesi sonrasında Taksim Meydanı’nın büyük bir kısmı yeşil alan olarak düzenlenecek. Sanırım buradaki yeşil alanlarla birlikte bölgedeki yeşil alanların miktarı 40 bin metrekareyi bulacak, belki geçecek. Hâlihazırdaki 38 bin metrekarelik yeşil alan miktarı, 40 bin metrekareye çıkmış olacak. Yani Taksim yayalaştırma projesi kapsamında yeşil alan miktarı azalmayacak, tam tersine birkaç bin metrekare artacak. Hâl böyleyken bu insanlar neye karşı çıkıyorlar? Osmanlı Devleti zamanında inşa edilmiş ve Atatürk sonrasında zâlimâne bir şekilde ortadan kaldırılmış olan estetik bir tarihî eserin yeniden inşa edilmesine karşı çıkmış oluyorlar.
Ülkenin neresinde olursa olsun tarihî eserlerin ayağa kaldırılması lazım. Siz Taksim Meydanı’nda tarihi eserlerin ayağa kaldırılmasını eleştirirken, öbür tarafta İstanbul surlarının restorasyonunu savunamazsınız. Önce Taksim Meydanı’ndaki kışlanın yeniden inşasını savunmanız, öbür taraftan da gidip İstanbul surlarının restorasyonunu savunmanız lazım. Yani iç tutarlılık bunu gerektirir, söylemlerde tutarlılık bunu gerektirir. Dolayısıyla söylemlerde samimiyet olmadığını biz zaten gösteri yapan bazı insanların etrafa zarar vermelerinden görüyoruz. Hatta şu anda Gezi Parkı’na olağanüstü zarar vermiş durumdalar. Gezi Parkı artık park olmaktan çıktı, artık Gezi tarlasına döndü.
Gezi Parkı’nın korunması adına oluşturulan sivil toplum girişimlerinin taleplerinden de aslında oradaki amacın Gezi Parkı’nı korumak olmadığını görüyoruz. 3. Köprüye karşı çıkıyorlar, Kanalistanbul’a karşı çıkıyorlar, 3. Havalimanına karşı çıkıyorlar, metrobüse karşı çıkıyorlar, Marmaray’a karşı çıkıyorlar… Bunların Gezi Parkı ile bir alakası var mı? Son dönemde yapılan ve yapılmakta olan İstanbul’la ilgili tüm vizyon projelere, bütün yatırımlara karşı çıkıyorlar. Birtakım kelleler istiyorlar vs.… Dolayısıyla bu konudaki iç tutarsızlık da bu şekilde ortaya çıkmış oldu.
TAKSİM’İN İNSANSIZLAŞTIRILACAĞINI İDDİA EDENLER KÖTÜ NİYETLİ
Taksim 1 Mayıs kutlamalarında sendikaların ya da illegal örgütlerin eylem yapmak istedikleri bir yer. Bu düzenlemeye karşı çıkış biraz da bundan kaynaklanıyor olabilir mi? Bu düzenlemeyle Taksim daha halka hitap eden, insanların biraz daha rahat edebileceği bir alana dönüşecek. Ama şu haliyle kalırsa eylemciler için daha uygun bir yer olarak kalacak. Olaya bu açıdan da bakıyor olabilirler mi?
Taksim Meydanı’na her dokunuşun kendilerinin kutsadıkları, o Cumhuriyet dönemi modernist yaklaşımın ürünü olan bazı mimarî eserlerin ve mekânsal düzenlemelerin ortadan kaldırılmasına yönelik yolun açılmasından endişe ettikleri anlaşılıyor. Yani Taksim Meydanı’na AK Partili bir elin dokunmasını istemiyorlar.
İkincisi şöyle gerçek dışı iddiaları var; bu projelerle birlikte Taksim insansızlaşacak. Yollar yer altına alınınca insanlar Taksim’e nasıl ulaşacaklar? Bir kere Şişhane-Hacıosman metrosu Taksim’den geçiyor. Bu metro günlük 170 bin insan taşıyor. Taksim istasyonu da bu metro üzerindeki en büyük istasyonlardan biri. Dolayısıyla bu metro günlük 170 bin insanı Taksim’e taşıyor; öbür taraftan Kabataş-Taksim füniküleri günlük 30 bin insanı Taksim’e taşıyor. Diğer taraftan nostaljik tramvay günlük yaklaşık 5 bin insanı Taksim’e taşıyor. Ayrıca son durağı Taksim olan ya da Taksim bağlantılı 38 otobüs hattı günlük 50-60 bin insanı Taksim’e taşıyor. İlaveten İstiklal Caddesi’nden Taksim’e doğru bir insan seli akıyor. Her gün onbinlerce insan İstiklal Caddesi’ni kullanarak Taksim istikametine gidiyor. Bütün bunlara ek olarak Taksim Meydanı âdeta İstanbul’un göbeğinde. Taksim’e 10-15 dakikalık mesafede yaklaşık 30-40 bin insan yaşıyor. Bir de Maçka ile Taksim arasında teleferik var, o teleferik de günde birkaç bin insanı Taksim tarafına taşıyabiliyor. Dolayısıyla bütün bunları göz önünde bulundurduğunuzda Taksim Meydanı’nın insansızlaştırılması, Taksim’in mitinglere kapatılması, Taksim’in siyasî iktidarın bu anlamda kontrolü altına girmesi gibi bir durum mümkün değil. Bunu iddia edebilmek için hakikaten kötü niyetli olmak lazım. Kötü niyetin de en uç sınırlarında dolaşmak lazım. Böyle bir şey mümkün değil.
Özetle yayalaştırma projesine karşı çıkan insanların iki temel korkusu var. Bir, Taksim’deki o modernist çizginin değiştirilmesine bir şekilde izin vermemek. İkincisi de Taksim Meydanı’nın yayalaştırılmasıyla birlikte ulaşımın imkânsızlaştırılacağına kasıtlı olarak ortaya atılmış bir iddia var. Bunun üzerinden yine Taksim’de yapılmak istenen çalışmalara karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla sizin sormuş olduğunuz son sorunun da bana göre cevabı bu.
on5yirmi5.com